Son ayların gündemi belediyelerin birleştirilmesi tartışmaları ekseninde şekillendi. Ancak bu tartışmalar öylesine yüzeysel ve öylesine seçim odaklı gerçekleşti ki; özünde tartışılanın ne olduğu bile halkın önemli bir çoğunluğu tarafından anlaşılamadı. Gelin süreci en baştan alarak bir gözden geçirelim…
Yerel Yönetimler: Demokrasi ve Verimlilik
Yerel yönetimlerin
demokrasinin beşiği olduğu söylenir. Bu tarihsel olarak doğru olduğu kadar
pratik olarak da geçerli bir sözdür. Antik çağın bilinen ilk demokrasisinin
Atina devlet yönetiminde kurulduğu ve sonra diğer şehir devletlerinde de
uygulandığı herhangi bir yerden bulunabilecek genel bir bilgidir. Ancak
demokratik süreçlerin işleyebilmesi açısından, “ölçek” meselesi daha çok 18.
Yüzyıldan itibaren tartışmaların gündemine girmiştir. Daha sonra ütopyacı
sosyalistlerin komün denemelerinden kooperatifçilik teorisyenlerine,
anarşistlerden bilimsel sosyalistlere kadar hemen her akım; sağlıklı bir
tartışma, karar verme ve uygulama için belirli bir insan sayısının öneminde
hemfikir olmuştur. Kısacası sürece katılan insanların sayısı arttıkça
demokratik yöntemlerin sağlıklı işlemesinin zorlaştığı konusunda hemen herkes
hemfikirdir.
Konunun “verimlilik” ayağında
ise mesele tam ters bir şekilde işler. Ölçek büyüdükçe verimliliğin arttığı,
yönetim/üretim/tüketim birimleri küçük küçük parçalara bölündükçe de israfın
çoğaldığı hem bilimsel bir bilgidir hem de tüm siyasal akımların ortak
kabulüdür. Bu nedenle de bu iki olgu arasında bir seçim veya denge arayışı, tüm
siyaset bilimini yatay olarak kesen bir tartışma çizgisidir. Kimi akımlar (ütopik
sosyalistler, anarşistler vb.) verimliliğin gözden çıkarılabilir olduğu
düşüncesiyle küçük komünlere dayalı bir demokrasi vurgusu yaparlar. Kimi
yaklaşımlar da (liberalizmden faşizme tüm sağ) verimlilik arttıkça refahın
artacağını ve bu durumda da demokrasinin öneminin kalamayacağını, çünkü zaten
karar verme mekanizmalarının kıt kaynakların yönetimi söz konusu olduğunda
önemli olduğunu iddia ederler.
Bilimsel sosyalistler ise, bu
verimlilik/demokrasi ikilemini aşmak için, temsili demokrasiyi aşan bir yaklaşım
ile her üretim biriminin komite, konsey, şura, sovyet modelinde örgütlendiği
bir anlayış geliştirmişlerdir. Bu kısa makale bu modeli anlatmanın yeri değil
ama bilimsel sosyalizmin “yönetimde yerel, üretimde evrensel” bir yaklaşımla
hem demokrasi hem de verimliliğin sağlanabileceği iddiasında olduğunu not
düşelim.
Kıbrıs: Birleşmeli mi
Birleşmemeli mi?
Kıbrıs’ın kuzeyinde hemen her
sorunda söz sahibi olan veya söz söyleyen öznelere hamilik yapan üç odağın üçü
de belediyelerin birleştirilmesi ve verimliliğin arttırılması gerektiği
görüşündedir. Kıbrıs Cumhuriyeti bunu zaten kendi yönetimi altındaki bölgede
hayata geçirmiştir. Avrupa Birliği Kıbrıs’ın kuzeyinde verimlilik açısından en
fazla altı belediye olması gerektiğini yaklaşık 20 yıldır dile getirmekte ve
tüm hükümetlere tavsiye vermektedir. Türkiye ise 2005’ten beridir tüm hükümetlerle
imzaladığı tüm protokollere, belediyelerin birleştirilmesi maddesini
koydurtmuştur. Bu üç öznenin üçü de esas olanın verimlilik olduğu konusunda
hemfikirdirler. Onların Kıbrıslı Türk halkı içindeki uzantıları da bu konuda
aynı düşünmektedirler. Ancak bunu halka anlatmak konusunda isteksizdirler…
Kıbrıslı Türkler yerel
yaşamları üzerinde söz söyleme, irade icra etme aracı olan belediyeleri
kaybetmek istememektedir. Salt verimlilik motivasyonu ile hayata geçirilecek
bir birleştirme sürecinin halktan tepki göreceği de açıktır. Bu sebeple UBP ve
CTP, yaklaşık 15 yıldır bu süreci birbirlerinin sırtına yüklemeye çalışarak
zaman kazanmaya çalıştılar. Ancak son süreçte AKP’nin masaya yumruğunu
vurmasıyla, UBP daha fazla direnemedi ve çarpık çurpuk bir birleştirme süreci
halkımıza dayatıldı.
Yerel Yönetimler Kaosu
2022 yazına damgasını vuran
kaosun nedeni budur. AKP tarafından dayatılan süreç; yeterince tartışılmadan,
verimlilikle ilgili boyutları dahi sağlıklı bir şekilde analiz edilmeden,
tamamen el yordamı ile yaşama geçirildi. CTP ise “piyangonun UBP’ye
çıkmasından” sonuna kadar yararlandı. Birleştirilecek belediyelerde siyasi
dengenin, yani hangi belediyede hangi partiden başkan seçileceği olasılığının,
kendi lehine düzeltilmesi ile ilgili istediklerini büyük oranda aldı. Ama buna
rağmen halkta oluşacak doğal tepkiyi, ilk seçimlerde de oya çevirmek için,
birleşme sürecine “sert muhalefet” yaptığı görüntüsü çizmeye çalıştı. Tüm
bağırmaların şiddeti ile söylenenlerin içeriği arasındaki dengesizliğe
bakıldığında bu görülebilir.
CTP, hiçbir zaman “biz birleşmeye
karşıyız” demedi. Ama o kadar yüksek sesle bağırdı ki, birleşmeye karşı olan
halk bunu böyle duydu. CTP “biz birleşmeyi savunuyoruz ama sürecin sağlıklı
yürümesini engelleyen AKP’nin aceleciğidir” demedi. Aksine “UBP bu işi
beceremedi” dedi. Ama bu dayatmayı AKP’nin yaptığını bilen halk, süreci sanki
de CTP tarafından AKP’ye direniliyormuş gibi yorumladı. Post hakikat teorisinde
uzman olan CTP, algı yönetimi açısından kendini aşan bir başarı örneği
sergiledi. Üstelik dayatmanın AKP’den geldiğini ve CTP’nin bunu gizleyerek
yanlış yaptığını söyleyen sosyalistlere de “UBP ajanı, CTP düşmanı” damgası
vuruldu.
Şimdi Ne Olacak?
Günün sonunda hem var olan
demokratik iradeyi de sakatlayan hem de verimlilik ile ilgili hiçbir kaygıya
yanıt vermeyen bir birleşme süreci ortaya çıkmış durumdadır. Bu sürecin iki net
sonucu var: Birincisi sandıktan başka derdi olmayan CTP’nin sandıktaki oyu
artarken halkın özne olma süreci sakatlanmıştır. İkincisi ise belediyelerin
kendi öz gücü ile hareket etme kapasitesi dumura uğradığı için, taşeron
şirketlere yeni bir rant sahası açılmıştır.
Yerel seçim tarihinin
anayasaya uygun olmadığı, birleşme sürecinin hem hukuken hem de siyaseten
garabet düzeyde olduğu ve asıl önemli konu olan Belediyeler Yasası halen Meclis
komitesinde görüşülmekte olduğu halde tam bir sessizlik yaşandığı göz önünde
bulundurulursa; kktc’nin çürüme tarihinde yeni bir eşiğe geçildiği
söylenebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder