Ekim ayının son haftası Kıbrıs Türk
Yönetici Eliti için bir bayram havasında geçti. Ayın ilk günlerinde büyük
birader ABD’nin savaş bakanı Condoleezza Rice tarafından ABD’ye davet edilen
Cumhurbaşkanı Talat ve beraberindeki heyet “verimli” temaslarda bulundular. Yaygın
Medyanın ve asker-sivil yönetici elitin neşesi öylesine doruktaydı ki, bunun
verdiği dinamizmle peşpeşe çarpıcı açıklamalarda bulundular.
Talat’ın ABD ziyareti işin görünen
kısmıydı, oysa ziyaretin bir de “beraberindeki heyet” kısmı vardı. Medya,
Talat’ın ziyaret ve açıklamalarına geniş yer ayırırken, “beraberindeki heyetin”
icraatlarından neredeyse hiç bilgilendirilmedik. Neredeyse diyorum çünkü Sayın
Talat’ın neşesi nedeniyle az da olsa bilgiyi kendisinin açıklamalarından
öğrenme şansına eriştik.
“Çözüm
Hemen Şimdi Sloganı Anlamını Yitirdi”
ABD’ye gidilsin veya gidilmesin sürekli
yinelenen, “biz barış isteyen tarafız, Rumlar barış istemez”, “Türkiye’nin
AB’ye girmek istemesi Kıbrıs Sorunu’nda bir taviz malzemesi yapılmaz” vb.
söylemler yanında, dipten ve derinden ilerleyen gerçek bazı gelişmeler de söz
konusu.
Ekim’in son günlerinde gazetelere
yansıyan bir haberde ilgi çekici ifadelere rastlanıyordu: “Rice'ın davetlisi
olarak ABD'ye giden Talat, "çözüm hemen şimdi" sloganının anlamını
artık yitirdiğine de dikkati çekerek, barış elininin Rumlara dönük uzalı
kalmaya devam edeceğini, ancak içte yeniden yapılanma ve kurumlaşma
seferberliğine gidilmesinin daha güçlü bir yapı için şart olduğunu ifade etti.”
“Daha güçlü bir yapı için şart” olan bu
“içte yeniden yapılanma ve kurumlaşma” nın ayrıntılarına dair bilgi verilmeyen
haberde, “çözüm hemen şimdi” sloganının anlamını yitirdiği, bunun müsebbibinin
de Rumlar olduğu vurgulanıyordu. Bildik “referandumda hayır diyen kötü Rumlar”
olgusunun yanına, “çözüm hemen şimdi sloganı anlamını yitirmiştir” söylemi
yerleştirilirken bir de itirafta bulunulmuş oluyordu. Ancak bu cüretin kaynağı
olan “içte yeniden yapılanma ve kurumlaşma” bizim merakımızı daha çok cezbediyordu.
Özellikle de ABD ziyareti sırasında bir “yeniden yapılanma ve kurumlaşma”dan
bahsedilmesi, bu yapılanmada ABD’nin rolü konusunda daha ayrıntılı bilgi
verilmemesi dikkate değer noktalardı.
Talat’ın beraberinde götürdüğü heyetin
asıl olarak işadamları ve ticaret erbabından oluştuğu biliniyor. Sözü edilen
“yeniden yapılanma” konusunda işadamlarına fazlaca bir iş düşeceği, ancak
siyasi iradenin de desteğini esirgemeyeceği kolayca tahmin edilebilir. Ziyaret
sırasında Türk-Amerikan Konseyi’nin onuruna verdiği yemeğe katılan Talat, bu
tahminimizi doğrularcasına “KKTC’ye uygulanan ekonomik ambargoların
kaldırılması konusunda iş çevrelerinin yardım ve desteğini istedi”(1) Haberin
devamı ise şöyle; “Uluslararası kuruluşların Kıbrıs Türküne uygulanan
izolasyonların, özellikle ekonomik ambargoların kaldırılması yönünde sözler
verdiğini, ancak bugüne kadar bunların hayata geçmediğini söyleyen Talat, çok
zor durumda olan Kıbrıs Türkü’nün ekonomik izolasyonların kaldırılması
konusunda benzeri bir destek ve yardımı iş dünyasından da beklediğini söyledi.”
“Çok zor durumda olan” Kıbrıs Türkü’ne
yardım elini lütfetmesi rica edilen “uluslararası sermayenin”, herhangi bir
ülkeye gitmezden önce özelleştirme, deregülasyon, sendikasızlaşma, esnekleştirme
vb. altyapıların hazır edilmesini sağlamak gibi ricaları olduğu ise bilinen bir
olgu. Bir süre önce CTP yönetimi tarafından yapılan açıklamada, McDonald’s vb.
fast-food zincirlerinin Kıbrıs’ın Kuzeyi’ne yatırım yapmaları için ABD yönetimi
tarafından teşvik edilecekleri, bunun sözünün alındığı gururla açıklanmıştı.
ABD sermayesinin amiral gemisi
McDonald’sın herhangi bir ülkeye bayrağını dikmesinse o ülkede neo-liberal
politikaların yaşama geçmesi konusunda bir “yeniden yapılanma” faaliyetinin
başlangıcına delalet ettiğini söylememize sanırım gerek yok. Böylece Sayın
Talat’ın açıklamalarında sözü geçen “ekonomik izolasyonların kaldırılması”,
“içte yeniden yapılanma ve kurumlaşma” gibi sözler de bir anlam kazanmış
oluyor. Sözün özü, ada’nın yatırım iklimini Amerikan tekellerine cazip kılmak
için (ekonomik izolasyonların kaldırılması), neo-liberal düzenlemelerin
(yeniden yapılanma) devlet eliyle hayata geçirilmesi (kurumlaşma) konusunda bir
iş birliği söz konusu...
Talat ve Rice’ın Gündemi
Yine Sayın Talat’ın yaptığı
açıklamlardan öğrendiğimize göre, temaslar sırasında gündeme gelen konulardan
bazıları şöyle; “Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması
yönünde katkı yapılması ve Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak
yatırımların cesaretlendirilmesi, bu çerçevede Amerikalı işadamlarının Kuzey
Kıbrıs'ta yatırım yapmaları."
“Amerikalı işadamlarının Kuzey
Kıbrıs'ta yatırım yapmaları” konusunun ne anlama geldiğini artık biliyoruz.
Ancak “Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak yatırımların
cesaretlendirilmesi”nin ne anlama geldiği Talat’ın başka bir açıklamasında
netlik kazanıyor: “Cumhurbaşkanı Talat, bölgede bulunan ABD askerlerinin
tatillerini KKTC’de geçirmeleri konusunda ABD'deki KKTC temsilciliği
aracılığıyla girişimde bulunulduğunu açıkladı” ve devamla “Amerika'nın
Kıbrıs'ta üs istediği yolundaki iddiaların komplo teorisi olduğunu ve gerçek
olmadığını ifade etti.”
Aslına bakarsanız, ABD askerlerinin
bölgede pek de sevildiklerini söyleyemeyiz. Bu durumda “terörist”lerin, tatil
yapmakta olan masum askerleri kendilerine hedef seçebilecekleri büyük bir
olasılık iken, “Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak bir
yatırımın” zarar görmemesi için bir üs açılması konusunun gündeme gelmemiş
olması hayli ilginç. Belki de “bölgede” kan banyosu yapmakta olan ABD
askerlerinin tatile de iş getirmemeleri amacıyla, zaten adada bulunan 40 bin
Türk Askerinin güvenlik için yeterli olacağı düşünülmüştür. Gene de Türk-İslam
sentezi bağlamında Türk Askerlerinin “terörist” de olsa müslümanlarla karşı
karşıya getirilmesi ne kadar uygun düşer, onu biz bilemiyoruz. Çünkü bu konuya
dair herhangi bir açıklama yok. O konular da artık TC oligarşisi ile ABD
Stratejistleri arasında yürütülecek pazarlıklarda düzenlenecektir.
Her halükarda adada emperyalizme yeni
üsler açılması meselelerinin Talat’ı
aşan konular olduğu bir gerçek. Bu yüzden “Kıbrıslı Türklerin ekonomik
kalkınmasına katkı sağlayacak”, olan “Amerikan
askerlerinin tatillerini KKTC’de geçirmeleri” ve bunun için yapılacak “yatırımların
cesaretlendirilmesi” konuları Kıbrıs Türk Yönetici Eliti’nin ev ödevleri
arasında esas yeri işgal etmektedir.
Grev Yapmak İnsan Haklarına Aykırı
“Çözüm Hemen Şimdi” sloganını bir
köşeye kaldıran egemenler, gündem olarak önlerine ABD tekelleri için uygun
yatırım iklimi yaratmayı ve ABD askeri gücü ile iyi ilişkiler geliştirmeyi
alırken, iç politikada da buna uygun adımları atmakta tereddüt etmiyorlar.
Esnek çalışma, deregülasyon, taşeronlaştırma, sendikasızlaşma ve özelleştirme
uygulamaları eğitimden, sağlığa tüm kamusal hayata sızdırılmakta. Devlet
Hastahanesi’nin yemek ve temizlik ile ilgili bölümleri taşeron şirketlere
devredilirken, Hastahanenin güvenliğini sağlaması için yine taşeron bir
güvenlik şirketi ile sözleşme imzalandı. Tabii özel hastahanelerin
yaygınlaştırılmasının da yürürlükte olduğundan bahsetmeye gerek bile yok.
Bu arada bir aydır grevde olan Ortaokul
ve Lise Öğretmenlerinin sendikasını yıpratmak için tüm medya seferber olmuş
durumda. Grevin sonucunda öğretmen kitlesi üzerinde moral bozukluğu ve gücüne
inançsızlık yaratmak, ayrıca grev hakkının meşruluğuna gölge düşürmek gibi net
bir kazanım elde etmek isteyen sermaye: “Eğitimde Grev İnsan Haklarına (eğitim
hakkına) saldırıdır” söylemini neredeyse hepimize ezberletti. Başbakan, medya
aracılığıyla eğitimi aksatan grevin meşru bir mücadele yöntemi olmadığını
yineliyor. Bu durumda sağlığı aksatan, beslenmeyi aksatan, barınmayı aksatan
grevlerin (ki bunların hepsi insan haklarındandırlar) de meşru olmayacağını
tahmin edebilirsiniz. Hele de ABD tekelleri adamızda yatırım yapmayı
düşünürken...
Kökten ve sarsılmaz bir CTP’li olan
babam, “hele bu Kıbrıs Meselesi hallolsun, sınıf mücadelesini başlatacayık”
derdi hep. Partisinin şimdiki halini görse üzülürdü ama dışarıya renk vermezdi
yine de. Tarih hızla ilerlerken, sınıf mücadelesi “Kıbrıs Meselesi”nin
hallolmasını beklemeyecek gibi görünüyor.
(1) 30 Ekim 2005 tarihli Kıbrıs
Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder