18 Şubat 2004 Çarşamba

Talat Röportajına Yorum



“KKTC Başbakanı”, “sayın Başbakan” M.A. Talat ile Doğan Medya Grubunun “radikal” sesi Radikal Gazetesi’nin gerçekleştirdiği tüyler ürpertici röportajı sizlere sunuyoruz.

Röportaj içerisinde gayet net görüleceği gibi, bir zamanların sosyalisti, “bütün halkların kardeş” olduğunu avaz avaz bağırarak slogan atarak ifade edenlerin partisi CTP, şimdilerde Türkçülüğün ve Türk tezinin usta savunucusu durumunda. Hatta o kadar ki, aslında iyi niyetle Türk Toplumunun haklarını savunmaya çalışan ama gerek beceriksizliğinden gerekse de “yaşlanmış” olmasından dolayı bunu beceremeyen görüşmecinin açıklarını kapatmakta, ona telkinde bulunmakta ve doğru yolu göstererek düşmanlarımız karşısında avantaj yakalamamıza, onları şok etmemize neden olmaktadır.
Aslında tüm sorun Kıbrıs Sorunu denen muammayı nasıl tanımladığınız ile doğrudan ilintili. Eğer Kıbrıs Sorunu sizin için “adanın bölünmüşlüğü” sorunu ise veya eğer sorun “Alçak Rumların”, zavallı Türkleri katletmesi sorunu ise veya sorun Kıbrıs’ta yaşayan halkların kendileri için kendilerinin karar verememesi/verdirttirilmemesi sorunu ise tüm yaklaşımınız da buna göre farklılık gösterecektir.
Sorunu; “Alçak Rumlar”ın zavallı Türkleri katletmesi olarak algılayan/algılattıran geleneksel egemen kesim için Rumlarla uzlaşmak diye birşey söz konusu bile olmaz. Aksine şeytan ile anlaşma yapmak neyse, Rumlarla uzlaşmak da odur, onlar için. Kendileri de bilir ki mevcut durumu korumak istemelerinin nedeni çok daha başkadır ancak insanların, yönetilenlerin bunu bilmesinden/anlamasından da en az Rumlarla anlaşmak kadar korkarlar.
Sorunu; adanın bölünmüşlüğü olarak algılayan/algılattırmaya çalışan neo-liberal egemen adayları için ise durum bambaşkadır. Onlar değişik akımlardan gelmiş ve ayni yerde buluşmuşlardır (baskı görmekten usanıp demokratikleşme isteyen “eski solcular”, yeni yeni oluşmakta olan sanayiciler, kıbrıslıdan birşey olmaz diyerek umudunu AB’ye bağlamış bezgin demokratlar, nerde çokluk orda durduk diye popülizm meraklıları vs. vs.) hepsinin nedenleri başka başkadır. Ancak ordada olan net gerçek şudur ki; onlara göre sorun adanın bölünmüşlüğüdür. Adanın birleştirilmesine de çözüm/barış vs. derler... Veya çözümün/barışın bu birleşme olmadan olamayacağını düşünürler/düşündürtürler. Bu amaç doğrultusunda, icabında Denktaştan bile daha fazla milliyetçi görünebilirler (bkz. Aşağıdaki röportaj)...
Oysa sorun Kıbrıs’ta yaşayan insanların kendi sözlerini üretememesi, Kıbrıs’ta yaşayan insanlara kendi sözlerini üretememeleri için hertür taktiğin uygulanması sorunudur. Bunun için, Türk-Rum milliyetçilikleri yükseltilmiş, bunun için ada bölünmüştür. Ve bu süreç halkların çıkarları doğrultusunda halklar tarafından değil, dış karışmacıların çıkarları doğrultusunda egemenler eliyle yapılmış/yaptırılmıştır. Sorun milliyetçiliğin kendisindedir. Sorun coğrafyanın bölünmesinde değil halkların bölünmesindedir. Ve şimdi bu barış havarileri toplumlar arasında yapay olarak yaratılmış milliyetçilik söylemini kullanarak ve üstüne üstlük adanın bölünmesini kendi çıkarları için gerçeklik haline getirmiş ve bunca yıl muhafaza etmiş uluslararası sermaye çevrelerine dayanarak adayı birleştirmeye çalışmaktadırlar. Ne pahasına? Milliyetçi dilin yeniden üretilmesi pahasına. Ne pahasına? Rum egemen sınıfları ile rum halkını birbirinden ayrıştıramayacak bir körlük yaratmak pahasına...
Ne diyor Talat? “Rumlar, Rum Tarafı, onlar vs. vs.”
Gerçek basittir, nettir. Adanın Kuzeyinde ve Güneyinde yaşayan tüm halklar kendi egemenlerinin ideolojik yanıltmaları tarafından etkilenmekte olsalar dahi, bu o halkların düşman, rakip vs. oldukları anlamına gelmez. Milliyetçi bir dil barışı değil savaşı üretir.
Enternasyonal dayanışma hükümetlerle değil, halklarla yapılır. Halklara dayalı, gerçek sosyal güçlere dayanan gerçek bir barış, zor, çetrefilli, yorucu ve pek fazla alkış içermeyen zahmetli bir yoldan geçer. Ancak ne Kıbrıs’ta ne de dünyanın herhangi başka bir yerinde KESTİRME YOL YOKTUR: Tüm kestirme yollar milliyetçilik bataklığına çıkar.
Radikal Gazetesinin Röportajını aşağıda okuyabilirsiniz.

Radikal: NEW YORK'A GELİRKEN KAYGILIYDINIZ. OYSA ŞİMDİ HAYLİ RAHATSINIZ...
Talat: Buraya gelirken çelişkili bir durum vardı. Bir yanda Erdoğan'ın Annan'a, Bush'a verdiği sözler vardı, Kıbrıs sorununun çözüleceğine dair, Türk tarafının bir adım önde olacağına dair. Diğer Kıbrıs sorununa ilişkin bugüne kadarki söylem ve icraatıyla çözüme hayli uzak olan Denktaş'ın süregiden tutumu vardı. Ve nihayet benim ve hükümet ortağım Serdar Denktaş'ın ılımlı ve çözüm yanlısı çizgisi vardı. Cumhurbaşkanı'nın, hükümetin bu yaklaşamını tolere edebilmesi bir veriydi ama çözüm doğrultusundan hareket edeceğinin güvencesi değildi. Dolayısıyla kafamda hayli soru işareti vardı.


10 SAATİ AŞKIN BİR YOLCULUK YAPTINIZ KENDİSİYLE, NELER KONUŞTUNUZ?
Sürekli bu konuları konuştuk. Endişeliydi, kuşkuluydu, Annan Planı'na ilişkin çekinceleri, itirazları vardı ama gidişatı, değişiklikleri de görüyordu, hem Türkiye'de hem dünyada. Kendisine sürekli telkinde bulundum çözüm yönünde. Etkilemeye çalıştım kendisini.


PEKİ NEW YORK'TA BİRİNCİ GÜNE GELELİM...
İlk gün pazardı. Fazla bir şey yapamadık. Zaten Türk heyeti gelmemişti. Çalışmalara ikinci gün, yani pazartesi başladık. Ben çözüm odaklı görüşlerimi belirtmeyi sürdürdüm. Akşam saatlerinde dışişleri heyeti de katıldı çalışmalara. Bu görüşmede, Ankara'nın çözüm kararlılığının sürdüğünü gözlemledim.


ERDOĞAN'IN BAHSETTİĞİ 'YOL HARİTASI' ORTADAYDI YANİ...
Evet. Tabii bu bir yaklaşımdır, bir belge falan değil. Biz buraya belgeyle gelmedik.


PEKİ TÜRK TARAFININ GETİRDİĞİ ŞU MEŞHUR MEKTUP NEYDİ?
O da Denktaş'ın Annan'a yazdığı bir metindi.


NE YAZIYORDU MEKTUPTA?
Annan'ın iyi niyet misyonunu desteklediğini yazmıştı Denktaş.
Buraya iyi niyetle geldiğimizi, 1 Mayıs'a kadar çözüm istediğimiz anlatıyordu. Meşhur mektup buydu.


ANNAN PLANI TEMELİNDE BİR ÇÖZÜM YANİ?
Bu şekilde ifade edilmiyordu tabii. Çünkü bu çok hassas bir konuydu. Bu planı yerden yere vurmuş, şeytanlaştırmış Denktaş'ı çok rahatsız eden bir konu olduğu altını fazla çizmedik, çizmiyoruz. Ama ne olduğu bellidir.


PAZARTESİ GÜNÜ NELER KONUŞULDU TÜRK HEYETİ ARASINDA?
Çok şey konuşuldu. Kaygılar dile getirildi. Ama şu vardı: Gidişat belliydi, çözüm yanında başka bir yol yoktu. O yüzden bunu nasıl karşılayacaktık, konu buydu.


İLK GÖRÜŞMEYE GELELİM...
Annan önce Rum tarafıyla, sonra da bizimle ayrı ayrı 15'er dakika görüştü... Sonra üçlü görüşmeye geçildi. Her iki taraf da plana ve yöntem ve takvime ilişkin genel görüşlerini, itirazlarını dile getirdi. Özellikle de Annan'ın hakemliğine.
Buna karşılık Annan, "Peki aranızda anlaşamazsanız ne olacak" diye sordu. "Tıkanıklığı aşmamız için mutlaka bir mekanizma gerekli. Aksi takdirde bir çözüm bulmak mümkün olmayabilir. Bunu düşünün, yarın yine konuşalım" dedi.


BİR NEVİ REST ÇEKTİ YANİ ANNAN SİZE... TAKVİM VE HAKEMLİĞİMİ KABUL ETMEZSENİZ BU İŞ YATAR DİYEREK...
Açıkça söylemedi ama, onu demeye getirdi. Biz de düşünmeye koyulduk. Uzun uzun tartışıldı. Ve sonunda önerimizi hazırladık.


NASIL ÇIKTI ORTAYA BU ÖNERİ?
Sonuçta Annan'a her halükârda bir yetki verilmesi gerekiyordu. Biz de Türkiye ve Yunanistan'ın garantör güçler olarak katılımıyla yapılacak bir çalışmadan sonra, Annan'a bu yetkinin verilebileceği sonucuna vardık. Türkiye ve Yunanistan taraflar için bir emniyet supabı olabilirdi. Ayrıca bu iki ülkenin kaygıları da giderilebilecekti. Toplumları etkileme bakımından da çok etkilli olurdu Türkiye ve Yunanistan'ın devreye girmesi. Zaten Annan Planı içinde de Türkiye ve Yunanistan hep var. Bunun üzerine bu yönde bir kâğıt hazırladık.


YANİ BU ÖNERİ BURADA, NEW YORK'TA KOTARILDI?
Evet, Ankara'yla istişare halinde tabii.


PEKİ SİZ ÖNERİYİ MASAYA KOYUNCA RUMLARIN TEPKİSİ NE OLDU?
Şoke oldular. Hiçbir şey diyemediler. Hakikaten böyle bir şey beklemiyorlardı. Hemen ara istediler. Bir inceleme yaptılar ama yanıt veremediler. "Şu anda Yunanistan uykuda. Sabah olsun görüşüp yanıtımızı öyle verelim" dediler. Gerçi Simitis'le görüşmüşler. O da, "Şu anda hükümet yok, meclis yok, böyle bir kararı nasıl alırız" demiş.


ANNAN'IN TEPKİSİ NE OLDU PEKİ?
Olumlu buldu, son derece yapıcı bir öneri olarak değerlendirdi.


SONRA RUM TARAFININ YANITINI BEKLEMEYE BAŞLADINIZ...
Evet, ertesi gün verilecekti yanıt. Topu topu 40 dakika sürmesi bekleniyordu görüşmenin. Bu görüşmeye gittiğimizde Annan iki heyetten de ikişer kişi istedi. Önce Rum tarafıyla görüştü. Sonra Rauf Denktaş ve ben gittik. Annan, Rumların bizim önerimize AB'yi de katmak istediklerin anlattı. Biz de bunu kabul etmeyeceğimizi söyledik. Sonra üçlü görüşmeye geçildi. Rumlar, uzun uzun AB'yi niçin istediklerini anlattılar. Biz yine karşı çıktık.
Bunun üzerine Annan dedi ki, "Böyle anlaşmaya varamıyoruz, mekik diplomasisi yapılsın. Ayrıca Türkiye ve Yunanistan heyetleri de gelsin." Bunun üzerine o heyetler de geldi ve De Soto dört oda arasında gidip gelmeye başladı. Daha doğrusu bize hiç gelmedi. Çünkü biz önerimizi yapmıştık ve rahattık. Türkiye heyetine de bir kere falan gitti herhalde. Daha çok Yunanistan heyetiyle ve Rum tarafıyla uğraştı.
Bu arada Annan, zirvenin sonucuna ilişkin olarak yapacağı açıklamayı iletti taraflara. Kendi önerilerine bizim önerimizi eklemişti yalnızca. Rumlar telaşlanıp AB için daha da bastırmaya başladı. Biz AB'nin müzakere sürecine dahil edilmesine kesinlikle karşı çıktık. Bir başka aşamada yer almasını da doğru bulmadığımızı söyledik. Ben de gece boyunca BM yetkililerine anlattım AB'nin işin içine girmemesi gerektiğini...


NİYE GİRMEMELİYDİ AB TÜRK TARAFINA GÖRE?
Bir kere Yunanistan AB üyesi, Türkiye değil. Rum tarafı tüm kurumlarıyla AB'nin içinde, üye oldu olacak. Biz o durumda değiliz. Ayrıca AB'nin tek bir görüşü yok. Bir sürü ülke var içinde. AB mi olacak, komisyon mu olacak? Olacak iş değildi bu. Kaldı ki bu bir BM süreciydi, AB dışarıda kalmalıydı.
Neden sonra Annan, "Bu zirvenin sonucuna ilişkin yarın yapacağım
açıklamanın son halini size yarın fakslayacağım. İki saat içinde ya 'Evet' ya 'Hayır' yanıtınızı bekliyorum" dedi.


RUMLAR NİYE DİRENDİ TÜRK TARAFININ ÖNERİSİNE?
Çünkü bir kere onlar dörtlü çerçeveye öteden beri karşıdır. Çünkü bizi resmi muhatap olarak kabul etmezler. İkincisi boşlukları Annan'ın doldurmasına da karşıydılar. Dolayısıyla, 'Hiç olmazsa işin içine AB'yi sokalım bari de rahatlayalım kamuoyu önünde' diye düşündüler.


ANNAN'IN METNİNE GEÇELİM.
Bu metin Annan'ın davet mektubundaki metnin, bizim önerimiz eklenmiş haliydi. Başka hiçbir değişiklik yoktu.
Hatta benim beklediğimden de iyiydi. Çünkü Annan Planı temelinde yapılacak bir anlaşmanın AB mevzuatına uydurulacağını, AB hukukunun bir parçası olacağını bir kez daha vurguluyordu. Bunu biz istemeden Annan koymuştu metne. Bu da Türk tarafının savunduğu bir şeydi. Çok önemli bu, planın yaşayabilirliği açısından.
Sabah metin elimize ulaştı. Biz sürenin dolmasını beklemeden 'Tamam' yanıtını verdik.


VE SON GÖRÜŞME İÇİN BULUŞTUNUZ...
Evet, Rumlar da 'Evet' dedi. Bunun üzerine Annan, liderlere teşekkür etti. Biz de, "İnşallah bu kez çözüm olur" temennisinde bulunduk.


HİÇ KOPMA NOKTASINA GELDİ Mİ GÖRÜŞMELER?
Kopma noktasına gelmedi ama şu noktaya geldi. O uzun gecenin sonunda, Annan'a, "AB'yi istemiyoruz. Görüşünüzü bu doğrultuda verin" dedik. Ama, "Aksi takdirde kalkar gideriz" demedik. Orasını müphem bıraktık.
Tabii başka aktörler de rol oynadı. ABD sürekli devredeydi. Weston buradaydı zaten. Powell da telefon diplomasisi yaptı. Gül-Powell-Annan hattı sürekli çalıştı. AB'nin işe girmemesi konusunda ABD bizim yanımızdaydı. Zaten AB de istemedi böyle bir rolü.


NEW YORK'TA TÜRK TARAFI ADINA BAŞARILI BİR DİPLOMATİK HAMLE YAPILMADI YALNIZCA, AYNI ZAMANDA ÇÖZÜM İÇİN ÇOK CİDDİ BİR ŞANS BELİRDİ. NASIL GELİNDİ BU NOKTAYA?
14 Aralık seçimlerinin etkisi var.1Mayıs'tan sonra durumun çok daha kötü olacağının görülmesinin etkisi var. Ama en önemlisi Türk hükümetinin ve Dışişleri'nin tutum değişikliği oldu.
Tabii bu noktada, Denktaş ve çevresindekileri rahatsız edecek, rencide edecek söz ve hareketlerden kaçınmak lazım. Çok önemli bir aşama kaydettiler. Adeta kendi içlerinde birer devrim yaşadılar. Kendi dünyalarında birer devrim yaptılar. Buna saygı göstermek lazım.
Aynı saptamam Dışişleri için de geçerli.
Şimdi onları rahatsız edecek yaklaşımların önümüzdeki süreçte bize bir şey kazandırmayacağını düşünüyorum. Geldiğimiz nokta çok önemlidir ve bu noktaya gelebilmemizde bahsettiğim devrimin çok büyük payı vardır. Bu noktaya gelmemizde, bugüne kadar şiddetle eleşterdiğimiz kişi ve kurumlar rol oynamışsa onlara hak ettiği değeri vermeliyiz.


PEKİ SİZE GÖRE REFERANDUMA KADAR ÇÖZÜM SÜRECİNİN ÖNÜNDE BİR ENGEL VAR MI?
Bazı şeyler çözümü zora sokabilir, engelleyebilir tabii. Ancak bu olasılık giderek azalıyor. Çünkü artık taraflar çözüme odaklanmakta. Bu noktadan sonra gidişatı durdurmak, başka yöne çevirmek kolay değil tabii. Süreç başladı. Ama hiçbir şey yüzde 100 değil. Hatta uygulamayı da görmemiz lazım, çözümün gerçekleştiğine inanmak için. Kaza da olabilir. Mesela Türk ordusunun çekilmesi söz konusu.
Anormal bir şey oldu diyelim, çatışma çıktı mesela. Türk ordusu da çekilmeyi durdurdu. Plan uygulanamamış olur.
Velhasıl daha çok iş var. Çok sancılı, çok zor bir görüşme süreci var. Rumların şu iki üç günde gösterdiği gereksiz inat beni endişelendiriyor doğrusu önümüzdeki döneme ilişkin olarak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder