2005
yılının son ayları ile 2006 yılının ilk ayı, Kıbrıs Türk Yönetici Eliti’nin
çözümsüzlük yolunda attığı yaratıcı bir adımla damgalandı. Lokmacı Barikatı ile
yatıp Lokmacı Barikatı ile kalktığımız, “barış istemeyen Rumlar’ın gerçek yüzü”
ile bir kez daha karşılaştığımız, milli birlik ve bütünlük içinde “Rumlar”a
geri adım attırmak yolunda seferber olduğumuz, televizyonundan gazetesine
bakkalından bürokratına “barışçı hislerle dolup” şövenist konuşmalar yaptığımız
bu süreçten geriye; yarım bir köprü kaldı...
Kimin
nerede aldığı belli olmayan bir kararla, ansızın Lefkoşa’nın ortasında bir
köprü inşaatı başladı. Ardından, Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri; kendilerinin
böyle bir köprü hakkında onayları olmadığını, askeri bölgenin üzerinden geçerek
oluşturulacak bir geçişi kabul etmeyeceklerini bildirdiler. Doğru veya yanlış,
haklı veya haksız ne olursa olsun; samimiyetle barış isteyen tarafın,
oldu-bittiler yaratarak değil, karşılıklı mutabakata dayalı olarak hareket etmesi
beklenir. Kıbrıs’ın sorunlu tarihinde egemenler kendi anlaşmazlıklarına
halkları da ortak etmeyi hep başarmışlardır. Ne yazık ki, Lokmacı’ya bir geçiş
kapısı açılması konusu da bu şekilde gelişmiştir.
Muhatabı
tarafından onaylanmamış ve onaylanmayacağı açıklanmış bir köprüyü inşa ettirmek
için; kim, hangi yasaya ve hangi bütçeye dayanarak nasıl karar almış, ne zaman
ihaleye çıkmış ve hiçbir zaman kullanılmayacak bir köprüye kaç para akıtmıştır?
Bu iş için bir önceki yılın bütçesinde ayrılmış herhangi bir para olmadığı
bilinmektedir. Peki anlı-şanlı devletimiz bu parayı nereden bulmuştur?
Eğitimden mi yoksa sağlıktan mı budamıştır? Böylece bir taşla iki kuş
vurararak, “zaten eğitim ve sağlık dökülüyor, haydi özelleştirelim” demeye
zemin mi hazırlanmıştır? Yoksa “sevgili anavatanımız”, “Rum” komşularımızı
uluslararası arenada zor durumda bırakacağını tahmin ettiği bu projeyi gönüllü
olarak mı desteklemiştir?
Sonuçta
olan oldu: “Çözüm Talat” sloganı ile Cumhurbaşkanlığı makamına yerleşiveren,
“Açın kapıları” diyerek barış ve çözüm vaad eden yeni yönetici elitimiz,
çözümden sonra hiçbir anlamı kalmayacak bir beton ve demir yığınını Lefkoşa’nın
ortasına dikiverdi.
Diyelim
ki barışa kadar da bu köprü kullanıldı. Peki barıştan sonra hiçbir işe
yaramayacak olan bu ucubeyi inşa edeceklerine, Lokmacı Yolunu temzileyerek
yürümemizi sağlasalar daha iyi bir iş yapmış olmazlar mıydı? Hem, temizlik ve
düzenleme işi için ihaleye falan da çıkmalarına gerek yoktu. Bir tek çağrıyla
barışa susamış Kıbrıs Türk ve Elen Halkları gönüllü olarak yapardı bu işi,
onların hesabına. Yoksa, zaten “barış” diye bir geleceğin olmaması için yeminli
olduklarından mı böyle bir çözümü hiç akıllarına getirmediler?
Tüm
olup bitenler bize şöyle düşündürmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti egemenlerinin
kabul etmeyeceklerini çok iyi bildikleri için, bizim egemenlerimiz, (barış için
değil “Rumları” zor durumda bırakmak için) sevimli görünen ama art niyetli bir
adım atmışlardır. Böylece, tüm dünyaya; “işte barışı kimin istemediğini
gördünüz, kapıları açmayan onlardır” deme fırsatı buldular. Hem de bir taşta
iki kuş vurarak iç kamuoyundaki iki kesimi de manipüle etmeyi başardılar.
Denktaş ve çevresinde kümelenen sağ kesime “milliyetçilik yolunda ne kadar zeki
olduklarını” gösterip iç rahatlığı verdiler. Barış bekleyen halkımıza da
“barışı istemeyenin Rumlar olduğunu” göstererek, damarlara bir doz daha
milliyetçilik şırınga ettiler.
Doğrusu
şudur ki, Lokmacı Barikatı senaryosu çok başarılı bir şekilde planlanmış ve
sahnelenmiştir. Lefkoşa Türk Belediyesi Başkanı Kutlay Erk’in köprünün üstünden
şiirler okuyup çiçekler atması düşünüldüğünde, ortada gerçek bir temsil vardır.
Eminiz ki egemenler bu işten bekledikleri verimi almışlar ve ellerini memnun
bir şekilde ovuşturmaktadırlar.
Lokmacı’nın
biz gerçek barışseverlere öğrettiği ise; egemenlerin barışa dair birşeyler
yapmasını ummanın anlamsızlığıdır. Bizler, Elen olsun Türk olsun egmenlerden
gelecek bir barış adımının barış gösterip, şövenizm vuran bir kandırmacadan
ibaret olduğunu gördük. Bildiğimiz bir gerçeği bir kez daha anladık ki, “Barış
Bizlerin Ellerindedir”. Kıbrıslı Türk ve Elenler olarak ortak vatanımızı tekrar
birleştirmek yolunda kendi gücümüz doğrultusunda kendi planlarımızı yapmalı ve
kendi yolumuzu çizmeliyiz. Egemenlerin her zaman bizler için bölücü bir planı
olacaktır. Önemli olan bizim planımızın, bizim gündemimizin ne olduğudur.
Bizler, ihtimaller üzerine kurulu bir politikaya dayanarak egemenlerimizin
peşine takılmak yerine, tam tersine kendimizi ve halklarımızı bilinçlendirerek,
örgütleyerek barış mücadelesini tabana yaymayı önümüze iş olarak koyduk. Ve
kendi kendimize diyoruz ki; “Sen kendini hele bir işine ver, gerisi gelir”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder