Memleketin
trafik sorunu malum.
Bu
sorunun hepimizi ilgilendiren bir boyutta olduğu da gerçek.
Böyle
bir konu üzerinden mizah yazısı yazmaya kalkışmak da, hayatında hiç mizah
yazısı yazmamış bir acemiye düşerdi zaten. Ancak bu faaliyete Vasvi ile
Halil’in tehdit ve şantajları ile girişmek zorunda kaldığımı, aslında; ciddi,
politik ve gıcık yazılarımı bırakmak gibi bir niyetim olmadığını ve bir daha da
mizah yazısı yazmaya çalışmayacağımı başından sizlere açıklarsam belki sizin
için de benim için de daha iyi olur.
Şimdi,
ortada bir sorunumuz olduğu gerçek. Veya şöyle de söylenebilir ortada gerçek
bir sorun var. Gerçekten!!!
O
halde bu gerçekten gerçek soruna, gerçek bir çözüm bulmamız gerekir değil mi? Yoksa
“sorunun gerçekliği karşısında en azından çözümlerimiz uydurma olsun da bu
kadar gerçekçilik içinde boğulmayalım”, diyebilir miyiz? Uydurma çözümler
genelde mizahçılar tarafından önerilir diye bilirim ben, ancak bizde öyle yürümüyor
işler.
Ya
nasıl yürüyor?
Şöyle;
yetkililer, bilim adamları, eğitimciler ve hukukçular, başta saygın ve ciddi
medyamızla birlikte en olmayacak şöyleri “çözüm” diye günde beş vakit tekrar
eder. O kadar çok tekrar ederler ki, normalde gülünecek şeyler hepimize
inandırıcı gelmeye başlar.
Bunun en dramatik sonucu da, mizahçının
yapması gereken işi, hem de şakasına değil ciddi ciddi yapan bir güruh
karşısında, mizahçının işsiz kalmasıdır. Hatta işzsiz kalacak bir mizahçının
bile oluşamamasıdır.
En
komik yaklaşımlar büyük bir ciddiyetle sunulduğunda, ciddi konulara gülünmesi
ve “hadi canım sen de, o söylediğin mümkün değil” denmesi de eşyanın tabiatı
gereğidir. Değil mi ya? Ya!!
Alın
size trafikten bir örnek: Trafik kazalarının çözümü hepimize ezberlettikleri
iki YOLDAN GEÇİYORMUŞ... (Gerçi bu yollarda kanalizasyon kazısı yapıldığına
dair bazı söylentiler de yok değil. Belediyenin kazı bittikten ve asvalltlama
da sona erip yol kapatıldıktan sonra, yolu tekrar kazmaya başladığını iddia
eden hainler bile bulunabilir)...
Neyse,
biz yolumuza bakalım, neymiş yollarımız; Eğitim ve reklam...
Trafik
Kazalarını Önleme Derneği öncülüğünde başlatılan kampanya boyunca, bizlere kaza
yapmanın ne kadar kötü bir alışkanlık olduğu sürekli anlatıldı. Ben şahsen
kendim, kaza yapmamak konusunda ikna oldum! Bir daha da yapmayı düşünmüyorum.
Vallahi billahi...
Ama
gel gör ki, zaten hiçbir zaman kaza yapmaya karar vererek kaza yapmamıştım ki!!
Bunu farkettiğimde anladım ki; kaza istemeden olan birşeydi. Yani olasılık
meselesiydi...
Çözüm
ise bu olasılığı azaltmaktan geçiyordu...
Bu
olasılık meselesini açalım...
Diyelim
ki elinizde bir torba var. Ve o torbada da 1 mavi 10 kırmızı pirilli var. Mavi
pirilliyi çekme olasılığını düşük, kırmızı pirilliyi çekme olasılığını
yüksektir. İşte bunun gibi bir yolda 10 araba varsa kaza olasılığı başkadır,
100 araba varsa başkadır. Kaza olmasın istiyorsanız ya yolu büyüteceksiniz (ki
var olan yollar bile kanalizasyona kurban gitmişken bu biraz zor – öte yandan
yol yapacak toprak kalmamışken abartmanın alemi yok bence) ya da araba sayısını
azaltacaksınız. 100 arabalık yola 200 araba çıkarırsanız da kaza olmasını
normal karşılayacaksınız. (Tüm bu yüksek matemetik bilgisini lisedeki matematik
öğretmenime borçluyum. Kendisinin ellerinden öper, bu kadarcık hesabı yapamayan
medya ve siyaset erbabının öğretmenlerini ise kınarım!)
Eğitim
yöntemini her dünyevi konuya ezber cevap bellemiş aydın kesimimiz biraz
bozulacak bilirim ama, kaza yapmanın ne kadar kötü bişey olduğunu bilen
yüzlerce insanımız kaza yapmıştır son 6 ayda. Buradan yola çıkarak, “demek ki
yeteri kadar bilmiyorlarmış” sonucuna varmak müthiş bir eğitim gerektirmekte
herhalde! O kadar derin bir eğitim almışlar ki, eğitim dışında bir alternatifin
olabilirliğini dahi düşünemiyorlar kendileri...
Kaza
mı oluyor, eğitimin dozunu arttırın!
Hala
mı oluyor, daha da arttırın!
Daha
mı oluyor, daha arttırın...
Zinhar,
“acaba kazaların nedenlerini ortadan kaldırsak kazalar da çözülür mü?” gibi
delici, kesici ve eğitim yolundaki birlik beraberliğimizi bölücü sorular
sormayın, sordurmayın!
Şimdi,
neymiş efendim; “Ne kadar araba, o kadar kaza”
Araba
sayısı arttıkça, kaza olasılığı da artacaktır. Yola ne kadar araba çıkarsa,
yolda o kadar kaza olacaktır...
Hatta
bunu değişik şekillerde de ifadelendirmek mümkün:
Kazayı
an arabayı hazırla
Bir
arabanın nesi var, iki arabanın kazası var
Nerde
çokluk orda bokluk vb.
Peki,
eğitim yolunun bir diğer versiyonu olan reklamlar, klipler vb.’nde neden bu
kadar ısrar ediliyor? Benim buna verebileceğim tek yanıt şudur: Reklam yolu ile
trafik kazaları çok az sayıda da olsa azaltılabilir... Nasıl mı?
Reklam
metinlerini yazan, oynayan, çeken vb. kişi veya kişiler buradan topladıkları
paracıklarnan özel uçak alırlarsa, hiç değilse onların arabaları trafikten
çekileceğinden kaza olasılığında bir düşme olacaktır. Bu da hiç yoktan iyidir.
Komik
olan ama büyük bir ciddiyetle üzerinde durduğumuz bu konuları bir yana
bırkarak, ciddi olan ama sallamadığımız konulara geçelim isterseniz...
Mesela
kazaları önlemek için araba sayısını azaltıcı önlemler geliştirmek; ucuz,
kaliteli ve dakik toplu taşımacılık hizmetini hayata geçirmek gibi... Veya
bisiklet yolları yapmak, yaya kaldırımlarını arttırmak, var olan yolları
düzzeltmek gibi.
Abuk
sabuk raundabautlar yapmamak, raundabaut’a işık koymamak kendimizi dünya aleme
güldürmemek gibi...
Araba
üzerinden kişiliğini tanımlayan, kişiliksiz bir gençlik yetiştireceğimize;
“araba bu kadar önemliyse 5 katı parayı da ödersin her halde” diyen vergi
kanunları yapmak gibi.
Galeriler,
yedek parça, lastik benzin aracılığı ile yurt dışına giden parayla araba
fabrikası bile yapabileceğimiz gibi...
Kazalara
en çok savaş açan sözde trafik dostu Kıbrıs Gazetesinin yayınladığı galeri
reklamları gibi. Kaza nedeni olarak aşırı sürati tespit eden aynı gazetenin
reklamlarında “bilmem kaç saniyede 100 km.” gibi ifadeler bulunması gibi.
Ama
yok yahu şimdi kim duracak bu saçma sapan konularla uğraşsın. Hem eğitim değil
mi canım trafik sorununun çözümü? Cahillikten kazalar, cahillikten...
Tek
çözüm daha çok eğitim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder