9 Ağustos 2004 Pazartesi

Biz Biz Üniversiteliyiz



Ütopya ne işe yarar?
Ütopya önümüzde uzanan ufuk çizgisi gibidir. Siz ona doğru bir adım atarsınız, o sizden bir adım uzaklaşır. Siz ona doğru iki adım atarsınız, o sizden iki adım uzaklaşır.
İşte ütopya buna yarar, yürümeye...
Eduardo Galeano, Yürüyen Kelimeler

Tüm kavramların, ters-yüz olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Tüm değerlerin çıkar hesaplarına havale edildiği, nakit paraya tahvil edilemeyen hiçbir olgunun değerli kabul edilmediği bir dönemden geçiyoruz.


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...
Üniversitede okuduğumuz dönemde, içinde bulunduğumuz kurumun adına layık bir yer olması için mücadele ederdik. Hayallerimize bir adım daha yaklaşabilmek için kantinde, evde, otobüste hararetli konuşmalar yapar, su içer gibi kitaplar okur, filimler izler, öğrenmeye, bizim dışımızdaki deneyimleri anlamaya, yorumlamaya çalışırdık. Öğrenci arkadaşlarımıza ulaşmaya çalışır, içinde bulundukları ortamı ‘değişmez bir gerçek’ gibi değil, ‘hayalleri oranında dönüştürebilecekleri bir zemin’ olarak görmeleri için çırpınırdık.
Ancak, gösterişli binaları, caf caflı yayınları, bol para ile yapılmış geniş caddeleri ve satın alınmış kendisi için gönüllü reklam yapan gazeteleri ile içinde bulunduğumuz ‘özel üniversite’ o yıl hesabına ne kadar para yatırdığımız dışında birşeyle ilgilenmezdi pek... Bir de başlarını belaya sokacak bir şey yapmamamız için önlemler alırdı o kadar...
Tek kitap okumadan sınıf geçmek gayet normaldi. Tartışmamak, fikir üretmemek, kendini bilimin öznesi olarak algılamamak; öğrencinin asli görevleri arasındaydı. Geçmez notlar rektörlükten gelen bir telefonla 2 katına çıkar, herkes dersini ‘babasının parasıyla’ geçerdi... Özel üniversitenin, özellikle de Kıbrıs koşullarında oluşturulmuş bir para basma makinesi olarak özel üniversitenin ve yaptığı uygulamaların utancında olan 3-5 arkadaş, kendi aramızda “Diplomamızın altına, babam sağolsun, yazmamız lazım”, şeklinde espiri yapardık.
En çok da bilimden, demokrasiden bahseden hocalarımıza kızardık. Tüm dediklerini yutmaları rahatsız ederdi bizi. Sistemin bir dişlisi olmaya, çan eğrilerinin altına imza atmaya, okumayı zor beceren insanları diplomalı cahiller ordusuna katmaya karşı yeterince direnç götermediklerini düşünürdük. İş güvencesi olmadan çalışan, hiçbir sosyal garantiden faydalanamayan, her an kapının önüne konulma tehdidi ile yaşayan bu bilim insanlarının durumunu şimdi bir nebze olsun anlayabiliyoruz. Ders yükünün ağırlığından bilim üretmeye zaman ayıramayan, o derslikten bu dersliğe koşuşturarak koskoca bir fabrika haline getirilmiş üniversitede kendilerine biçilen rol, öğrenci akışını kitabına uydurmak olan bu insanların, Chaplin’in Modern Zamanlar filmindeki fabrikada vida sıkan işçiden pratik bir farklılıkları yoktu oysa... Üretim bandı hızlandıkça daha hızlı sıkmalıydılar vidayı ve düşünmek ne vidaların (öğrencilerin) ne de onların (öğretmenlerin) işiydi. Düşünmek kimin mi işiydi? Neden sordunuz ki? Bişey mi yapacaktınız?
Benim tahayyülümde bir üniversite özerk-demokratik ve parasız olmalıdır. Hatta şöyle söyleyeyim, parasızlık konusunda itirazlar, günlük gerekçelerle ve imkansızlıklarla ilgili iddialar olacaktır. Oturur tartışırız. Dert değil, bunu savunanı da anlarım (kabul etmek başka bir şeydir) ancak demokratiklik ve özerkliğin ayrılmaz bir şekilde üniversitenin parçaları olduğu ve bu konuda itirazı olabilecek birisinin iyi niyetli olabileceğine ilişkin ikna edilemem biraz zor. Kendi lisanları ile söylersek belki daha iyi anlayacaklardır: Üniversite; demokratikliği ve özerkliği ile bölünmez bir bütündür...

YOK DA YÖK...
Şimdi, YÖK gibi militarist yapısıyla bilimin canına ot tıkayan bir kurumun, akademik kalite adına Kıbrıs üniversitelerine ön kayıt sınırlaması getirmesine daha doya doya şaşıramamışken; Kıbrıs’ın sosyalist, sosyal demokrat, liberal ve faşistlerinin hep beraber bu kararı kınamaları ile küçük dilimizi yutuyoruz.
Eh tabii, bizim gibi günün gereklerini kavrayamayıp hayatın kenarında kalanlar, bu tarz pratik olguları hazmetmekte zorlanacaktır doğal olarak...
Yani şimdi gerçekten YÖK’ün akademik kalite ile ilgili kaygıları mı vardır? Yani şimdi bu YÖK, üniversiteleri kışlaya çeviren akademik ünvanları rütbe gibi alılayan o ayni YÖK değil midir? E hade onu geçtik, bizim bu memleketin UBP’si(Eroğlu) ile CTP’si(Talat), BDH’sı(Akıncı) ile DP’si(Serdar Denktaş), BKP’si (İzzet İzcan), TKP’si (Angolemli) oy birliği ile YÖK’ün bu kararına “hayır” derken faşistinden “sosyalist”ine oluşan bu geniş mutabakat’ı neye borçluyuz acaba?
YÖK’ün tek bir argümanı var görünürde: “akademik kalite”. Kıbrıs’taki üniversitelerin kalite gibi bir dertleri olmadığı hemen herkesin malumu. Böyle bir dert yok, böyle bir kaygı yok. Hem zaten kalite ile üniversitenin ne alakası var? Siz para’dan haber verin... Kuyruğuna basılmış kedi gibi bağıran siyaset erbabımız ise ne yazık ki; “kalitemiz yerindedir, hodri meydan” diyemiyor. Ancak, “bu karar siyasidir. Bu kadar zamandır kalite gibi bir derdiniz yoktu da şimdi mi hatırladınız” diyor...
YÖK’ün gerçek niyetinin kalite olmadığı konusu tartışılmaz bir gerçek. Ancak, para basma makinesi haline gelmiş, üniversitelikten çıkıp ticarethane olmuş kurumların savunusunu değil eleştirisini yapması gereken “sol” için de üzülmemek elde değil. YÖK’ün niyeti ne istere olsun, önemli olan bizim niyetimizin ne olduğudur. YÖK’e göre niyet belirlemeyeceğimize göre... Bu güne kadar Denktaş rejimi tarafından beslenip büyütülen bilimin inkarı noktasına gelen bu işletmeleri (sözde üniversite) dönüştürmek görevi de önümüzde durmaktadır. “İlerici”  hükümetimiz derin devletle içli dışlı bu kurumları ve özel üniversiteleri tartışmaya açmayıp korumak ve kollamakla kendi niyetlerini açığa vurmaktadır. Kendi ifadeleri ile bu işletmeler (sözde üniversite) KKTC ekonomisinin lokomatif sektörleridirler. 40-50 bin kişilik bir müşteri kitlesini adaya çekmekte 4-5 yıl dolaylarında adada tutmakta ve aklınıza gelebilecek her yönden sırtlarından para kazanmaktadır. Karşılığında da bu sürenin sonunda üniversite diploması vermektedir. Bizim üniversitelerimizden mezun bilgisayar programcıları bilisayarı açmayı bilmez, ingilizce öğretmenleri ise ingilizce konuşamaz. Meğer ki kendi özel ilgi alanları veya çabaları ile kendilerini geliştirsinler. Yoksa mezuniyetin gerek şartı bunun gibi dünyevi şeyler değil, para gibi daha ulvi değerlerdir.

ÖZELİM ÖZELSİN ÖZEL
Durum net bir şekilde göstermektedir ki, parlamentodan yasa geçirmek için 26’yı bulamayan ancak cenazesi de bir türlü kaldırılamayan şimdiki hükümet, ilericilik adına önüne çıkan her meseleyi Denktaş üzerinden tartıştırma eğiliminde. Talat hükümeti en azılı neo-liberal politikaları hayata geçirirken, yaptığı tüm uygulamaları Kıbrıs sorunu ve Denktaş karşıtlığı ile meşrulaştırıyor. Statüko kelimesini dillerinden düşürmeyen bu yarı-ölüler hükümeti, Powell’in elini sıkarken de, Denktaş rejiminin kurumlarını canla başla savunurken de haklıdırlar ve haklı olmak onlara doğuştan ihsan edilmiştir. Varlıklarının en temel bileşenidir.
Eğitim’i yeniden düzenelmek iddiası ile oluşturdukları “Örgün ve Yaygın Eğitim Komitesi Ulusal Programı”na 1200 üyeli öğretmenler sendikası’nı(KTÖS) da 150 üyeli sarı sendikayı da(İLK-SEN) birer üye ile davet etmişlerdir. Üyelerin geri kalanı da; şimdiki başbakanın eğitim bakanlığı yaptığı dönemde önleri açılarak pıtrak gibi çoğalan özel ilkokul, lise ve üniversitelerin müdür ve temsilcilerinden oluşmaktadır(10 kişi). 3 sendika temsilcisinin bulunduğu komitenin %90’ı özel “eğitim” kurumlarının temsilcilerinden oluşmaktadır.
Bu insanların patronlarını temsilen orada oldukları ve onları oraya bu kadar kalabalık bir şekilde getirmiş bulunan hükümetin özelleştirme dışında bir perspektifinin olamayacağını, ister komitenin bileşiminden isterseniz de Powell gibi bir katilin bu adamların elini sıkmasından anlayın farketmez. Varacağımız yer, dünyanın merkezinin Sarayönü olamayacağı, Denktaş karşıtlığının dünyayı açıklayamayacağı ve neo-liberal bir hükümete sahip olduğumuz acı gerçeğinden başka birşey değildir. Bu da oy’a ve paraya tahvil edilemeyen hiçbir olgunun onların gözünde değerli olamayacağına işaret eder.
Şimdi sorun şudur, yürümeye devam edecek miyiz etmeyecek miyiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder