7 Şubat 1997 Cuma

Kıbrıs’ta Özelleştirme

“Ruhunu sat.
Hemen, bir an önce sat ve kurtul.
Nerede ve nasıl mı satmalısın?
Piyasa seni bulacak merak etme!
Ondan sonrası daha kolaydır.” (1)

‘Özelleştirme’; son on yıldır ‘globalleşme’, ‘teknolojik devrim’, ‘medya’ vb. laflar gibi yoğun olarak işittiğimiz bir kelime. 2-3 yıldır da siyasi ve ekonomik yaşamımıza girmiş durumda (MENAR, Elektrik Kurumu, Kooperatif vs.)
Özelleştirme tartışmaları, devletin küçültülmesi söylemi ile at başı gidiyor. Klasik burjuva iktisadında bırakalım devletin küçültülmesini, aslında devlete yer bile yoktur. Toplum ‘piyasa’ya indirgenmiştir ve her şeyi ‘piyasanın görünmeyen elleri’ düzenler. Oysa liberalizmin yaşanan tarihinde böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. 1929’daki büyük bunalımla birlikte burjuvazi devlete sığınmış, bu sığınmanın ismi de sosyal devlet olmuştur.
Aynı şekilde; az gelişmiş (gelişnekte olan, aslında gelişmemekte olan) ve hiçbir zaman gelişemeyecek olan 3. Dünya Ülkelerinde yerel burjuvazilerin yaratılması yolunda ulus devletler görevlendirilmiş, KİT vb. kuruluşlarla sermaye yaratılmasına başlanmıştır. Yani liberalizm ta baştan devletle el-ele doğmuş ve büyümüştür. Hatta I. ve II. Dünya savaşları çeşitli ülke burjuvazileri adına, o ülkelerinin devletlerinin, dünya piyasasını paylaşım savaşlarıdır.
1980’li yıllarla birlikte SSCB “tehtitinin” ortadan kalkması, ve vahşileşerek büyüyen sermayenin daha denetimsiz pazarlara olan ihtiyacının artması, ‘ulus devleti’ gereksiz kılmıştır. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak da; özeleştirme (yeniden liberalizm) gündemimize sokulmuştur. Artık her yerde piyasanın sihirli nimetlerini dinliyor, devletin küçültülmesi, özel teşebbüs, karlılık, yüksek verim, sermayenin tabana yayılması, ihracata dönük ekonomi, gümrük duvarlarının kaldırılması naralarına kulak veriyoruz.
Tüm bunlara global düzeyde cevap vermek bu yazının konusu değildir. bu yazının konusu daha çok, “Kıbrıs’ta özelleştirme nasıl işliyor?” sorusuna verilecek cevapta aranmalıdır. Ancak yine de şunu söyleyebilirim ki; bir taraftan silah satım ve alımındaki yüksek oranlar, bir taraftan da devleti küçültmekten bahsedenler pek de uyumlu bir birliktelik arzetmiyorlar. Ayrıca sermayeyi tabana yaymak söylemi de kof bir hayalden öteye bir şey değildir. hele hele dünyanın en büyük 5 çok uluslu şirketinin yıllık cirosunun, tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin gelirinden fazla olduğu bugünkü koşullarda. (2)    
ÇATI’nın Kasım sayısında, Yasa arkadaşın sorup da cevap vermekten kaçındığı iki soru var; oysa bence bu sorular tam da özelleştirme tartışmalarının can damarıdırlar: “Özelleştirmeyi kimler ister / kimler istemez?” Bu sorulara cevap vermeye çalışmadan girişilecek bir tartışmada elde edilecek “verim”in dereceleri konusunda ciddi şüphelerim vardır.

Özelleştirmeyi Kimler İster?
Özelleştirmeyi kimler ister sorusunun cevabı çok açıktır. Özelleştirmeyi ondan en çok fayda bulacak olanlar ister. Bunlar tabii ki burjuvalar, sermayedarlardır. Sıradan bir işçinin, köylünün veya memurun bir sabah kalktığında birden bire özelleştirmenin olması gerektiğ kanaatine vardığını veya varabileceğni düşünmek ne kadar mantıklıdır? Hem de bir toplumun büyük bir kesiminin özelleştirme kelimesinin ne demek olduğunu bile bilmediği bir ortamda.
Çıkarları özelleştirmeden yana olanlar; zaten TV’leri, radyoları, gazeteleri ellerinde bulunduranlardır. Ve kendi çıkarlarını toplumun çıkarıymış gibi lanse etmeyi, uzun süreden beri çok iyi becermektedirler. “Her tarihsel durumda egemen sınıfın düşünceleri, egemen düşüncelerdir.” (3)
Koskoca bir hayatı, arz-talep eğrileri, gayrı safi milli hasıma (GSMH), kar, verimlilik şeklinde açıklamaya çalışanlar, burjuvalar, kapitalist sınıf, Vietnam’a, Kore’ye, Nikaragua’ya, Irak’a, somali’ye asker çıkaranlar en büyük özelleştirme savunucularıdırlar.
Tabii bu arada KİT’lere asalak gibi yapışarak zenginleşen ve artık bunları kendi mülkiyetine geçirerek daha da zenginleşmek isteyen bürokratları unutmak, onlara haksızlık etmek olurç

Özelleştirmeyi Kimler İstemez?
“Özelleştirmeyi Kimler İstemez?” sorusuna yanıt verirken azami ölçüde dikkatli olmalıyız. Özellleştirmeyi istememek veya doğru bulmamak demek, devlet sektörünü tercih etmek veya bugünkü durumdan memnun olmak demek değildir.
Devlet sektörü ve özel sektör; bu iki “tercih” noktası dışında veya bunlara alternatif bir tercih yokmuş gibi davranmak, tüm sosyal bilimleri reddetmektir. Bizler biliyoruz ki; siyaset sahnesine yükselen her sınıf, kendi yaşamsal ihtiyaçları doğrultusunda politikalar üretir. Devlet-özel ayrımı tarih boyunca burjuva üretim tarzının dayattığı iki ayrımdır. Burjuvazi, işine gelince devletleştirme, işine gelince (özelleştirme uygulamalarını hayata geçirmiştir ve bunların ikisi de liberalizme uygun seçeneklerdir. Bu noktada bizlerin yapacağı şey, neo-liberalizme karşı Keynesçi Liberalizmi (Devletçi) tercih etmek olmamalıdır. Bizler (eğer farklı kaygılarımız varsa) ekonomiyi de, politikayı da gelişmekte olan ve çökmekte olan sınıflar bağlamında ve elbette ki tarihsel bütünlüğü içerisinde kavramalıyız. Ve üreteceğimiz politikalar da bu çerçevede olmalıdır.
Neo-liberalizm – Keynesçi Liberalizm ayrımında, neo-liberalizmin safını tutarak verilen bir yanıt olan Yasa’nın yanıtı “sendikalar istemez, güçsüz oldukları için” bu anlamda doğrudur.
Oysa cevaplandırmaya çalıştığımız her soruda bizlerin kalkış noktası; işçilerin, memurların, hayatını kendi emeği ile kazanan insanların, yani emekçilerin kalkış noktası ile aynı olmak zorundadır.
Hiç durmadan verimlilikten ve kardan bahsedilmektedir. Bunları hayata geçirenler, kapitalistlerin cebine akıtanlar kimlerdir? Tabii ki emekçiler. Buna rağmen özelleştirme tartışmalarında onlardan hiç bahsedilmemektedir. (Emekçi Halkın Kitle Partisi!? CTP dahil kimse.) Acaba bunun nedeni, ekonomistlerimizin gözünde, emekçilerin fabrikalardaki makinelerden bir farkı olmaması mıdır? (Oysa artı değerin kaynağı makineler değil, iş gücüdür.)
Peki özelleştirme yapılınca kar nasıl artacak?
Şöyle, işten atma, ücret düşürme, bütün bunlardan önce de sendikasızlaştırma yoluyla (patronun kendi malı, ister atar ister satar!)
Böyle bir ortamda, hangi emekçi özelleştirmeyi savunabilir ki? Oysa Yasa şöyle demektedir: “Devlet sektöründe sendika hakkı, iş garantisi var. Oysa özel sektörde sendikalar mücadele vermek zorunda çünkü böyle bir garantileri yok.” Çok güzel bir ifşaat. Eğer özelleştirmenin anlamı ve amacı bu ise açık açık söylenmelidir: İşten atma hakkı, sendikasız ve düşük ücretle işçi çalıştırma hakkı. Ne yazık ki tüm özelleştirmeciler Yasa kadar açık yürekli olamıyor. Öyle olsalardı, her gün TV’lerden bangır bangır dinlediğimiz özelleştirme reklamlarında bunları da söylerlerdi. Neden söylemiyorlar sahi?
Bunların yerine “zarar eden KİT’leri satmak”tan bahsediyorlar. Zarar etmekte olan bir yapıyı satın alması için, özel sektörün aşırı derecede saf (öteki ismiyle aptal) olması gerekmez mi? Yok eğer bu yapılar, biraz yatırımla kara geçeceklerse, bunu niye devlet yapmıyor? Yoksa zarar etmeleri milli çıkarlarımıza! daha mı uygun? Tüm bu söyledikleriyle çocukları bile kandıramadıklarının farkında değiller mi?
Esasında kapitalist sistem devam edecek olduktan sonra, devlet-özel tartışması! emekçiler düzeleminde anlamsızdır. Fabrikalar, işyerleri, doğal olarak onlara kimler emek veriyorsa onların olmalıdır. Yoksa asalaklar arasında (devlet-özel) bir seçim yapmanın hiçbir mantığı yoktur.
Mülikyet devlette olmuş, özelde olmuş ne farkeder? Mülkiyet var olduktan sonra...
Neo-liberallerimiz hiç durmadan devleti küçültmekten bahsediyorlar. Bu bizim en son itiraz edeceğimiz şeydir. Devlet küçülsün, hatta yok olsun.
Devlet okullarda müfredatı belirliyor. Özel okul-devlet okulu farketmeden çocuklarımızın beyinlerine neler sokacağına devlet karar veriyor. Oysa yine devlet okulu-özel okul farketmeden kitap paraları ve her türlü araç-gereç çocukların aileleri tarafından karşılanıyor. Şimdi devleti küçültmekten bahsedenleri; sözlerinde samimi olmaya çağırıyoruz. Müfredatlardan ellerinizi çekin, devleti küçültün!
Son tahlilde ne özel mülkiyet ne de devlet mülkiyeti emekçilerin amacıdır. Emekçilerin çıkarı, herkesin kendi bulunduğu üretim bölgesinde söz-yetki-karar haklarına sahip olduğu, şeffaf, kar için değil “zevk” için üretim yapılan demokratik iş yerlerindedir.
O zaman en baştaki soruya şimdi cevap verebiliriz. Özelleştirmeyi bizler istemiyoruz.
Tüm bu söylenenlerden sonra bir de yaşanan gerçeklere bakalım.

Bizim Ülkemizde Özelleştirme Nasıl İşliyor?
Cevap vermek hiç de zor değil!
1-) Özelleştirme devleti Büyütüyor
Devlet bir kurum olarak; egemen sınıfların ideolojik ve politik aygıtıdır. Bu anlamda sömürücü sınıfları büyütecek her türlü eylem, devleti de büyütür.
Yukarda verdiğimiz örnekteki gibi (okullar), özelleştirme ile birlikte devletin etkinliğinin ve gücünün artmadığı tek bir örnek gösterilemez.
2-) Ülkemizde Özelleştirme Devlet Eli ile İşliyor
3. Dünya’da özelleştirme uygulamaları, devlet politikası haline gelmiştir. Ve bu anlamda da devlet-özel elele vermişlerdir.
Özelleştirme reklamlarını devletin yapması, özel firmaları ikna etmek için çeşitli girişimlerde bulunması, özelleştirme uygulamalarını protsto edenlere baskılar, tutklamalar ve coplamalar hep devlet tarafından, özel sektör lehine yapılmaktadır. Bazıları hala devleti küçültmekten bahsederken, devlet copla kafamızı kıracak kadar büyüktür.
3-) Bizde Özelleştirme Sendikasızlaştırma Şeklinde İşliyor
Özel sektörün yaptığı ilk icraat sendikasızlaştırma oluyor. İşçilerin kazanılmış tüm hakları, sorgusuz sualsiz ellerinden alınırken toplu sözleşme-grev hakları yok sayılıyor.
4-) Bizde Özelleştirme İşten Atılma Şeklinde İşliyor
Sendikasız, direnme şansı olmayan insanları işten atmaktan daha kolay bir şey yoktur. Kar artarken işsizler ordusu da büyüyor.
5-) Kuzey Kıbrıs’ta Özelleştirmenin sonucu GÖÇ’tür
Kendi ülkesinde insanca yaşayamayan insanlar, elbette ki çözümü başka yerlere ‘kaçmakta’ bulacaklardır. İşsiz insanların göç etmeleri mucize sayılmamalı. Ve bu sonuç (GÖÇ) özelleştirmenin dolaylı değil doğrudan sonucudur. Denilebilir ki, özelleştirme bizim ülkemizde göç demektir ve bu bilinçli bir politikadır.
6-) Kuzey Kıbrıs’ta Özelleştirmenin Sonucu İnsansızlaştırmadır
Yakın gelecekte K. Kıbrıs’ta Kıbrıslı türk kalmayacaktır. Bu, hızla devam eden göçün en doğal sonucu olacaktır. Aslında göç olgusu iyice incelendiğinde görülecektir ki, göç edenler arasında Türkiye’den Kıbrıs’a yerleşmiş insanlar önemli bir yüzde tutuyorlar. Kıbrıs bir sıçrama tahtası haline gelmiştir.
Her yıl daha az ürün veren portokal bahçeleri, gittikçe çölleşen Mesarya, bir zamanlar 2000 çeşit ot yetişen şimdi ise hayvancılığın bile ölme noktasına geldiği sapsarı bir ada. Burası olsa olsa askeri bir üs olur. İnsansızlaştırma işte budur.
Özelleştirme savunucuları ise, bundan şikayet etme hakkına sahip en son insanlardırlar. Artık geldiğimiz noktada tercih, ideolojik bir tercih değil, ahlaki bir tercihtir.
7-) Özelleştirme Entegrasyon Demektir
Satılan firmaların kimlere satıldığına bakmak, bunu görmek için yeterlidir. Ve özelleştirme bu ülkede tam da bu anlatılanlar demektir.
Hiç kimse batı demokrasilerinden, burjuva liberalizminden bahsederek zihin bulandırmasın. K.Kıbrıs bir 3. Dünya ülkesidir ve burada özelleştirme böyle uygulanır. Özelleştirmeye evet diyen, entegrasyona evet demiştir. (2x2=4)
Gerçekleri görmek için hiç de geç kalmış değiliz. Yapmamız gereken ilk şey; durduğumuz noktayı yeniden değerlendirmektir. Bu lkede yaşamak ve bu ülkede üretmek, kendi alternatifini yaratmak sorumluluğunu da birlikte getirir. Ötesi yokoluştur.
Söz-yetki ve karar hakları, emekçilerin üretimden gelen haklarıdır. O zaman, toplumsal zenginliği; kişi başına düşen KİTAP, kişi başına düşen AĞAÇ, kişi başına düşen SEVGİ, kişi başına düşen OKSİJEN ile ölçenler; özgürlüğü, özgürlük hakkını her türlü servetin, paranın ve iktidar hırsının üzerinde görenler, yani hala daha insan olanlar, bir an önce birleşmek ve bu gidişe yeter demek durumundadırlar. Başka çare yoktur.
Hala daha “verimlilik, verimlilik” diye tutturanlarınız varsa şunu da belirmeliyim ki bdünyadaki en büyük verimlilik ve büyümeFranco İspanyası, Hitler Almanyası ve Mussolini İtalyasında yakalanmıştır. Eğer bütün amacımız verimlilik ve büyüme ise, hiç başka ayrıntılara girişmeden doğrudan faşizmi kurmak amacımıza ulaşmak bakımından daha kolay olacaktır.
Oysa biz “insanlar feda edilemez, edilmemelidirler” demekteyiz. Bu bir çağrıdır; insanları feda etmeyelim.
Yoksa siz,
-Polis copu ile uygulanan özelleştirmeyi mi savunuyorsunuz?
-İnsanların yaşam haklarının sözde kar, sözde verim adına yok edilmesini mi savunuyorsunuz?
- Sendikasız çalıştırmayı, işçi kıyımını mı savunuyorsunuz?
- İşsiz kalan, kendi ülkesinde kendi kurumlarından kovulan insanların göç etmesine mi sebep oluyorsunuz?
- Ve tüm bunları yaparken gerekçeniz özgürlük mü? (Liberation)
O zaman siz: Liberalsiniz.
Yetmez, neo-liberalsiniz.
Yani, insanların yaşama, çalışma ve mutlu olma haklarına kar ve verimlilik için kolayca sırtınızı dönebilir, bunları görmezden gelebilirsiniz. Yani sizin için en önemli iki şey ‘üretim’ ve ‘tüketim’dir.
Eh “tarihin sonunun geldiği”, “ideolojilerin öldüğü” bir dünyada, tüketim kültürünün kalk borusu da ancak neo-liberaller tarafından çalınabilirdi. TÜKENENE KADAR TÜKETİN!
Elhamdülillah Liberaliz...


(1) Genç Bir İşadamına, Emre Yılmaz, İlkkaynak Yayınları, 1996
(2) Sömürgecilik, Emperyalizm, Küreselleşme, Fikret Başkaya, Öteki Yayınları, 1995

(3) Karl Marx

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder