Bu bahar Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri gerçekleştiriliyor. Hem Türkiye’de hem de Kıbrıs’ın kuzeyinde birçok insan, bu seçimlerden umutlu. Tüm muhalif kesimlerde, yirmi yılı aşkın bir süredir Türkiye’yi yöneten AKP ve giderek tek adam rejimine dönüşen Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün bu defa biteceğine dair bir beklenti var. Özellikle Altılı Masa’nın Kılıçdaroğlu’nun adaylığı etrafında uzlaşıya varması, deprem sonrası halkta ortaya çıkan öfke ve 2018’den beridir hız kesmeden devam eden ekonomik sıkıntılar göz önünde bulundurulduğunda; bu defa AKP ve Tayyip Erdoğan’ın seçimden yenilgi ile çıkmasının gerçek bir olasılık olarak belirdiği söylenebilir.
Kıbrıslı Türk solu, uzun yıllar boyunca Türkiye’de hangi partinin hükümet olduğu ile sadece Kıbrıs sorunu bağlamında ilgilendi. Gerçi kendine “sol” diyen yapıların, bu kimliklerini sadece Kıbrıs’ta çözüm istenci ile tanımlıyor olmaları nedeniyle, meseleye bu şekilde bakmaları doğal karşılanabilir. Ancak bu bakış açısının yanlış olduğunu son yirmi yıl bize acı bir şekilde öğretmiş olmalıdır.
Kıbrıs sorununa geleneksel
“milli dava” perspektifinin dışında yaklaşan, Türkiye’nin AB üyeliğini
öncelikli hedef olarak tanımlayan ve Annan Planı’na açık bir destek beyan eden
Tayyip Erdoğan’ın 2002’de tek başına hükümet olması, ülkemizdeki rejim solunda davul
zurnayla karşılanmıştı. Kendi resmi anlatılarına bakılırsa; CTP, TDP, BKP gibi
partiler Kıbrıs sorununu çözme iradesinin varlığı nedeniyle ve bu irade devam
ettiği sürece AKP’yi desteklemiş, bu irade sona erdiği zaman da bu desteklerini
çekmişlerdir!
Oysa Kıbrıslı Türk “solu” AKP
ile olan ilişkisi vesilesiyle birçok sıkıntılı değişim geçirmiştir. Ekonomiye
bakışta 1990 sonrası SSCB’nin yıkılması ile başlayan liberal dönüşüm, AKP’li
yıllarda doruğuna ulaşmış; felsefi anlamda siyasal İslamla buluşmayı
kolaylaştıran post modern bilinemezcilik sola sirayet etmiş, Türkiye’de “yetmez
ama evet” gibi utanç verici pratiği örgütleyen sol liberalizm temel düşünme
refleksi haline gelmiştir. AKP’li 20 yıl, “sol” kimliğini Kıbrıs sorunundan
ibaret tanımlayan partiler için; ekonomide, felsefede ve siyasette geri
döndürülemez bir erozyonla sonuçlanmıştır. Bunların örnekleri boldur ancak bu
yazı bakımından önemli olan nokta, rejim solunun kale duvarını açan sihirli
sözcüklerin “Kıbrıs sorununun çözümü” olmasıdır.
Türkiye’deki siyasal yaşama,
Türkiye’de hangi siyasetin hükümet olduğuna veya Türkiye’deki muhalif güçlere
sadece dar bir “Kıbrıs sorununda pozisyonları nedir” perspektifinden bakıldığı
zaman, AKP gibi bir parti ile bile gönül bağı kurulabileceği ve bunun
sonuçlarının da Kıbrıs sorunundan öte olduğu artık açık olmalıdır. Bazı
kesimler hala bu düşünce çizgisinin devamı anlamına gelen “Kılıçdaroğlu da
kazansa, Kıbrıs sorununda Tayyip Erdoğan’dan farklı değil” görüşünü dile
getiriyor, hatta somut bir çözüm olasılığının ortaya çıkması durumunda Tayyip
Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ndan daha esnek olabileceğini ima edenler dahi mevcut.
Bu da geçtiğimiz 21 yıldan pek de ders çıkarılmadığının en net göstergesi!
***
Herhangi bir ülkedeki
seçimlere, o ülke halkının özgürlüğü, eşitliği, demokrasisi, adaleti
çerçevesinde bakmıyorsanız, o ülkedeki emekçilerin sömürüsü konusunda bir
kriteriniz yoksa, kadın özgürleşmesi ve ekolojik meselelere dair bir kaygınız
yoksa; esasen meseleye “soldan” baktığınızı iddia edemezsiniz! Bu söylenenler
Türkiye’deki seçimlere Kıbrıs’tan bakarken de geçerlidir.
Kaldı ki, Türkiye’de
demokrasinin gerilemesi, emek sömürüsünün artması, laikliğin ortadan
kaldırılması, yobazlığın dizginlerinden boşalması, kadın cinayetleri, doğa
talanı gibi pratikler yaşandığında; Kıbrıs’ta da bunların misliyle hayata
geçtiğini yaşayarak öğrendik! Bu da gösteriyor ki; Türkiye’deki siyasal
gelişmeler ne Kıbrıs sorunu gözlüğünden ibaret bir bakış açısıyla
değerlendirilebilir ne de “Tayyip gitsin de ne olursa olsun” yüzeyselliği ile
kavranabilir!
Kendini soldan, emekten, kadın
özgürleşmesinden, bilimden, akıldan, aydınlanmadan, doğadan yana sayan herkesin
Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın gitmesi kadar, sosyalist hareketin güçlenmesinde
de çıkarı vardır. Türkiye seçimlerine de bu çerçeveden bakılmalıdır.
***
Türkiye seçimlerinin
Kıbrıs’taki bir diğer boyutu ise, Kıbrıs’ta yaşayan TC vatandaşı insanların bu
seçim sürecindeki politizasyonu ile ilgilidir. Kıbrıs milliyetçilerinin aksi
iddialarına rağmen Kıbrıs’ta yaşayan TC vatandaşların Türkiye gündemi ile pek
de ilgilenmemekte, AKP’nin uydusu olarak hareket etmemektedir. Son iki seçimde
artmasına rağmen seçimlere katılım oranı %50’nin altındadır. Katılanların
arasında AKP’ye oy verenler ise %50’yi bulmamaktadır! Yani tüm TC vatandaşları
içerisinde AKP’ye verilen oylar %25 dahi değildir!
Bu durum AKP’nin de ilgisini
çekmiş olacak ki, oy kullanma alanlarının okullarımıza kaydırılması, Mağusa’da
konsolosluk açılması ve AKP parti bürolarının Kıbrıs’a taşınması gibi adımlar
son 5 yıla damgasını vurdu. Ne yazık ki özellikle parti büroları konusunda
Bağımsızlık Yolu dışında somu adım atan hiçbir siyasi parti olmadı. Bu
bürolarla ilgili Bağımsızlık Yolu’nun şikayetine, Tufan Erhürman başbakanlığındaki
dörtlü koalisyon, “yasal boşluk var” şeklinde yanıt vermişti, tek resmi
beyanatları da budur!
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder