10 Ekim 1998 Cumartesi

Medya ve Etik


Medya ve Etik konulu panelimizde benim üzerinde önemle durmak istediğim konu TARAFSIZLIK konusudur. Gazetelerin, Televizyonların, kısaca iletişim araçlarının tarafsız olması gerektiği, özellikle de içerisinde yaşadığımız iddia edilen “Bilgi Çağı”nda bunun daha bir gerekli olduğu neredeyse global bir mutabakat halindedir.
Örneğin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 1993’de aldığı ‘Gazetecilik Etiği’ne ilişkin 1003 sayılı kararı ve 1215 sayılı tavsiyesi tarafsızlığın medya etiğinde önemli olduğunun altını çiziyor.
Ayrıca demokrasi’nin iki olmazsa olmaz şartı olarak enformasyon ve iletişim gösteriliyor. Yani yurttaşlar ve kurumlar kendilerini kamu önünde ifade edebilmeli ve doğru enformasyon edinebilmelidirler. Enformasyon ve iletişim güdülenmenin, manipüle edilmenin bir aracı olmamalıdır. Aksine doğruluğun ve tarafsızlığın bir aracı olmalıdır.
Genel olarak yapılan bir ayrım da inandırmak ve ikna etmek arasındadır. Kısaca tanımlamak gerekirse;
İnandırmak; diyalog sırasında (diyalog burada olmazsa olmazdır) karşı tarafın bakış açısını değiştirerek desteğini almayı ifade eder. (İkinci kişi önemli)
İkna etmek; diyaloğa dayalı olmayan tek yönlü bir süreç olarak işler. Alıcı diyalogda (yani inandırmakta) etkin taraf iken, iknada edilgin, manüpile edilen, güdülenen rolü üstlenir.
Sonuç olarak gazetecilik etiğine ilişkin olarak yapılan tartışmalarda varılan Ahlaki İkilem şöyle tanımlanabilir:
Ya, hertürlü yolu kullanarak izleyicileri ve dinleyicileri belli bir kanalı izlameye veya gazeteyi okumaya ikna etmek ya da doğru ve tarafsız enformasyonla ve etik kanılarla (opinion) inandırmak.
Ve tartışma bu eksende döner durur. Hatta bazı durumlarda belli gazeteler ötekisini tarafsız davranmamakla, taraf olmakla suçlarken; suçlanan taraf suçu gerisin geri ötekisine fırlatmakta tereddüt etmez.
Bu konuşmada, benim bu ikilemde bir yanı seçmemi ve onu savunmamı bekleyenleriniz olabilir. Ancak benim konuşmamın ekseni bu doğrultuda değildir.
Ben öncelikle bu sunulan ideal ilkelerin geçerliliğini sorgulayarak durum tanımı yapmaya çalışacağım. Daha sonra ise varolan durumda en “doğru” tavrın ne olduğunu bulmaya çalışarak kendi Ahlaki İkilem tanımımı yapacağım. Biraz sonra ortaya koyacağım ilkelerden de anlaşılacaktır, yalnız yanlış anlamaya yer vermemek için altını çizeyim; burada doğru tavrı bulmaya çalışırken herkesin doğrusunu bulmaya çalışmıyorum. “Doğru” benim kendimi ait hissettiğim, grubun, sınıfın veya toplumsal kesimin çıkarlarını maksimize etmesi anlamında doğrudur. Yoksa Boyacı’nın veya Sabancı’nın veya McDonald’s’ın doğrusuyla; kaçak işçinin veya köylünün veya Amerikalı bir kızılderilinin doğrusu aynı doğru değildir. Olamaz.
Medya Etiğine ilişkin genel kanıları ve tartışma başlıklarını biraz önce belirttim. Bunların hemen hepsinin genel kesişme noktası; tarafsızlık ve doğruluktur.
İlkönce gelin hepbirlikte bu kanıların geçerliliğini ve güncel pratikte ne kadar yer bulup bulmadıklarını sorgulayalım.
Tarafsızlıktan bahsedebilmek için öncelikle belli tarafların bulunduğunu ön varsaymamız gerekir. Taraflar yoksa tarafsız olmanın üzerinde durmanın da bir anlamı yoktur.
Peki modern toplumda bu taraflar nelerdir veya kimlerdir?
Mesela ikdidara gelmek amacını taşıyan partiler, daha çok ithalat isteyen tüccarlar, ihracata öncelik verilmesini isteyen sanayiciler, taban fiatları, gübre fiyatları ile ilgilenen köylüler, ücretlerine ve iş saatlerine vurgu yapan işçiler, okul ücretleri, kültürel ve sosyal etkiniklerle ilgilenen öğrenciler,vs. vs. Tüm bunlar toplumsal kesimler veya sınıflardır. Kısaca modern toplumda sınıfların varlığı kabuledilegelen bir gerçektir.
Sınıfların arasında belli çelişkiler her zaman olmuştur ve bu çelişkiler (uzlaşır veya uzlaşmaz, hayati veya geçici çelişkiler olmalarına bağlı olarak) toplumda belli şekillerde yansıma bulurlar.
Ticaret, sanayi, borsa ve para burjuvazisi, yönetici elit ve dünya emperyalist tekelci burjuvazisinin kendi aralarındaki çelişkiler uzlaşabilir çelişkilerken, tüm bunlarla köylülük, işçi sınıfı ve öğrenci kesim arasındaki çelişkiler de uzlaşmazdır.
Burada uzlaşır çelişkiden kastımız; günübirlik ve o günkü durumdan beslenen, geçici ve toplumsal bir değişim yaratmaktan uzak çelişkilerken; uzlaşmaz çelişkiler modern toplumun ilk gününden başlayarak devam eden çözülmesi, kapitalist toplumsal düzenin, sınıfların, aile yapısının, kültürel ilişkilerinin, ahlak anlayışının, ekonomik yapısının ve iktidar anlayışının çözülmesi demek olan çelişkilerdir. Bunların uzlaşma, belli bir noktada anlaşmaya varma şansı yoktur. Uzlaşmazdırlar.
Kısaca söylemek gerekirse bir bütün olarak medyanın bu çatışmalarda tarafsız olması, söylemden öteye geçmeyecek bir göz boyamadan ibarettir. Uzlaşmaz çelişkinin bir ucunda bulunan yönetici kesim, tarafsız ve doğru habercilik yaptığını söyleyen burjuva medyasınca perde gerisinden desteklenmektedir.
İlk başta demokrasinin olmazsa olmazı olarak tanımlanan enformasyon ve iletişime bakalım; yuttaşların ve kurumların kendilerini kamu önünde ifade edebilmeleri ve doğru enformasyo alabilmeleri.
Bir kere her toplumsal sınıfın kendi doğruları varken, doğru enformasyondan bahsetmek doğru mudur? Pratiğe baktığımızda haklı çıkacağımız kesindir: Günümüz medyasında enformasyon bir monolog halindedir. Alıcı, yanıt verme veya karşı görüşte olduğunu açıklama fırsatına sahip değildir. Süreç inandırmak şeklinde değil, ikna etmek şeklinde işlemektedir.
Kapitalist burjuva sınıf toplumun hemen her kesimini ikna etmiş durumdadır. Uzlaşmaz çelişkiler kültürel ve üst yapısal alandan kovulmuş(gazete, müzik vs) ekonomik ve alt yapısal alana hapsedilmiştir. Zaten sorun da bu çelişkileri üst yapıya taşıyabilme sorunudur. Gazeteciliğin, Alternatif Gazeteciliğin rolü de bu noktada ön plana çıkmaktadır.
Şöyle bir düşünün; bugün dünya çapında yapılan sermaye yatırımlarının %40’ı enformasyon teknolojileri ile iletişim endüstrilerine gitmektedir.
Neden?
Birincisi, bu alan hayati önemde bir alandır. Toplumu manipüle etmek, nasıl düşüneceğini sağlama almak, istenildiği şekilde düşünmesini sağlamak ona verilen bilginin niteliğini belirlemekten geçer. Böylece askere ve polise çok gerek kalmaz. Toplum kültürel yolla etkisizleştirilir. İkincisi, bu hayati alan artık kar getiren bir alandır. Bir taşta iki kuş yani.
Farklı sorunları yaşayan insanları temsilcisi olması gereken Alternatif Medya, bu zincir kırmak, kendi sınıfını inandırarak bilinçlendirmek ve alt yapıdaki çelişkiyi üst yapıya, kültürel arenaya taşımak suretiyle sınıfsal bilinci yerleştirmekte bir araçtır. Yani bu anlamda tarafsızlık mümkün değildir.
Burjuva medyası tarafsız olduğunu söyler ama her gün burjuva kültürünü ve ekonomik, sosyal kültürel anlayışını beyinlerimize tıkıştırır. Tarafsız olduğunu söyler ve hatta burjuvazi içi çelişkilerde karşı burjuvayı kötülemesini, “işte bakın biz her kesimin haklarını savunuyoruz.” şeklinde lanse eder. Ancak kendi sermayesinin sahibini ve yaslandığı sınıfsal grubu asla kötülemez.
X gazetesini düşünün, tarafsızlıktan bahseder, iktidarı, muhalefeti, herkesi eleştirir fakat asla kendi patronunun hatalarını yazmaz. Aksine savunur ve yüceltir.
BRT, İsmet Kotak aleyhine, KKTC’nin bir yanlışı ile ilgili ya da hükümetin gerçek yüzünü gösterecek tek bir haber yapmaz. Denktaşın yaptığı açılışlar, ilk haberdir ama bir barış yürüyüşü 3-5 saniyelik görüntü ile geçiştirilir, bazan hiç girmez.
Ama hiçbiri tarafsızlığına toz kondurmaz.
Doğrusu, bunların her birinin bir taraf olduğunu; sistemin böyle işlediğini ve “tarafsızım” diyenlerin en başta ve ilk taraf olduğunu görmektir. Zaten aksi de mümkün değildir.
Toplum için en iyisini yaptıklarını ve toplumun çıkarları dışında çıkarları olmadığını söyleyen televizyon kanallarını ve bunların yayımladığı filmleri bir düşünün. Hepsi de Amerikan kültürü pompalayan filmler yayımlamakta, anti-sosyalist probogandada yarışmaktadırlar. Filmlerinin reklamını yaparken, “muhteşem-süper-şahane-ultra” tanımlarını kullanmaktadırlar. O halde soralım, öteki kanallar hiç mi güzel film yayımlamıyorlar. Peki, şu toplumu düşünen televizyon kanalları; neden “falanca kanalda şöyle bir film var, güzel filmdir, izleyiniz.” diye yayın yapmıyorlar?
Tarafsız ve sınıflar üstü olduğunu söyleyen yalan söyler. Ve en başta o, bir sınıfın temsilcisidir.
Peki, ne yapmalı?
Daha önce de belirttiğim gibi, Alternatif Medya kendi sınıfsal bakış açısını topluma anlatacak. Egemenlerin ve burjuvazinin çıkarlarını, hesaplarını, foyasını ortaya dökecek, bunun başka yolu yoktur. İnsanlara(işçilere, köylülere, öğrencilere ve küçük esnafa) onların yaşadığı sorunların dünyanın her tarafında yaşandığı, düşmanlarının başka toplumlar arasında olduğu kadar kendi egemenleri arasında da bulunduğu, dostlarının ise, dünyanın her yanında onlarla aynı acıları çeken sınıflar olduğu anlatılmalıdır. Haberler böyle seçilmeli, yorumlar buna göre yapılmalıdır.
Yani en temel, günlük ekonomik çelişkiler üst yapıya, kültüre, gazeteye, radyoya ve bir gün televizyona yansımalı, ekonomik kavga kültürel boyut kazanmalı ve mücadeleye içerik kazandırılmalıdır.

Peki bu bağlamda bizim ahlaki ikilemimiz nedir?
Ahlaki ikilem, tüm bunları yaparken taraf olduğumuzu açık açık söyleyecek miyiz, yoksa tarafsızız deyip yalan mı söyleyeceğiz ikilemidir.
Biz gerek toplumsal anlamda, gerekse enternasyonal ölçekte çoğunlukta olan ancak sınıf bilincini henüz kazanmamış bir tabakanın kültürel temsilcileriyiz. Korkumuz yoktur. Gerçeği söylemekten çekimeyiz. Açık açık ilan ediyoruz ki, biz tarafız.
Gerisini tarafsızız diyenler düşünsün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder