TC ve kktc arasında imzalanan İşgücü Anlaşması’na dair
“sol”dan gelen eleştiriler; ne yazık ki ülkemizdeki birçok sıkıntının neden
kangrenleşerek devam ettiğini, onca sızlanmaya rağmen bir türlü çözüm yoluna
giremediğini özetler nitelikte.
İşgücü anlaşması ile ilgili koparılan fırtınada sürekli
tekrar edilen ve asla dile getirilmeyen noktalara baktığımızda bu durum daha da
netlik kazanıyor...
Anlaşmaya “Sol”dan
Eleştiriler
Anlaşmaya yönelik “sol”dan gelen eleştiriler; bu
anlaşmanın ülkemizde işsizliği, kayıt dışılığı ve güvencesiz çalışmayı
arttıracağı, Çalışma Dairesi’nin devre dışı kalacağı, insan tacirliğinin teşvik
edileceği, daha önce yıllık veya iki yıllık düzenlenen çalışma izinlerinin
“süresiz” hale geleceği, işçilere keyfi olarak herhangi bir iş verilmesinin önünü
açacağı, “emek piyasasındaki asimilasyonu” arttıracağı noktalarında
yoğunlaşıyor. Gençlerimizin göçüne sebep olacak ve Çalışma Dairesi’nin
işlevlerini TC kurumlarına devredecek bir anlaşma ile karşı karşıya olduğumuz
döne döne tekrarlanıyor.
Bunları sayıp döken Dev-İş, Fema ve Yenidüzen gibi akraba
kuruluşlar, hangi iddialarının anlaşmanın hangi maddesinden kaynaklandığını ve
nasıl bir yorumla bu sonuca varıldığını izah etme gereği duymuyorlar. CTP’nin
muhalefet dönemlerinden alışkın olduğumuz yüksek perdeden feveran odaklı ve
düşünmeye değil daha çok hipnotize ederek manipüle etmeye dönük bir “direniş”
sergileniyor...
Anlaşmadan Önceki
Durum
Peki söz konusu anlaşma olumlu bir anlaşma mıdır? Elbette
ki hayır. Ancak anlaşmanın olumsuzluk içeren esas yönü ifade edilmezken;
uygulamada hiçbir değişiklik yaratmayacak bazı noktaların yeniymiş gibi
sunulması ve aslında olmayan bazı noktaların da kaba bir yorumla varmış gibi
aktarılması da muhalefet etme biçimi bakımından dikkate değerdir.
Bunu daha iyi kavrayabilmek için, anlaşma imzalanmadan
önceki mevcut durumu bir özetleyelim. Yasal olarak ülkemizde “işçilere iş ve
patronlara işçi bulmak” Çalışma Dairesi’nin görevidir. Bu alanda faaaliyet
yürütmek üzere işletmeler kurulamaz ve hiçbir patron Çalışma Dairesi’ne münhal
açmadan işçi istihdam edemez. Yasa böyledir.
Ancak uygulama ne yerli işgücü ne de yabancı işgücü
açısıdan bu şekilde gerçekleşmektedir. Herkes çok iyi bilir ki, özel sektörde
Çalışma Dairesi’nin yerini dahi öğrenmeden işe girip emekli olanlar vardır.
kktc uyruklu özel sektör çalışanlarının neredeyse hepsi, doğrudan patron ile
konuşarak işe girer ve yasal zorunluluk olmasına rağmen Çalışma Dairesi’nde
hiçbir münhal açılmaz. Hatta bir anlaşmazlık söz konusu değilse, Çalışma
Dairesi’nin bu işçilerin varlığından haberi bile olmaz...
Diğer yandan yabancı işçiler en iyi durumda patronları
ile yolda, sokakta veya bir arkadaşları aracılığı ile tanışarak işe başlar. Daha
kötüsü ise işçi simsarlığı yapan aracılar vasıtasıyla işe girmektir. Çalışma
Dairesi’nin bu süreçteki rolü, eğer çalışma izni çıkarılacaksa, olmuş bitmiş
bir sürecin yasal hale getirilmesi yani çalışma izni mühürünün vurulması için
gerekli onay prosedürlerini yapmasıdır. Patronlar işçileri kendileri bulur,
Çalışma Dairesi de onaylar. Uygulama yıllardır bu şekildedir. CTP’li ve UBP’li onlarca
bakan döneminde bu uygulama ne değişmiştir ne de değiştirilmesine dair herhangi
bir girişim yapılmıştır.
İşgücü
Anlaşmasının İçeriği
Uygulama böyleyken, gelin bir de felaket getireceği
söylenen anlaşmanın ne içerdiğine bakalım. İşgücü anlaşmasının özü, “İşçi Temini” başlıklı 4. Madde’de
ifade ediliyor, madde şöyle:
“İşverenler, diğer
Akit Taraf Kurum/Dairesine veya iş ve işçi bulmaya aracılık eden resmi
makamlardan izinli özel istihdam bürolarına işçi temini maksadıyla doğrudan
başvuruda bulunabilirler. Ayrıca işverenler, Kurum/Daire’den yazılı izin almak
kaydıyla ilan veya doğrudan tespit yoluyla ya da diğer yollarla, Akit Taraf
ülkesinde istihdam etmek üzere işçi temin edebilirler.”
Anlaşmanın diğer maddeleri de, yukardaki yollarla buluşan
tarafların ilgili devletin yasal düzenlemelerine tabi oldukları ve bu yasal
düzenlemeler çerçevesinde kayıt, onay işlemlerini nasıl yapacaklarına dair detayları
içermekte.
Kısacası fiili durumda hiçbir değişiklik içermeyen,
sadece mevcut durumu yasal hale getiren bir anlaşma ile karşı karşıyayız. Zaten
Çalışma Dairesi aracılığı ile buluşmayan işçi ve patron, şimdi de Çalışma
Dairesi aracılığı ile buluşmayacaktır. Zaten işçi ve patron buluştuktan sonra
prosedürel bir onay işlemi gerçekleştirmekte olan Çalışma Dairesi, şimdi de
prosedürel bir onay işlemi gerçekleştirecektir.
Anlaşma, işçi ve patronların eşleştirilmesi sürecinde
özel istihdam bürolarına, yani özel sermaye ile kurulacak özel işletmelere
yetki vermek dışında bir yeniliğe sahip değildir. Bu yenilik de sözde
“sol”umuzun iddia ettiği olumsuzluklara değil, tek bir bildiride dahi sözü
edilmeyen özelleştirme sürecine karşılık gelir.
Kısacası bu anlaşma ile yapılan Çalışma Dairesi’nin zaten
fiilen işlevsiz hale getirilmiş istihdam biriminin, özelleştirilmesidir. Ki
bunun da Telefon Dairesi’nin, Elektrik Kurumu’nun, devlet okullarının veya
devlet hastanelerinin özelleştirilmesinden bir farkı yoktur. Sürece emek
temelinden bakan bir sendikal, siyasal muhalefetin temel eleştirisi neoliberal
içeriğe dair olmalıyken; CTP ve türevi yapılar “egemenlik” ve yabancı iş gücü
odaklı bir kampanya başlatmayı tercih etmiştir.
Peki durum böyleyse, egemenlik ve yabancı iş gücüne yönelik
iddialar nereden gelmektedir? İddia sahibi solliberal feministler, solliberal
sendikalar ve solliberal gazetelerin, esasta savunucusu oldukları özelleştirmeye
karşı çıkamamaları anlaşılır olmakla birlikte kendi iddialarını kendilerinin
temellendirmesi daha doğru olurdu. Ama onlar hiçbir maddeye gönderme
yapmadıklarına göre, gelin duruma kısaca biz bakalım...
Egemenlik!
Reddediyoruz!
Kayıt dışılığın ve güvencesiz çalışmanın artması, başta
özel sektörde sendika yokluğundan kaynaklıdır, ancak bir diğer boyutu da
Çalışma Dairesi’nin çalışma yaşamından soyutlanması ile ilgildir. Ki anlaşmadan
önce ve sonra fiilen bu durumda hiçbir değişiklik olmaktadır. Anlaşmadan sonra Çalışma
Dairesi’nin devre dışı kalacağı iddiası tamamen komiktir, çünkü Çalışma Dairesi
zaten devre dışıdır ve bu solliberal CTP döneminde de statükocu UBP-DP
döneminde de aynı şekildedir.
Çalışma Dairesi mevcut (mühür vurma, çalışma izni verme
vb.) prosedürel işlevlerine anlaşmadan sonra da devam edecek, zaten yapmadığı
iş ve işçi temini işlevleri de özelleştirme yolu ile sermayeye yeni rant
alanları yaratarak çözümlenecektir.
Aynı şekilde, Çalışma Dairesi’nin işlevlerinin Türkiye İş
Kurumu’na devredilmekte olduğu ve bunun da Reddediyoruz süreci ile benzeştiği
iddiası tamamen asılsızdır. Anlaşmanın 6. Maddesi’nde aynen şu cümle
geçmektedir: “KKTC’de istihdam edilen TC
uyruklu işçiler ile işveren arasında imzalanan hizmet akitleri, Daire
tarafından onaylanır. Daire tarafından onaylanan hizmet akitleri Kurum
tarafından onaylanmış sayılır.”
Gene Anlaşmanın 7. Maddesi’nin birinci paragrafı
şöyledir: “Çalışma ve ikamet izinlerinin
verilmesinde, her bir Akit Taraf kendi mevzuat hükümelerini uygular.”
Anlaşmanın 10. Maddesi ise açıkça şöyledir: “Bu Anlaşmanın yorumlanmasında ve
uygulanmasında ortaya çıkan her türlü anlaşmazlık, Akit Tarafların yetkili
makamları veya yetkili kurumları arasında görüşmeler yoluyla çözümlenecektir.”
Egemenlik devri nerededir? Reddediyoruz süreci ile
paralellik hangi noktadadır? Yalan söylemek bedava mıdır?
İddialar, Yalanlar
ve Manipülasyon
“Emek piyasasındaki
asimilasyon, göç, işsizlik” gibi feveranların zaten anlaşmadaki hiçbir
madde ile ilişkisi yoktur. Bu sızlanmalar, neo-liberal politikalara uyumlu
liberal kesimlerin; bu politikaların olumsuz sonuçlarına öfkelenen kitlelere,
göçmen düşmanlığı aracılığı ile ulaşma girişiminden öteye bir anlam ifade
etmemektedir. Halka Türkiyelilik Kıbrıslılık ayrımı temelinde bir öfke
fısıldamanın sol ile solculuk ile bir alakası yokken; göç, işsizlik, ucuz iş
gücü gibi olguların sermayenin doyumsuzluğundan kaynaklı ve kapitalizm ile
doğrudan bağlantılı sorunlar olduğunu dile getirememek tamamen acizlik
göstergesidir.
Anlaşma ile ilgili eleştirilerden diğer ikisi ise; daha
önce yıllık veya iki yıllık düzenlenen çalışma izinlerinin “süresiz” hale
geleceği ve işçilere keyfi olarak herhangi bir iş verilmesinin önünü açacağı
iddialarıdır. Bu iddiaya dair görülebilen tek olgu; anlaşmaya ekli hizmet
akdi örneğinde bulunan “işçinin
hizmet akdinde yeralan işyerinde ve belirtilen meslekte çalışması esastır.
Ancak işçinin de kabul etmesi halinde mevcut ücreti düşürülmemek koşuluyla
işçi, işverenin aynı ülke sınırları içerisindeki diğer işyerlerinde çalıştırılabilir”
cümlesidir. Öncelikle bu zaten fiili uygulamada da böyledir ve anlaşma ile
hiçbir değişiklik olmamaktadır. Ayrıca da bu cümlede açıkça görülebileceği gibi
“aynı işverenin başka işyerinden” bahsedilmektedir, başka bir patronun işyeri
veya başka bir meslekten söz edildiği şeklindeki yorum ise tam anlamı ile
zorlamadır. Daha da acısı, bu madde yıllardır Çalışma Dairesi tarafından
onaylanmakta olan hizmet akidlerinde noktası ve virgülüne kadar aynı şekilde
vardır. “Sektörler arası geçiş”, “işverenler arası dolaşım” gibi hayal ürünü
iddiaların kaynağı herhalde akitlerde 10 yıldır bulunan bu madde değildir. Ama
insan merak etmeden duramıyor, peki hangi maddedir?
Süresiz hizmet akdi konusu ise, İş Yasası’nı biraz bilen
herkesin hakim olduğu gibi “güvencesizleştirme” değil, güvenceli çalışma
anlamına gelir. Çalışma yaşamında güvencesizleşmeden şikayet ederken, tüm
dünyada güvenceli istihdamın temeli kabul edilen süresiz akitlere itiraz etmek
dünya sendikacılık tarihine orijinal bir katkıdır.
Ama bundan ötesi, akit süresiz de imzalansa çalışma
izninin eskiden olduğu gibi yıllık veya iki yıllık düzenleneceği gerçeğidir.
Çünkü “hizmet akdi” ve “çalışma izni” iki farklı şeydir ve çalışma izninin
süresi hizmet akdine göre düzenlenmez. Zaten geçmişte de patron ve işçi
arasında imzalanan süresiz akitler mevcuttur ve çalışma izni vermekle ilgili
düzenleme bununla ilgisiz tamamen farklı bir konudur.
Cinsiyet Körü
Feministler!
Anlaşmaya yönelik eleştrilerde parti çıkarları ile
hareket edilince ortaya çıkan sendikal gafların bir benzeri FEMA açısından
yaşanmıştır. Anlaşmayı neoliberal içeriğinden ve özelleştirme ile ilgili
olumsuz noktasından eleştirmemeye özen gösteren FEMA, anlaşmadaki cinsiyetçi
bakış açısını ise eleştirme zahmetine katlanmamıştır. Mecliste CTP grubunda
hizmet veren bir de milletvekili olan liberal feminizmin temsilcisi FEMA,
Anlaşma’da geçen şu maddeye dair eleştiri yöneltme gereği duymamıştır: “İşçiye; evlenmesi, evlat edinmesi, eşinin
doğum yapması veya ana babasının, eşinin, kardeşinin, çocuğunun ölümü
halinde, çalışılan Akit Tarafın mevzuatında öngörülen mazeret izni verilir.”
Anlaşmaya göre işçi kesinlikle bir erkektir! Bir
feministin ilk okumada gözüne batacak olan bu madde, FEMA-CTP milletvekili için
muhtemelen sakıncalı değildir ki, eleştirilerden muaf kalmıştır.
Yabancı
Düşmanlığının Kökenleri
Söz konusu anlaşma neo-liberal politikalar çerçevesinde
CTP, UBP ve DP eli ile işlevsizleştirilmiş Çalışma Dairesi’nin istihdam
biriminin özelleştirilmesi ile ilgili bir anlaşmadır. Kamusal olarak
yürütülmesi gereken bir hizmetin fiilen özel seköre kaydırılması ve sermayeye
yeni rant alanlarının yaratılması esas nokatasıdır ve anlaşmanın eleştirisi de
bu temelden yapılmalıdır.
Ancak liberal politikalar, sermaye, özelleştirme, serbest
piyasa gibi emeğe yönelik yeni saldırı biçimleri ile uyumlu “yeni sol”, onun
sendikaları, paravan “feminist” örgütleri ve gazeteleri böyle bir zeminden
muhalefet örgütleyemezler. Çünkü zaten kendileri de liberaldir.
Bu sebeple anlaşmada olmayan şeyleri varmış gibi
göstermek, olan şeyleri çarpıtmak ve muhalefet ediyormuş görünümü ile kendi
kitlelerini uyuşturmak zorundadırlar. Yaptıkları da zaten budur.
Neo-liberal politikaların yarattığı yoksulluk, bunalım,
öfke ve huzursuzluk, kapitalizm eleştirisi ve devrimci siyasete kanalize
edilmezse; yabancı düşmanlığı ve göçmen işçilere yönelik nefrete dönüşür.
Tüm dünyada neoliberal politikalarla hiçbir derdi olmayan
neo-nazi partilerin, kapitalizmin yarattığı öfkeyi göçmen karşıtlığına
evriltmesi bunun bir örneği ise; bugün ülkemizde neoliberalizme itiraz etmeyen
solliberallerin “emek piyasasının asimilasyonu” gibi cümlelerle Türkiyeli
–Kıbrıslı düşmanlığını beslemesi de başka bir örneğidir.
Eğer kendimize, “tüm çabamıza rağmen neden bu ülkede
hiçbir sorun çözüm yoluna girmiyor” diye
soruyorsak; cevabını da siyaset, sendika, feminizm vb her alana çöreklenen bu
yalan kumkumalarına hala prim vermekte oluşumuzda aramamız yanlış olmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder