Politik
meselelerde fikirler, örgütler ve kişileri birbirine karıştırmak sadece
Kıbrıs’a özgü bir davranış değildir. Örneklerine dünyanın başka ülkelerinde de
bol bol rastlanabilir…
Örneğin İkinci Paylaşım Savaşı’nın nedeni olarak
Hitler’in akıl hastası olmasını gören tarihçiler bile var hala…
Ekonomik koşullar, bu koşulların yarattığı ilişkiler, bu
ilişkilerden beslenen ihtiyaçlar, bu ihtiyaçların yarattığı hareketler ve bu
hareketlerin doğurduğu kişiler şeklinde anlamak gerçekten de zordur tarihi.
Derin bir düşünce kabiliyeti ve kestirme düşünmek alışkanlığından vazgeçebilme
kararlılığı gerektirir böyle bir anlayış.. .
Hele bir de tarih boyunca tarihin
kendi çocuğu olan kişiler, kendilerini yaratan süreçleri etkilemişken… Çünkü
bireyler tarihin salt bir oyuncağı değildirler, kendilerini yaratan tarihe
şekil de verirler…
***
Ama gene de tarihte bireyin rolü bellidir. Her tarihsel
dönem, ihtiyacı olan karakterler yelpazesini şekillendirir ve ortaya çıkarır.
Farklı bireylerin bu çerçevede oynayabileceği rol ise, tarihsel kırılma
anlarının ona, örgütlere ve kitlelere sunduğu fırsat ve tehtidlerle
sınırlıdır.
Bir kral, monarşinin dolmuş vadesini erteleyip
saltanatının süresini uzatabilir mesela. Ama canı istedi diye köleci sisteme
geri döndüremez tüm bir ülkeyi…
Veya Stalin gibi bir karakter, gelişen bürokrasinin
ihtiyaçları doğrultusunda diktatörce davranabilir ama koşullar buna el
vermediği sürece kendisini Çar ilan edemez…
Tayyip Erdoğan padişah olmayı çok istiyor ve öyle
davranabilmenin koşullarını yaratıyorsa da, gerçekten padişah olması mümkün
değildir…
***
Uzun bir konudur bu…
Salt bireyler üzerinden izah edilen tarih anlayışının
1800’lü yılların ortalarına kadar yaygın kabul gördüğü bir gerçek. Daha sonra
bilimsel algının gelişimi ile etkisini yitiren bir anlayıştır bu. Ama hala açık
veya kapalı şekilde yer bulabilmektedir insanlığın kolektif davranış
kalıplarında.
Örneğin bizim ülkemiz Kıbrıs’ta meseleleri Makarios’a,
Grivas’a, Samson’a, Denktaş’a, Eroğlu’na bağlı gerekçelerle izah eden akımlar
oldu, hala da var… Böylesi tarih yorumlarının felsefi yanlışlığı bir yana;
pratik politikada da anlamsız sonuçlar yaratmakta…
Böylesi tarih yorumlarına sahip yapılar, ülkemizde
yıllarca sol adına kişi karşıtlığı yaptılar.
Ama kitleleri karşısına oturttukları kişinin felsefesini
yeterince tahlil edip, ideolojisini eleştiremedikleri için; kişiler gitti ve
pratik aynı kaldı.
Denktaş aktif politika sahnesinden çekildikten sonra
büyük umutlarla koltuğuna oturan Talat’ın birden bire Denktaşlaşması bu yüzden
süpriz gibi göründü kitlelere…
Örgütü Talat’ı korumaya kollamaya çalışırken, kitleler de
politikaya küstü… Ardından ise kopyası gitti aslı geldi yerine… Tek neden bu
değil tabii ki 2005 sonrası yaşanan hayal kırıklıklarına… Ancak bu da bir olgu…
Daha da üzücü olanı, kişi karşıtlığı üzerinden kendine
siyasal alan yaratanlar eleştirdikleri kişiye dönüştüklerinde; bu defa da
kurtuluş için kişi fetişizmine sarıldılar. Kurtarıcı Tufan, kurtarıcı Derya
gibi ilerde yeni hayal kırıklıkları üretecek sahte kurtarıcılar türettiler.
Döndüler, dolaştılar hayatı ya kişilere karşı yada
kişilere taraf ama mutlaka kişilere endeksli tarif ettiler…
***
Kişilere endeksli politika anlayışının birçok sakıncası
var aslında… Politik duruşunuzu bir kişiye yandaş veya karşı olmaya
dayandırdığınız anda ideolojik/felsefi her türlü nirengi noktasını yitirme
tehlikesi ile karşılaşırsınız. Aynı refleksleri kendi politik ortamınız için de
üretmeye başlarsınız.
Denktaş karşıtlığını politik varlık sebebi haline getiren
CTP siyasetinin, 1990’lı yılların ortasından beridir kendi içinde yaşadığı her
ideolojik farklılaşmayı kişilerle izah etmesi de bir örnek… Özkerciler
Talatcılar, Talatcılar Ferdiciler, Özkancılar şucular bucular diye ayrılan bir
siyasal yelpaze olabilir mi? Son yaşanan istifalar da aynı sürecin bir parçası
değil mi?
Ve muhattabının fikrini değil kişiliğini eleştiren bir
politik tarz nasıl bir toplumsal alternatif üretebilir ki?
***
İdeolojik farklılaşmaların yaşandığı süreçlerde fikirleri
eleştireceğine kişilere saldıranlar, kendi fikirlerinin eleştirilmesini de
kişiliğine saldırı saymaya başlarlar… Böylece de tam anlamıyla içinden çıkılmaz
meseleler yaşanır…
Siyasal görüşünü beğenmediğiniz kişinin 40 sene önce
hastaneden stesteskop çalmış olduğu söylemine dayalı politik anlayışınız, hem
partinizin içine hem de dışına doğru aynı tarzın ürediği bir zemin
yaratır.
Dedikodu, isim vermeden ima, gönderme, kulis, kişi
kayırmacılık, kişisel husumet vb. davranışlar normal politik tavırlar haline
dönüşür… Bu şekilde davranmak istisna olmaktan çıkar, norm haline gelir.
Üstelik, prensipleri gereği bu şekilde davranmayan insanlar ve örgütlerin
tutumu da aynı çerçeve içinde değerlendirilerek yorumlanır…
Ve bu sadece size zarar vermez, tüm bir toplumsal
muhalefet ortamına ve ülkenin sol politik kültürüne de zarar verir…
***
Bütün bunları niye yazdım?
Kişiler üzerinden siyasal yelpazeyi dostlar ve düşmanlar
şeklinde kamplaştıran çatışmacı kültür; bugün yağmurdan sonra çıkan mantarlar
gibi her köşeden üremektedir: Kıbrıs görüşmelerinde yaşananlara ilişkin tutum
belirlenirken, “Denktaş dönemindeki gibi bir kamplaşma” yaşansın diye yırtınan,
bu olmayınca de üzülen “barış sevicileri”miz var… Mücadeleden anladığımız
kavga, gerilim, hamaset, gırtlak gırtlağa gelmek olmuş…
Hükümet olmak isteyen partiler muhataplarını liderleri
üzerinden dövüyor, kendi iç çekişmelerinde şeytan kişiler yaratıyor, aşağıdan
kendilerini zorlayan alternatif hareketlerin içinden seçtikleri kişilere linç
kültürünü üreten bir saldırganlıkla muamelede bulunuyorlar…
Kendi parlak ve kurtarıcı kahramanları var, bir de kanlı
bıçaklı düşmanları…
Hükümette şeytanlar, örgüt içinde goncolozlar, örgüt dışı
alternatiflerin başında öcüler…
Kişilerle uğraşanlar, hareketleri kişilere
endeksleyenler, fikirleri kişilerden türeme sananlar tarihi kişilere bağlı
yorumlayanlar sadece kendi siyasal kültürlerini değil tüm bir toplumun siyasal
kültürünü kirletmekteler, yazık etmekteler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder