“Günlerin bugün
getirdiği, baskı zulüm ve kandır...”
Özel sektörde her gün insanlık onuruna yakışmayan
muameleler altında, uzun saatler ve her türlü güvenceden yoksun çalışan
emekçiler bunu çok iyi biliyor... Patronun iki dudağı arasında devam eden iş
yaşamı, artık her yıl yeniden kırılan rekorlarla iş cinayetlerinin de odağı olmuş
durumda...
“Günlerin bugün
getirdiği, baskı zulüm ve kandır...”
Sokakta, cafede, üniversite kampüsünde, evde ve
erkeklerin elinin uzanabildiği her yerde öldürülen, dayak yiyen, baskı altına
alınan kadınlar bunu çok iyi biliyor... Yıllarca inkar edilmiş kadına yönelik
şiddet olgusu, artık her yerde gözümüzün içine gire gire varlığını
gösteriyor...
“Günlerin bugün
getirdiği, baskı zulüm ve kandır...”
Birey olma hakları inkar edilen, baskı ve dayakla
büyütülen, taciz, tecavüz ve ölümle yüzleşen çocuklar bunu çok iyi biliyor...
Kıbrıs’ın kuzeyinde, son yıllarda çocuklara yönelik istismar hiç olmadığı
boyutlarda kendini gösteriyor.
“Günlerin bugün
getirdiği, baskı zulüm ve kandır...”
Kovulan, itilen, dövülen, aç, susuz ve açıkta gezinen
sokak hayvanları; yaşam alanları talan edilerek varoluş koşulları ortadan
kaldırılan yabani canlılar bunun çok iyi biliyor. Kentlerde arabalarca ezilmiş,
vurularak veya zehirle öldürülmüş hayvanların sayısı giderek artıyor. Ve betonun
yayılması için geriletilen dağlarımız, kumsallarımız, denizlerimiz kısacası doğamız
sistematik olarak imha ediliyor.
“Günlerin bugün
getirdiği, baskı zulüm ve kandır...”
Ekonomik kriz derinleşirken, işsizlik ve yoksulluk
giderek artıyor. Kendini yükselen çaresizliğe çözüm olarak gösteren ve
egemenlerin desteğinde ilerleyen muhafazakarlaşma ve dinsel gericilik ise
gözümüzün görebileceği her yere yayılmış durumda. Devlet eğitim ve sağlıktan
tamamen elini çekip, neoliberal poltikaları desteklerken; karına kar katan
sermaye, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine hepimizin kanını vampir gibi
emiyor...
Tüm bu yaşananların sonu olacağı iddiasıyla gündemimize
sokulan Kıbrıs müzkereleri ise; bizi kendi sorunlarımızla mücadele etmekten
uzaklaştıran bir avuntu olarak hizmet veriyor. Egemenlerin yarattığı gerçek
sorunlarımızı masaya taşımak için değil “liderlere cesaret” vermemiz için çağrı
yapan ana akım sol ve onun sözde radikal uzantıları, yıllardır halkımızı
müzakere masalıyla uyutuyor. Müzakereler her duvara tosladığında yaşanan hayal
kırıklığı ise; sınıfsal yönü ağır basan bir barış mücadesine evrilmeden kontrol
altına alınıyor. Zaten Kıbrıslı Elenlerin büyük halk şövenizmi ile damgalı
Kıbrıs Cumhuriyeti, halkımızı onurlu bir özne olarak kabul etmiyor. Tıpkı
Kıbrıs’ın kuzeyini rahatça at koşturacağı bir ganimet olarak gören Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin üretimden kopardığı halkımıza besleme muamelesi yaptığı
gibi...
Ve şimdi çember giderek daralıyor; TC’de Tayyip Erdoğan
rejmi her geçen gün daha otokratik bir diktatörlük biçimi alıyor... Onun
yavrusu kktc’de ise, bakanların altındaki mercedeslerin ve giydikleri
takımların fiyatı artıp, hukuksuzluk, yolsuzluk ve usulsüzlükleri doruğa
çıkarken; okula giden çocuklar iş kamyonlarının altında can veriyor...
“Ancak bu böyle
gitmez, sömürü devam etmez...”
Bu koşullara rağmen Kıbrıslı Türk halkı alternatifsiz ve
çaresiz değildir. Kurulu ilişkilerin rehavet veren mayhoşluğunu reddeden, genç,
dinamik ve hepsinden önemlisi sınıfsal mücadelenin yaratıcı gücünden beslenen
devrimci bir alernatif var...
Bağımsızlık Yolu; 2011 Toplumsal Varoluş mitinglerinin
ruhuyla, gençliğin #reddediyoruz mücadelesinin enerjisiyle, sokaklarımızın
çamuru, ovalarımızın güneşi, emeğin yaratıcı gücüyle Kıbrıslı Türk halkını 1
Mayıs’ta alanlara çağırıyor...
Bağımsız, birleşik, halkları kardeş bir Kıbrıs için, alın
terinin hakkını adilce aldığı, sendikalı ve sosyal güvenceli bir yaşam için,
kadına, çocuğa, doğaya yönelik şiddetin son bulduğu huzurlu bir gelecek için 1
Mayıs’ta örgütlü mücadelemizi büyütelim, Bağımsızlık yolu kortejinde
birleşelim...
Çünkü “gün gelir,
gün gelir zorbalar kalmaz gider.”
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder