2 Nisan 2006 Pazar

Köprüden Geçemedim



2005 yılının son ayları ile 2006 yılının ilk ayı, Kıbrıs Türk Yönetici Eliti’nin çözümsüzlük yolunda attığı yaratıcı bir adımla damgalandı. Lokmacı Barikatı ile yatıp Lokmacı Barikatı ile kalktığımız, “barış istemeyen Rumlar’ın gerçek yüzü” ile bir kez daha karşılaştığımız, milli birlik ve bütünlük içinde “Rumlar”a geri adım attırmak yolunda seferber olduğumuz, televizyonundan gazetesine bakkalından bürokratına “barışçı hislerle dolup” şövenist konuşmalar yaptığımız bu süreçten geriye; yarım bir köprü kaldı...

Kimin nerede aldığı belli olmayan bir kararla, ansızın Lefkoşa’nın ortasında bir köprü inşaatı başladı. Ardından, Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri; kendilerinin böyle bir köprü hakkında onayları olmadığını, askeri bölgenin üzerinden geçerek oluşturulacak bir geçişi kabul etmeyeceklerini bildirdiler. Doğru veya yanlış, haklı veya haksız ne olursa olsun; samimiyetle barış isteyen tarafın, oldu-bittiler yaratarak değil, karşılıklı mutabakata dayalı olarak hareket etmesi beklenir. Kıbrıs’ın sorunlu tarihinde egemenler kendi anlaşmazlıklarına halkları da ortak etmeyi hep başarmışlardır. Ne yazık ki, Lokmacı’ya bir geçiş kapısı açılması konusu da bu şekilde gelişmiştir.
Muhatabı tarafından onaylanmamış ve onaylanmayacağı açıklanmış bir köprüyü inşa ettirmek için; kim, hangi yasaya ve hangi bütçeye dayanarak nasıl karar almış, ne zaman ihaleye çıkmış ve hiçbir zaman kullanılmayacak bir köprüye kaç para akıtmıştır? Bu iş için bir önceki yılın bütçesinde ayrılmış herhangi bir para olmadığı bilinmektedir. Peki anlı-şanlı devletimiz bu parayı nereden bulmuştur? Eğitimden mi yoksa sağlıktan mı budamıştır? Böylece bir taşla iki kuş vurararak, “zaten eğitim ve sağlık dökülüyor, haydi özelleştirelim” demeye zemin mi hazırlanmıştır? Yoksa “sevgili anavatanımız”, “Rum” komşularımızı uluslararası arenada zor durumda bırakacağını tahmin ettiği bu projeyi gönüllü olarak mı desteklemiştir?
Sonuçta olan oldu: “Çözüm Talat” sloganı ile Cumhurbaşkanlığı makamına yerleşiveren, “Açın kapıları” diyerek barış ve çözüm vaad eden yeni yönetici elitimiz, çözümden sonra hiçbir anlamı kalmayacak bir beton ve demir yığınını Lefkoşa’nın ortasına dikiverdi.
Diyelim ki barışa kadar da bu köprü kullanıldı. Peki barıştan sonra hiçbir işe yaramayacak olan bu ucubeyi inşa edeceklerine, Lokmacı Yolunu temzileyerek yürümemizi sağlasalar daha iyi bir iş yapmış olmazlar mıydı? Hem, temizlik ve düzenleme işi için ihaleye falan da çıkmalarına gerek yoktu. Bir tek çağrıyla barışa susamış Kıbrıs Türk ve Elen Halkları gönüllü olarak yapardı bu işi, onların hesabına. Yoksa, zaten “barış” diye bir geleceğin olmaması için yeminli olduklarından mı böyle bir çözümü hiç akıllarına getirmediler?
Tüm olup bitenler bize şöyle düşündürmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti egemenlerinin kabul etmeyeceklerini çok iyi bildikleri için, bizim egemenlerimiz, (barış için değil “Rumları” zor durumda bırakmak için) sevimli görünen ama art niyetli bir adım atmışlardır. Böylece, tüm dünyaya; “işte barışı kimin istemediğini gördünüz, kapıları açmayan onlardır” deme fırsatı buldular. Hem de bir taşta iki kuş vurarak iç kamuoyundaki iki kesimi de manipüle etmeyi başardılar. Denktaş ve çevresinde kümelenen sağ kesime “milliyetçilik yolunda ne kadar zeki olduklarını” gösterip iç rahatlığı verdiler. Barış bekleyen halkımıza da “barışı istemeyenin Rumlar olduğunu” göstererek, damarlara bir doz daha milliyetçilik şırınga ettiler.
Doğrusu şudur ki, Lokmacı Barikatı senaryosu çok başarılı bir şekilde planlanmış ve sahnelenmiştir. Lefkoşa Türk Belediyesi Başkanı Kutlay Erk’in köprünün üstünden şiirler okuyup çiçekler atması düşünüldüğünde, ortada gerçek bir temsil vardır. Eminiz ki egemenler bu işten bekledikleri verimi almışlar ve ellerini memnun bir şekilde ovuşturmaktadırlar.
Lokmacı’nın biz gerçek barışseverlere öğrettiği ise; egemenlerin barışa dair birşeyler yapmasını ummanın anlamsızlığıdır. Bizler, Elen olsun Türk olsun egmenlerden gelecek bir barış adımının barış gösterip, şövenizm vuran bir kandırmacadan ibaret olduğunu gördük. Bildiğimiz bir gerçeği bir kez daha anladık ki, “Barış Bizlerin Ellerindedir”. Kıbrıslı Türk ve Elenler olarak ortak vatanımızı tekrar birleştirmek yolunda kendi gücümüz doğrultusunda kendi planlarımızı yapmalı ve kendi yolumuzu çizmeliyiz. Egemenlerin her zaman bizler için bölücü bir planı olacaktır. Önemli olan bizim planımızın, bizim gündemimizin ne olduğudur. Bizler, ihtimaller üzerine kurulu bir politikaya dayanarak egemenlerimizin peşine takılmak yerine, tam tersine kendimizi ve halklarımızı bilinçlendirerek, örgütleyerek barış mücadelesini tabana yaymayı önümüze iş olarak koyduk. Ve kendi kendimize diyoruz ki; “Sen kendini hele bir işine ver, gerisi gelir”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder