1958 kuşağı
sendikacılarından Kamil Tuncel, yıllar önce kendisi ile yaptığımız bir
röportajında şöyle diyordu: “Eğer bir işçi işini düzgün yapmıyorsa,
kaytarıyorsa, onun cezasını önce sendika verir. Bizim bildiğimiz sendikacılık
böyledir. İşyerinin verimi, her işçinin işini düzgün yapması sendikanın
öncelikli işidir. Böyle şeylere göz yumulursa; işçiler de, iş yeri de, sendika
da zarar görür. Onun için patrondan önce sendikalar, işini düzgün yapmayanı
cezalandırmalıdır.”
***
Bağımsızlık
Yolu olarak, özel sektörde çalışan emekçilerin sorunlarının çözüm yoluna
girebilmesi için somut bir önerimiz var: Özel sektörde sendikasız işçi
çalıştırılmasının yasaklanması!
Bu öneri,
sendikalaşma zorunlu hale geldiğinde her türlü sorunun sihirli değnek dokunmuş
gibi bir anda çözüleceği iddiasıyla öne sürülmüyor. Tam aksine, on yıllardan
beridir birikmiş, birçoğu da ülkenin yapısal sorunları ile iç içe olan
sıkıntıların kolayca çözülmeyeceğini gayet iyi biliyoruz. Ancak özel sektör
emekçilerinin, ülkemizde kendi sorunlarına taraf olamayan çok önemli bir kesimi
oluşturduğu ve seslerini duyurabilmeleri için de örgütlü olmaları gerektiği bir
gerçek…
Mesela bir
türlü asgari ücreti arttıramayan komisyonda özel sektörü temsil eden sendika
kamuda örgütlü, bütün üyeleri kamuda çalışıyor ama özel sektör emekçilerinin en
temel meselesinde söz sahibi… Zorunlu sendikalaşmaya demokratik kaygılarla ayak
sürüyen hiçbir kesim, bu adaletsiz temsiliyet sorununu çözmek için adım atmış
değil, hatta böyle bir sorun tespitinden dahi söz etmiyorlar…
İş sağlığı
güvenliği, sigorta yatırımları, her an işten durdurulma kaygısıyla güvencesiz
çalışma, hastalık izinleri, patronların insan onuruna yakışmayan
muameleleri, fazla mesailer, kayıt dışılığın yaygınlığı gibi kolayca
sıralanabilecek onlarca başlıktan oluşan karmaşık bir sıkıntılar yumağıdır,
özel sektör emekçilerinin yaşamı…
Sendikalaşma
bu sorunları hemen çözemez elbette. Ancak sendikalarda örgütlenen özel sektör
emekçileri, kendi sıkıntılarını kendileri dile getirebilecek ve çözüm yolunda
bir özne olarak hareket etme fırsatı bulabilecek… Patronlar ve devletten oluşan
mevcut adaletsiz güç dağılımının içine, örgütlü özel sektör emekçilerini katmak
isteyişimiz bu sebepten…
***
Sendikalaşma
talebini dile getirdiğimizde, bazen açıkça ifade edilen çoğu zaman ise yoğun
bir şekilde hissettirilen şüphenin kaynağında ise; kamuda örgütlü sendikaların
mevcut pratiği var gibi görünüyor.
Nedir bu
pratik? Nasıl bir şüpheye kaynaklık ediyor?
Başta özel
sektör çalışanları olmak üzere toplumun hemen her kesimi, mevcut kamusal
sendikacılığın para/maaş talebi üzerinde yükseldiğini görüyor.
Memurların/öğretmenlerin maaşları, mesai saatleri ve özlük haklarına dayalı,
belli bir kesime menfaat sağlamaktan öte bir işlevi olmayan sendikacılık pratiği,
toplumdan haklı bir tepki alıyor.
Sendikacıların
böyle davranarak mevcut üyelerini yatıştırdığı ancak aslında kendi üyelerini
dahi kaale almayan, fikrini sorma ihtiyacı hissetmeyen, soğuk ve bürokratik bir
topluluk oldukları düşüncesi yaygın…
Mevcut
sendikaların, siyasal partiler arasındaki güç dengesinde taraf tutan, siyasal
grupları kendi menfaatlari doğrultusunda destekleyen veya köstekleyen bir
tutuma sahip olduğu konuşuluyor. Bunu yapan sendikacıların örgütsel veya
kişisel ihtiraslarıyla, egosuyla hareket ettiği, hatta birçoğunun da herhangi
bir partide kişisel kariyer yapmak niyetinde olduğu düşüncesi hakim…
Koltuk
sevdasının sendikacılar arasında en yaygın tutku olduğu, bir kez mevki elde
edenlerin bu mevkiden asla vazgeçmediği sürekli dile getiriliyor…
Sendikaların,
örgütlü oldukları yerlerde yapılan işin kalitesi, verimi, işten kaytaran veya
iş yapmayan üyelerinin düzeltilmesi gibi kaygıları olmadığı, tam aksine olur
olmaz her konuda grev yaparak çalışma yaşamını baltaladıkları düşüncesi de sık
sık ifade ediliyor. Grev dışında hiçbir pratiği olmayan, her şeye muhalif ve
hiçbir şeyi beğenmeyen bir sendikal profilden bahsediliyor.
Sendikacıların
samimi olmadıkları, söyledikleri ile akıllarından geçenin tutmadığı, kurnaz ve
içten pazarlıklı bir tutuma sahip oldukları, üyeleri, halk ve hatta
birbirlerini dahi sürekli kandırdıkları düşüncesi baskın…
Kısacası,
Kıbrıslı Türkler arasında sendika veya sendikacı dendiği zaman akla gelen
düşünce büyük oranda yukarda özetlendiği gibi… Bu yüzden de “özel sektörde
sendikalaşma” talebi, tüm bu olumsuzlukların özel sektöre de sirayet edeceği
kaygısının hissedilmesine neden oluyor.
Mevcut kamu
sendikacılığının gerçekte yukarda aktarılan gibi olup olmadığı bir yana; sadece
egemenlerde değil, kendi üyelerinde dahi bu düşünceleri doğuruyorsa,
başkalarını suçlamak yerine sendika yöneticilerinin ara sıra kendilerini de
sorgulaması yerinde olabilir.
Çünkü mevcut
durum, sadece var olan sendikalara değil aynı zamanda sendika düşüncesine ve
örgütlülük fikrine de zarar verme noktasına gelmiş durumda. İnsanlarımız mevcut
sendikacılığı tek sendikacılık biçimi olarak gördüğünden, “eksik olsun” diyerek
örgütlülükten uzak duruyor…
***
Peki
gerçekten, sendikacılık ve sendikal örgütlenme bu mudur? Böyle bir şey midir?
Bir iş yerinde
çalışan insanların özlük hakları, mesai saatleri, ek mesaileri elbette önemli
konulardır. Ancak sendikal örgütlenme; esas olarak demokrasi, yataylık, diyalog
ve şeffaflık demektir. Sendikalar demokratik pratiğin beşiği, seçme/seçilme ve
hesap sorma/hesap verme ilişkilerinin doğduğu, geliştiği, toplumlara yayıldığı
yerlerdir.
Bir sendika,
örgütlü olduğu iş yerinde özlük hakları kadar (hatta zaman zaman bundan daha
fazla), işyerindeki verim, iş düzeni, adalet gibi konularla da ilgilenir.
Adalet ise sadece çalışanların maddi menfaatlerinin savunulması demek değildir.
Gerçekte çalışmayan ama maaş çeken, kaytaran kişilerin; topluluğun kolektif
gücü ile engellenmesi, patrona sıra gelmeden emekçilerin kendi içinde bu
unsurları elemine etmesi de sendikacılığa dahildir.
Bir kişi işini
en düzgün bir şekilde yapmıyorsa, bu tutumu patrondan daha fazla diğer
emekçilere haksızlıktır. Kaytaran emekçinin işi, başka emekçiler tarafından
yapılmak zorunda kalınacaktır. Ve kötü bir örnek patron tarafından tüm
emekçilere (“tembeller”) mal edilebilecektir. Sendika tarafından böyle bir
örneğin savunulması, genel olarak iş yerindeki huzuru bozacak, uzun vadede de
emekçilerin kendi iş ortamlarını kaybetmelerine veya gelirlerinin azalmasına
neden olacaktır.
***
Kısacası,
Bağımsızlık Yolu olarak bizim sözünü ettiğimiz “sendikalaşma”, bürokratların
egoları ile kişisel hırslarını destekleyen mevcut kamu sendikacılığı pratiğinin
özel sektöre yayılması değil; Kamil Dayı tarafından yıllar önce ifade edilen ve
geçmişte ülkemizde de yaygın olan, “emekçilerin gerçek çıkarlarına dayalı sınıf
sendikacılığı”dır.
Özelde
sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması kampanyası, sınırsız sömürüye engel
olacağı için devlet ve patronlardan tepki çekiyorsa; gerçek sendikacılığın
bayrağını yükseltmekte olduğu için de mevcut sendikaların soğuk ve sessiz
“tepkisi” ile bu yüzden karşı karşıya kalıyor.
Bu çağrının
patronlar, devlet ve mevcut sendikaların suskunluğuna rağmen, halkın bağrında
sımsıcak bir umudu yeşertmesi de aynı sebeptendir. Kazanılacak olması da…
Çünkü halk bir
şeyi isteyince, gerisi sadece zaman meselesidir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder