Çoğu zaman; araçların amaç haline dönüştüğünden yakınırız
ve araçların araç olarak, amaçlarınsa amaç olarak kalmasını kalmasını
istediğimizi bu yolla ifade ederiz. Oysa her aracın kendi amacını içinde
barındırdığını ve kullanılmasıyla zorunlu sonucuna (yani amacına) varacağını
hiç düşünmemişizdir. Yani anlatmak istediğim şu: Ezme araçlarıyla kimseyi
özgürleştiremezsiniz ve özgürlüğün kendi araçları yaratılmadıkça, özgürleşme
adına köleleşmeyi getirirsiniz(1).
Özgürlük; kadercilik, boyun eğme ve dayatmaları sırf
dayatmadır diye (yada dayatanlar bizden daha güçlü, kurnazdır diye) kabullenmek
olmadığına göre, “her şeye” rağmen “her şeye” karşı kendini dayatmaktan başka
yolu olmayan bir yaşam TERCİHİDİR.
Tarih boyunca ezenler, ezilenlere hep farklı farklı
ezilme tercihleri (seçenekleri) sunmuşlardır. Seçmek, özgürlükle
özdeşleştirilmiş, insanlarda böyle bir yanılsama yaratılmıştır. Kendi dışında
üretilen ve yine kendi dışındaki çevrelerin çıkarları ile iç içe geçen farklı
seçenekler, özünde birer seçenek değil dayatmadırlar. Özgürlükse, seçme
özgürlüğü ile sınırlandırılamayacak kadar geniş bir “şey”dir. Özgürlük kendi
tercihlerini YARATMAK (imal etmek, üretmek)tır.
Bir yol
ayrımındayız artık: iki seçenek dayatıyor bize “zaman”. Seç birini ve perçinle
köleliğini, yada yarat alternatifini ve başlat kendi özgürleşme sürecini. HEMEN
ŞİMDİ!
Hemen Şimdi! İşte tam da bu anlamda anlaşılmalıdır. Yani kendi
özgürleşme sürecini ŞİMDİ başlatmak, bunu ertelememek; kendi özgürlüğüne ve
özgürlük mücadelene yabancılaşmamak için HEMEN ŞİMDİ! Yoksa hiçbir şeyin
sihirli değnek dokundurulmuş gibi bir anda değişmeyeceğini herkes bilmektedir. Ama
yine herkes bilmektedir ki, bu uzun ve yorucu süreç HEMEN ŞİMDİ başlatılabilir.
Eğer tarihi yapan insanlarsa ve insanlar tarihi
kendilerinin seçmedikleri koşullar altında yapıyorlarsa; mücadelesi verilen bir
ileri adım, sadece bir geri adımdaki imkanlar ölçüsünde “mükemmel” olacaktır. Ancak
yine de tarihi yapan insanlardır ve zamanın kendi başına bir “hedefi”, “ereği”
yoktur, olamaz. Yani varılacak yere ancak ve ancak mücadeleyle varılabilir. Oturup
beklemeyle tarih ilerlemez ve ilerlemeyecektir de.
Kıbrıs
Şimdi bütün bu saptamalardan sonra bir de ufak Kıbrıs
değerlendirmesi yapalım:
Kıbrıs’ın kuzeyindeki insanlara bugün, iki ezilme
şekilden birini seçmeleri dayatılıyor. (Aslında sırf bu bile yanılsamadır. Kimsenin
kimseye seçenek sunduğu yoktur. Çok “saygıdeğer” emperyalistlerimiz ne
isterlerse o olacaktır Kıbrıs’ta. Ve bizler Kıbrıs sorununun Avrupalarda,
amerikalarda çözülmesini bekleyen zavallılara indirgenmiş bulunuyoruz.)
Seçeneklerde bir tanesi ABD-Avrupa ortak yapımı AB, öteki ise “anavatan”
imalatı entegrasyon. Seç seçebildiğini...
Kimileri diyorlar ki; “eh
madem ki biz sadece ‘dünyada küçücük(!) bir adayız’, madem ki onlar daha güçlü(kurnaz),
bari biz de kötünün iyisini seçelim. Girelim AB’ye. Hem orda insana, hayvana,
doğaya saygı var. Demokrasi var, hak var, hukuk var. Paramız, yaşam düzeyimiz
yükselir, turzimimiz gelişir... Tamam eziyorlar ama, ezmeden eziyorlar.”
Kıbrıs adasında çoğu insanın benimsediği bu görüş,
ekonomik çıkarcılık ve siyasi kolaycılığın en güzel örneklerinden biridir ve
iktisadi aklın sınırlarını zorlamaktadır. Böylece özgürlük ve özgürleşme sanki
başkaları tarafından verilebilirmiş gibi, kendi mücadelenle yaratmadan onlara
sahip çıkabilirmişsin gibi bir yanılsama yaratıyorlar. Sonra da sanki onlara
fikirleri sorulmuş gibi fikir yürütüyorlar: “AB’ye
girelim”, “yok yok entegrasyon
yapalım.”
Uyanın beyler, uyanın! Sizlere bir şey soran, fikrinizi
almak isteyen yok. Terchleri onlar yaratmışsa, kararı da onlar verecektir
elbette. Hem eğer bir özgürlük mücadelesi verecekseniz, bunu niye entegrasyona
veya AB’ye erteleyesiniz ki? Şimdi’den başlamak dururken, hem de daha
anlamlıyken, okuduğunuz gazelleri kimse dinlemiyor.
Dayatılan iki seçenek de köleleştiricidir. Kıbrıs’ın
tarihi boyunca süregelen “birilerinin boyunduruğu altında yaşam” sürecinin
devamından başka bir şey değildir. ve barış, iki halkın kendi kararı ve yaşamı
olacaksa buna kimse karıştırılmamalıdır. Ancak yeni bir alternatif (ama Kıbrıs’ta
yaratılacak bir alternatif) özgürleştirici olabilir. Ve esas tercih özgürleşmekle
köleliğin tasdiki arasındadır.
Kimse bu yazıdan, hazır çözüm paketleri bekelemesin. Yazarın
elbette kendi çözüm önerileri vardır. Ancak asıl olan; kendi alternatifini
yaratma, verili koşulları sorgulama ve neyin kölelik, neyin özgürlük olduğuna karar
verme sürecini herkesin kendisinin başlatmasıdır. Bugünden başlatılacak bir
özgürleşme mücadelesi sonuçta AB’ye veya çok farklı bir sonuca varabilir. Yine de
asıl olan bu işin, bugün bizim kendi öz irademizle başlamasıdır.
Bu yazı içerisinde illa ki bir “seçenek” yaratmam
bekleniyorsa şunu söyleyebilirim: Bizler (Kıbrıs’ta yaşayan bütün insanlar)
kendi özgürleşme mücadelemizi verelim, istediğimiz her ne varsa onları
yaratmaya bugünden başlayalım ve AB seçeneğini (AB ancak biz taraf olduğumuz
zaman dayatma olmaktan çıkar ve seçenek haline gelir) işte bu süreç içerisinde
kendi irademizle ve taraf olarak değerlendirelim. Kabul edelim veya etmeyelim. Ama
iplerin bizlerin ellerinde olmadığı bütün ilişkileri (aslında bu tür bir şey
bir ilişki değil ilişkisizliktir) reddedelim.
Dünya
Dünyada yaşananlar bizim yaşadıklarımızdan pek de farklı
değildir. sözde sosyalizmin yenilgisiyle “Yeni dünya Düzeni” –ki aslında bu
bildiğimiz emperyalizmdir- aklına gelen her şeyi evrensel bir doğruymuş gibi
dünya halklarına dayatmaktadır. Ve bugün insanlık, hayatın her anonda, kendi
dışında üretilmiş seçeneklerle baş başa kalıyor. Aslında bugüne kadar sol
olarak kabul edilen gelenek; bütün umudunu yükselen devrimci dalgalara dayamış
bir gelenekti. SSCB ile yükselen dalga, ikinci dünya savaşı, Şili, Küba, Kore,
Viyetnam, İspanya, Çin ve 68 özgürlük hareketi ile doruğa varmıştı. Bütün dünyada
gençlik, kadın ve çevre hareketleri “sol” alterantifi güçlendiren hareketlerdi.
Ancak herşeye rağmen bu “sol” dünya çapında sınıfta kaldı. Dalga geri çekilince
bütün “sosyalistler” bukalemun gibi renk değiştirdiler. Yeni koşullara ve
ortama uyum sağlayarak, bir zamanki deyimleriyle “tarihin pususuna” yattılar...
Koskoca bir dönemi bir paragrafta geçmek imkansız ancak
benim esas tartışmak istediğim, reel “sol” yapının iç yetersizlik ve
çarpıklıklarıdır. Çünkü koskoca bir dünya devrimi fırsatı tepilmiş, insanlarla
insani bağlar kurulamamıştır. Bunun esas nedeni de, otoriyter, disiplinci,
insan özgürlüğünü devrimden sonraya erteleyen, kaderci ve katı merkeziyetçi
örgüt pratikleridir. Tüm bu eksileri “sol”
partilerin, en kitlesel oldukları anlarda bile, halkın bütününe güven
verememelerine ve halk tarafından “gerçek bir alternatif” olarak kabul
edilmemelerine neden olmuştur. Devrimcilik
adına insanların içine konmaya çalıştığı mengeneler dönüp dolaşıp devrimi un ufak
etmiştir.
İktidar
Şimdi esas söylenmesi gereken şudur: devrim, otoritenin
ve iktidarın yok edilmesi için gereklidir. Yoksa iktidar şunda olmuş, bunda
olmuş bir şey farketmez. Evet iktidar denilen tarz, bir araçtır. Ama kesinlikle özgürlüğün aracı değildir ve
özgürlük mücadelesi; hem bir araç hem de bir amaç olarak iktidar olmayan bir
iktidarı hedeflemelidir. Yoksa yabancılaşma kaçınılmazdır.
Bu yabancılaşma; halka, devrime ve kendimize
yabancılaşmadır. Zorunluluklar ve verili ilişkileri kavramalı ve aşmalıyız
yoksa sistemin farklı bir versiyonunu üretmenin ötesine geçemeyiz. Böylece kendi
kendimizi tüketiriz.(2)
Bugün hem Kıbrıs’ta hem de dünyada Sivil Toplum
Örgütleri, mesleki birlikler ve sendikalar hayati öneme sahip bir taktiksel
potansiyeli, içlerinde taşıyan yapılardır. Bu yapılar, sadece kendi alanlarında verecekleri bir mücadeleyle; iktidarı dört
bir yandan sıkıştırabilir ve çok güçlü bir kamusal ağ yaratabilirler. Aynı zamanda
üyeleri (ve üyeleri aracılığıyla halk) üzerinde çok büyük bir bilinçlenmenin
başlatıcısı olabilirler. Hem meşru hem de demokratik bir zemine dayanmış
olduıklarından iktidarı içine alacakları çember (hiçbir dalganın yükselmesini
beklemeden) her adımda daraltılabilir ve bilinçli bir müdahaleyle halk, yeniden
bir düzenlemeyi, söz-yetki-karar haklarını kendi ellerine alabilir.
Tabii ki bunun koşulları yaratılmadan, bu bir hayalden
öte bir şey değildir. ve tabii ki; sağda solda koşuşturan, örgütsüz ve dağınık
bireylerle bunun koşulları yaratılmaz. Olsa olsa enerji tüketilir, günlük işler
başarılır. Ama iktidar olmayan bir iktidarı hedefleyenler uzun erimli düşünmek
zorundadırlar. Salt bugün için yapılanlar, yarını garanti edemez. Ve halka
kendini anlatamamaya, “anlaşılamayan” olmaya mahkumdur.
Örgütlenme
Halka kendini anlatmak, ilişkileri bir hedefe
yönlendirmek, yapılacakalrı planlamak ve günü gününe tahlil etmek örgütlenme işidir. Ve bu örgüt öncü
PARTİ’dir. Ancak unutma ki “Kendine öncü
misynu biçmen, bunu kendinden menkul bir kazanılmış hak olarak başkalarına
dayatmana yol açmamalı. Bu sıfatı göbek adınmış gibi, doğuştan konuş, değişmez
ve değiştirilemez bir özelliğinmiş gibi telaffuz etmemelisin(3).”Ve
partisiz bir mücadele, ayakkabısız bir koşuya benzer. Daha koşuya çıkmadan
yenilgi garantidir. Parti biraz önce kurduğumuzz denklemdeki bir eksikliği de
giderecektir; Bilinçli Müdahale, DEVRİM(4).
Geçmişin bütün hataları bugün gözlerimizin önünde. Ama geçmiş
hakkında tartışacağımız şey PARTİ olmamalı. Esas tartışılması gereken partinin
içeriğidir. Sorumluluk ve disiplin kime karşı ve niçin olmalıdır? Parti içi demokrasi nedir? Demokratik
merkeziyetçilik bugün için gerekli midir? Merkez Komite her zaman haklı mıdır? Ve
hatta Merkez Komite gerekli midir? Gerekliyse niçin?
Niyetim sorular sorup cevapsız bırakmak değil. Mutlaka herkesin
bu sorulara kendince bir cevabı vardır. Ama gelin bir daha düşünelim; eğer
özgürlük için ve iktidarı yok etmek için mücadele ediyorsakk, parti içi
ilişkilerimizde neden bir otorite yaratalım? Yoksa bizler sözde geçici ve istisna
için oluşturulan yukardan aşağıya disipliner yapıların, sonuçta totalitarizme
vardığını SSCB deneyiminden öğrenemedik mi?(5)
Bunların hepsi yazının başında geçen “araç-amaç”
bağlanmında sorgulanmalıdır. Kıbrıs’ta yaratılacak bu türden bir işleyiş (Parti-Demokratik
Kitle Örgütleri-Halk) hem kuzeyde hem güneyde ve birbiri ile ilişki içerisinde
gelişmek zorundadır. Bunun koşulları da vardır. 1 Eylül bu açıdan büyük bir
deneyimdir. Kuzeyde örgütlenen bir dizi eylem, sınır olayları nedeniyle moralsizliğe
kapılmış güneylilerde hemen yansımasını bulmuş, bir hafta geçmeden destek
mesajı ve bir barış gecesiyle dayanışmanın ilk adımı atılmıştır. Ama bu
ilişkinin Yunanistan ve Türkiye ayakları da kesinlikle gözardı edilemez. Hem Yunanistan
hem de Türkiye’deki devrimci, demokrat güçlerle birlikte yükseltilecek bir kavga,
dünya arenasında verilecek bir onur mücadelesine dönüştürülür ve safların da
belirlenmesiyle son vuruş yapılabilir.
Ancak tüm bu anlatılanlar, elbette burada özetlendiği
gibi kolay değildir. Ve ne kadar zor olacağını da süreç yaşanmadan kimse
bilemez. Söz konusu olan koskoca bir ilişkiler ağıdır ve bu arada anti-barışçı
ve şövenist güçler de oturup tüm bunların başarılmasını beklemeyeceklerdir
elbette. Yine de ilk adım, bulunduğumuz yerde belirleyici olmakla atılabilir. Mücadele
geliştikçe tüm halkı (kuzey-güney) içine çekecektir.
Sonuç
Tüm bunların temeli yeni bir sosyalizm, yeniden bir
sosyalizmdir. Ekonomiyi ve iktidarı değil İNSANI merkez alan bir sosyalizmdir. Yıllar
öncenin tartışması, “sanat kimin içindir”; bugün herkes ezberlemişçesine cevap
veriyor, “toplum içindir.”
Nasıl hastaneler, teknoloji, eğitim ve sanat toplum
içinse, DEVRİM de toplum içindir. Ve bunların
hepsi, toplumal beraber, toplum tarafından toplum içindir. Asla topluma rağmen
değil.
Sosyalist birey tüm bunların bilincindeki bireydir. Kendi
varoluşunu ancak toplum içinde ve toplumla birlikte yaşayabilen,
yabancılaşmamaış biir birey olarak sosyalist birey “en birey”dir. Yeni sosyalizmin
yapıtaşları da sosyalist bireylerdir. Burada herkes kendisi bir iktidardır. İktidar
yoktur.
İnsan olmak, hissettiğinin eyleminde olmaktır. Özgür
hissetmektir. Kendini özgür zannetmek değil, hislerinde özgür olmaktır.
Beklerken özgür olunamaz.
Devrimi beklerken, barışı beklerken, sevgilini
beklerken... Beklemek bağımlılıktır. Beklediğin şeyi beklemeye bağımlı olmak. Ve
insan ancak yaparak özgürleşir. Özgür hissettikelrini yaparak. Bu yüzden şimdi
yola çıkmak zamanıdır. Bunca durduğumuz, bunca beklediğimiz yeter; imdi yapmak
zamanıdır.
“Sosyalizm” öldü,
yaşasın SOSYALİZM.
----------------------------
(1) “Amaç
araçtır, araç da amaçtır.” Ursula K. Le Guin, Mülksüzler, Metis Yayınları
(2) “Efendisini
taklit eden köle, onun sadece aşağılayıcı bakışlarını hak eder.” Charles
Fourier, Geleceğin Aşk Dünyasından, Pencere Yayınları
(3) Melik
Pekdemir, Kuralsızlığın Kuralları, Başak Yanınları
(4) “Ezen
ezilen çelişkisinin çözümlenişi gerçekte, ezilenlerin sınıf olarak ortadan
kalkmasını içerir. Bununla birlikte eskinin ezilenlerinin, eski ezenlerine
dayattığı ve eskinin ezenlerinin önceki konumlarını yeniden kazanmalarını
önleyen kısıtlamalar baskı/ezme oluşturmaz.” Paulo Freire, Ezilenlerin
Pedagojisi, Ayrıntı Yayınları
(5) “Önderler, ezilenlere sözümona düşünemyen ve sadece
eylem yaptırılan şeyler muamelesi yapamaz. O zaman ezilenler gerçekte manipüle
edilmeye devam edeceklerdir. Ve bu sefer manipüle edenler, manipülasyonun sözde
düşmanları, yani önderler olacaktır.” Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi,
Ayrıntı Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder