Medya ve Etik
konulu panelimizde benim üzerinde önemle durmak istediğim konu TARAFSIZLIK
konusudur. Gazetelerin, Televizyonların, kısaca iletişim araçlarının tarafsız
olması gerektiği, özellikle de içerisinde yaşadığımız iddia edilen “Bilgi Çağı”nda
bunun daha bir gerekli olduğu neredeyse global bir mutabakat halindedir.
Örneğin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin
1993’de aldığı ‘Gazetecilik Etiği’ne ilişkin 1003 sayılı kararı ve 1215 sayılı
tavsiyesi tarafsızlığın medya etiğinde önemli olduğunun altını çiziyor.
Ayrıca
demokrasi’nin iki olmazsa olmaz şartı olarak enformasyon ve iletişim
gösteriliyor. Yani yurttaşlar ve kurumlar kendilerini kamu önünde ifade edebilmeli ve doğru enformasyon edinebilmelidirler. Enformasyon ve iletişim güdülenmenin,
manipüle edilmenin bir aracı olmamalıdır. Aksine doğruluğun ve tarafsızlığın
bir aracı olmalıdır.
Genel olarak
yapılan bir ayrım da inandırmak ve ikna etmek arasındadır. Kısaca
tanımlamak gerekirse;
İnandırmak; diyalog sırasında
(diyalog burada olmazsa olmazdır) karşı tarafın bakış açısını değiştirerek
desteğini almayı ifade eder. (İkinci kişi önemli)
İkna etmek; diyaloğa dayalı
olmayan tek yönlü bir süreç olarak işler. Alıcı diyalogda (yani inandırmakta)
etkin taraf iken, iknada edilgin, manüpile edilen, güdülenen rolü üstlenir.
Sonuç olarak
gazetecilik etiğine ilişkin olarak yapılan tartışmalarda varılan Ahlaki İkilem şöyle tanımlanabilir:
Ya, hertürlü yolu kullanarak izleyicileri ve
dinleyicileri belli bir kanalı izlameye veya gazeteyi okumaya ikna etmek ya da
doğru ve tarafsız enformasyonla ve etik kanılarla (opinion) inandırmak.
Ve tartışma bu
eksende döner durur. Hatta bazı durumlarda belli gazeteler ötekisini tarafsız
davranmamakla, taraf olmakla suçlarken; suçlanan taraf suçu gerisin geri ötekisine
fırlatmakta tereddüt etmez.
Bu konuşmada,
benim bu ikilemde bir yanı seçmemi ve onu savunmamı bekleyenleriniz olabilir.
Ancak benim konuşmamın ekseni bu doğrultuda değildir.
Ben öncelikle bu
sunulan ideal ilkelerin geçerliliğini sorgulayarak durum tanımı yapmaya
çalışacağım. Daha sonra ise varolan durumda en “doğru” tavrın ne olduğunu
bulmaya çalışarak kendi Ahlaki İkilem tanımımı yapacağım. Biraz sonra ortaya
koyacağım ilkelerden de anlaşılacaktır, yalnız yanlış anlamaya yer vermemek
için altını çizeyim; burada doğru tavrı bulmaya çalışırken herkesin doğrusunu
bulmaya çalışmıyorum. “Doğru” benim kendimi ait hissettiğim, grubun, sınıfın
veya toplumsal kesimin çıkarlarını maksimize etmesi anlamında doğrudur. Yoksa
Boyacı’nın veya Sabancı’nın veya McDonald’s’ın doğrusuyla; kaçak işçinin veya
köylünün veya Amerikalı bir kızılderilinin doğrusu aynı doğru değildir. Olamaz.
Medya Etiğine
ilişkin genel kanıları ve tartışma başlıklarını biraz önce belirttim. Bunların
hemen hepsinin genel kesişme noktası; tarafsızlık
ve doğruluktur.
İlkönce gelin
hepbirlikte bu kanıların geçerliliğini ve güncel pratikte ne kadar yer bulup
bulmadıklarını sorgulayalım.
Tarafsızlıktan
bahsedebilmek için öncelikle belli tarafların bulunduğunu ön varsaymamız
gerekir. Taraflar yoksa tarafsız olmanın üzerinde durmanın da bir anlamı
yoktur.
Peki modern
toplumda bu taraflar nelerdir veya kimlerdir?
Mesela ikdidara
gelmek amacını taşıyan partiler,
daha çok ithalat isteyen tüccarlar,
ihracata öncelik verilmesini isteyen
sanayiciler, taban fiatları, gübre fiyatları ile ilgilenen köylüler, ücretlerine ve iş saatlerine
vurgu yapan işçiler, okul ücretleri,
kültürel ve sosyal etkiniklerle ilgilenen öğrenciler,vs.
vs. Tüm bunlar toplumsal kesimler veya sınıflardır. Kısaca modern toplumda
sınıfların varlığı kabuledilegelen bir gerçektir.
Sınıfların
arasında belli çelişkiler her zaman olmuştur ve bu çelişkiler (uzlaşır veya
uzlaşmaz, hayati veya geçici çelişkiler olmalarına bağlı olarak) toplumda belli
şekillerde yansıma bulurlar.
Ticaret, sanayi, borsa
ve para burjuvazisi, yönetici elit ve dünya emperyalist tekelci burjuvazisinin
kendi aralarındaki çelişkiler uzlaşabilir çelişkilerken, tüm
bunlarla köylülük, işçi sınıfı ve öğrenci kesim arasındaki çelişkiler de uzlaşmazdır.
Burada uzlaşır
çelişkiden kastımız; günübirlik ve o günkü durumdan beslenen, geçici ve
toplumsal bir değişim yaratmaktan uzak çelişkilerken; uzlaşmaz
çelişkiler modern toplumun ilk gününden başlayarak devam eden çözülmesi,
kapitalist toplumsal düzenin, sınıfların, aile yapısının, kültürel
ilişkilerinin, ahlak anlayışının, ekonomik yapısının ve iktidar anlayışının
çözülmesi demek olan çelişkilerdir. Bunların uzlaşma, belli bir noktada
anlaşmaya varma şansı yoktur. Uzlaşmazdırlar.
Kısaca söylemek
gerekirse bir bütün olarak medyanın bu çatışmalarda tarafsız olması, söylemden
öteye geçmeyecek bir göz boyamadan ibarettir. Uzlaşmaz çelişkinin bir ucunda
bulunan yönetici kesim, tarafsız ve doğru habercilik yaptığını söyleyen burjuva
medyasınca perde gerisinden desteklenmektedir.
İlk başta
demokrasinin olmazsa olmazı olarak tanımlanan enformasyon ve iletişime bakalım;
yuttaşların ve kurumların kendilerini kamu önünde ifade edebilmeleri ve doğru
enformasyo alabilmeleri.
Bir kere her
toplumsal sınıfın kendi doğruları varken, doğru enformasyondan bahsetmek doğru
mudur? Pratiğe baktığımızda haklı çıkacağımız kesindir: Günümüz medyasında
enformasyon bir monolog halindedir. Alıcı, yanıt verme veya karşı görüşte
olduğunu açıklama fırsatına sahip değildir. Süreç inandırmak şeklinde değil, ikna
etmek şeklinde işlemektedir.
Kapitalist burjuva
sınıf toplumun hemen her kesimini ikna etmiş durumdadır. Uzlaşmaz çelişkiler
kültürel ve üst yapısal alandan kovulmuş(gazete, müzik vs) ekonomik ve alt
yapısal alana hapsedilmiştir. Zaten sorun da bu çelişkileri üst yapıya
taşıyabilme sorunudur. Gazeteciliğin, Alternatif
Gazeteciliğin rolü de bu noktada ön plana çıkmaktadır.
Şöyle bir düşünün;
bugün dünya çapında yapılan sermaye
yatırımlarının %40’ı enformasyon teknolojileri ile iletişim endüstrilerine gitmektedir.
Neden?
Birincisi, bu alan
hayati önemde bir alandır. Toplumu manipüle etmek, nasıl düşüneceğini sağlama
almak, istenildiği şekilde düşünmesini sağlamak ona verilen bilginin niteliğini
belirlemekten geçer. Böylece askere ve polise çok gerek kalmaz. Toplum kültürel
yolla etkisizleştirilir. İkincisi, bu hayati alan artık kar getiren bir
alandır. Bir taşta iki kuş yani.
Farklı sorunları
yaşayan insanları temsilcisi olması gereken Alternatif Medya, bu zincir kırmak,
kendi sınıfını inandırarak bilinçlendirmek ve alt yapıdaki çelişkiyi üst
yapıya, kültürel arenaya taşımak suretiyle sınıfsal bilinci yerleştirmekte bir
araçtır. Yani bu anlamda tarafsızlık mümkün değildir.
Burjuva medyası
tarafsız olduğunu söyler ama her gün burjuva kültürünü ve ekonomik, sosyal
kültürel anlayışını beyinlerimize tıkıştırır. Tarafsız olduğunu söyler ve hatta
burjuvazi içi çelişkilerde karşı burjuvayı kötülemesini, “işte bakın biz her
kesimin haklarını savunuyoruz.” şeklinde lanse eder. Ancak kendi sermayesinin
sahibini ve yaslandığı sınıfsal grubu asla kötülemez.
X gazetesini
düşünün, tarafsızlıktan bahseder, iktidarı, muhalefeti, herkesi eleştirir fakat
asla kendi patronunun hatalarını yazmaz. Aksine savunur ve yüceltir.
BRT, İsmet Kotak
aleyhine, KKTC’nin bir yanlışı ile ilgili ya da hükümetin gerçek yüzünü
gösterecek tek bir haber yapmaz. Denktaşın yaptığı açılışlar, ilk haberdir ama
bir barış yürüyüşü 3-5 saniyelik görüntü ile geçiştirilir, bazan hiç girmez.
Ama hiçbiri
tarafsızlığına toz kondurmaz.
Doğrusu, bunların
her birinin bir taraf olduğunu; sistemin böyle işlediğini ve “tarafsızım”
diyenlerin en başta ve ilk taraf olduğunu görmektir. Zaten aksi de
mümkün değildir.
Toplum için en
iyisini yaptıklarını ve toplumun çıkarları dışında çıkarları olmadığını
söyleyen televizyon kanallarını ve bunların yayımladığı filmleri bir düşünün.
Hepsi de Amerikan kültürü pompalayan filmler yayımlamakta, anti-sosyalist
probogandada yarışmaktadırlar. Filmlerinin reklamını yaparken,
“muhteşem-süper-şahane-ultra” tanımlarını kullanmaktadırlar. O halde soralım,
öteki kanallar hiç mi güzel film yayımlamıyorlar. Peki, şu toplumu düşünen
televizyon kanalları; neden “falanca kanalda şöyle bir film var, güzel filmdir,
izleyiniz.” diye yayın yapmıyorlar?
Tarafsız ve
sınıflar üstü olduğunu söyleyen yalan söyler. Ve en başta o, bir sınıfın
temsilcisidir.
Peki, ne yapmalı?
Daha önce de
belirttiğim gibi, Alternatif Medya kendi sınıfsal bakış açısını topluma
anlatacak. Egemenlerin ve burjuvazinin çıkarlarını, hesaplarını, foyasını
ortaya dökecek, bunun başka yolu yoktur. İnsanlara(işçilere, köylülere,
öğrencilere ve küçük esnafa) onların yaşadığı sorunların dünyanın her tarafında
yaşandığı, düşmanlarının başka toplumlar arasında olduğu kadar kendi egemenleri
arasında da bulunduğu, dostlarının ise, dünyanın her yanında onlarla aynı
acıları çeken sınıflar olduğu anlatılmalıdır. Haberler böyle seçilmeli,
yorumlar buna göre yapılmalıdır.
Yani en temel, günlük ekonomik çelişkiler üst yapıya,
kültüre, gazeteye, radyoya ve bir gün televizyona yansımalı, ekonomik kavga
kültürel boyut kazanmalı ve mücadeleye içerik kazandırılmalıdır.
Peki bu bağlamda bizim ahlaki ikilemimiz nedir?
Ahlaki ikilem, tüm bunları yaparken taraf olduğumuzu açık
açık söyleyecek miyiz, yoksa tarafsızız deyip yalan mı söyleyeceğiz ikilemidir.
Biz gerek
toplumsal anlamda, gerekse enternasyonal ölçekte çoğunlukta olan ancak sınıf
bilincini henüz kazanmamış bir tabakanın kültürel temsilcileriyiz. Korkumuz
yoktur. Gerçeği söylemekten çekimeyiz. Açık açık ilan ediyoruz ki, biz tarafız.
Gerisini
tarafsızız diyenler düşünsün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder