1 Ağustos 2007 Çarşamba

Argasdi Hammaliye Kurulu (Sayı 7.5)



Hızlı ve sıcak bir yaza başladığımız daha nisan sonundaki öğretmen sendikalarının genel kurullarından belli oluyordu. Genel kurullarda yaşananlar; Egemen Blok’un yerel kanadını oluşturan CTP üst düzey yöneticilerinin genel tavrını değiştirmese de, öfke ve kararlılıklarını ciddi olarak arttırdı.
Genel kurullar öncesinde Esnaf-Zanaatkar ve Ticaret Odalarının yönetimlerine kendi “komiserlerini” yerleştirmiş olmanın yarattığı “normallik” ruh hali ile; öğretmen sendikalarını “hiza istikamete” almak CTP açısından olağan bir durumdu. Ancak partideki hesap genel kurula uymadı ve CTP bürokrasisi öğretmen hareketinin duvarına tosladı. Esnaf-Zanaatkar ve Ticaret Odası yönetimleri, 2003 öncesinde Egemen Blok’un en temel destekçileri olagelmişti. 2003 yılı içerisinde liberal liderliklerle barış siyasetine dümen kırmaları, onların bu temel özelliklerinin değiştiği anlamına gelmiyordu. CTP, Egemen Blok ile uzlaştığı her noktada bu odalar içerisinde kendine daha sağlam bir yer edinebiliyordu. Oysa sürece dair nesnel bir değerlendirme yapabilecek soğukkanlılığı kaybetmiş CTP Yöneticileri, bunu örgütlenme becerilerine bağlıyorlardı. Böylece aynı başarıyı on yıllardır statükoya karşı kavga veren öğretmen hareketi içerisinde de elde etmeyi umdular. Yaşadıkları hayal kırıklığı sonucunda nesnel değerlendirme yapacaklarına öfke ve nefretleri bilendi. Böylece artık geri dönüşü olmayan bir yola girdikleri, revizyonist siyasetlerinin neo-liberalizmi özümsediği ve karakter değişimini tamamladıkları tescillenmiş oldu.
Genel planda zaten hazır olan ve Dünya Bankası-IMF-AKP tarafından çizilen rota doğrultusunda uygulanmayı bekleyen her türlü emek düşmanı siyasetleri için artık “duygusal” bir nedene sahip olan CTP Bürokrasisi, gözü dönmüş bir nefretle uygulamaya geçti. 1 Mayıs’ta, 26 yıldan beridir ilk kez kortejler barikatla ikiye bölündü. Önemli bir farkla ki; 26 yıl önce barikat revizyonizmle devrimcilik (ama her halükarda sol ile sol) arasında örülürken, bu kez neo-liberalizmle devrimcilik arasına örülüyordu. Baraka gurur duyarak barikatın devrimci tarafında yürüdü.
Denizlerin satılığa çıkarıldığı, kadına, doğaya, yabancılara, zayıflara, mağdurlara yönelik resmi şiddetin yükseldiği, cezaevlerinde açlık grevlerinin, çevik kuvvet baskınlarının yaşandığı bir sürece birden bire dalıverdik. Evet bu sürecin altyapısı çok önceden hazırlanmıştı ve gidişatın buraya doğru olduğunun pratik örnekleri de vardı. Ancak böylesine başdöndürücü bir yoğunluk, ancak niteliksel bir değişimin sonucu olabilirdi.
Uyuşturucu ve kumar mafyası ile içli dışlı olduğundan kimsenin kuşku duymadığı büyük otelcilik sektörü ile balayı yaşayan CTP yönetimi, bunu gizlemek için bildik “lokomatif sektör turizm” edebiyatına sarıldı. Ancak ekolojik ve geleneksel yapı ile uyumlu bir turizm anlayışı yerine doğa düşmanı ve merkezi sermayeye dayalı kumar turizmi tercihi de ortada duruyordu. Her konuda tercih sermayeden, büyük sermayeden, daha büyük sermayeden yanaydı.
Öyle ki artık ekonomik anlamda da içine girilen ilişkiler olgunlaşmış, diyetini talep etmektedir. Ekonomi içerisinde teşvikler, yardımlar, hibelere dayalı asalak bir karaktere sahip, ama gene de kara-ekonominin omurgası olan inşaat ve büyük tüccar kesimi haziran ayı içerisinde daha fazla, çok daha fazla avanta istediğini sokaklara dökülerek hatırlattı. Çalıştırdığı yabancı işçileri kamyonlar, şirolar, tırlar içinde sokaklara döken bu aç kurtlar sürüsü; Colony Otel’de CTP’ye ödediği milyonların karşılığını talep ediyordu. İşçiler ise her zamanki gibi patronların çıkarları için siyasallaştırılıyor, olumlu tarafından bakarsak eylem yapmayı öğreniyorlardı. Ta ki kendi öz sınıf çıkarları için eylem yapacakları güne kadar.
Egemen Blok artık CTP’yi ele geçirmiştir. Sermaye, saldırısını artık CTP aracılığı ile yürütmektedir. CTP’ye yönelik eleştirilerimiz ve eylemlerimiz ise; anti-CTP’lilikten değil sermayenin topyekün saldırısına direnme zorunluluğundan doğuyor. Ancak sermaye bireysel ve örgütsel alanlardan da saldırmaktadır. Örgütlerimiz Sivil Toplum Örgütleri Fuarlarında satılığa çıkarılmakta, küresel şirkerlerin kirli paraları için yarışmak konusunda teşvik edilmektedirler. Gençlerimiz Knight-online gibi oyunlar aracılığı ile yalnızlaştırılmakta, sanal alemde yaşamaya yönlendirilerek gerçekliği değiştirmek perspektifinden uzaklaştırılmaktadırlar. Bizim bakışımızın temeli sermayeye karşı emek eksenine dayanıyor. Bu, tek tek örgütlere karşı olup olmamak kısırlığından öte birşeydir. Bu, hayatın her alanına dair emek eksenli bir düşünce ve pratik içinde olmakla ilgili birşeydir.
Sermayenin kalk borusuna uygun yürütülen saldırı dalgasını en iyi karakterize eden iki olay ise; emeğe ve doğaya karşı yürütülen harekatlardır.
Karpaz’a elektirik götürüleceği bahanesiyle zaten parsel parsel bölünmüş sahillerimizin büyük otellere peşkeş çekilmesi süreci hızlandırıldı. Karpaz, beton yığını otellerle tecavüze uğrarken, hayvan ve bitki türlerine yani bir bütün olarak doğamıza yönelen saldırı doruğa ulaşmış olacak. Öte yandan Türkiye’de öğrenci-öğretmen muhalefeti korkusuyla özelleştirilemeyen ODTÜ ve İTÜ gibi üniversitelerin paralı bölümleri ülkemize yönlendirildi. Ne hazindir ki, İTÜ’nün ülkemize girişi Karpaz üzerinden gerçekleşme yolunda ve bu süreçte paralı eğitim, ekolojik talan ve kültürel entegrasyon adına bir taşta üç kuş vurulmuş olacak. Karpaz’a elektirik götürmekte “kararlı” sermaye hükümeti, doğaya da insana verdiği kadar değer veriyor. Sosyal Güvenlik Yasası ise CTP’nin insanımıza verdiği değerin göstergesi oldu. Emeklilik yaşını arttıran, kadınların yıpranma payını kaldıran, işsizlik sigortasından analık sigortasına kadar tüm hakları gerileten bu neo-liberal saldırı, CTP’nin en acımasızca uyguladığı ve öğretmen sendiklarından rövanş aldığını düşündüğü muharebeye sahne oldu. Oysa bu yasa sadece kamu emekçilerinin değil, sigortalıların ve özel sektör çalışanlarının da hak gerilemesine uğramasına sebep olmaktaydı. Yasayı sonuna kadar savunan ve “devrim” diye niteleyenlerin, ileride yaşanacak bir muhalefet sürecinde sola çarketme imkanları da böylece kapanmış oldu. CTP, dünyada SG Yasası gibi bir yasayı savunan kendi çizgisinde siyasi hareketler bulabilir. Ancak bunların hepsi de kendilerini liberal olarak tanımlayacaklardır. Çalışma Bakanı’nın “devrimcilik” iddiaları, yalnızca sol CTP’nin yaşadığı trajediyi bir “fars”a dönüştürmeye hizmet etmiştir.
Ve dönüşümün son halkası burjuva siyasetinin en yüce pislikleri rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ile CTP hükümetinin (hükümete dahil bakanlıklarının) birlikte anılmaya başlaması olmuştur. Parlamentarist bile olsa yıllardır emeğin onurunu taşıyan bir parti en çirkef ilişkilerin içine girerken, samimi bir hasmının burjuvaziye iltihak etmesine üzülmemek devrimcilerin elinde değildir.
Oysa Kıbrıs Türk solu hala fırsatçı ve parlamentarist özelliklerle damgalıdır. Olup bitenleri, bir sonraki seçimde oyunu arttırmaya yarayacak, kısa vadede siyasi rant elde edecek vesileler olarak gören anlayışlar ne yazık ki ikinci ve hatta üçüncü bir CTP vakası yaratmaya adaydırlar. Olguları anti-CTP’lilik gözlüğünden ve “partime-sendikama popülerlik sağlamak için konuşma fırsatı” bakış açısından değerlendiren bir anlayış emek eksenli bir siyaset için kabul edilemezdir. Bizler eleştirilerimizi neo-liberal felsefenin reddi ve emek ideolojisinin güçlendirilerek sermaye ideolojisine karşı kavga verilmesi gibi ilkelerle şekillendirmeliyiz. CTP’yi yenmek demek, sermayeyi yenmek demek değildir. Parlamentarist de olsa, emeğin partisi olmak iddiası ile yola çıkıp sermayeye teslim olan CTP, zaten yenilmiştir. Sermaye ele geçirdiği partiler, bilgisayar oyunları ve STÖ Fuarları gibi vesileler yoluyla emeğe ve doğaya saldırmaktadır. Bu yüzden direniş; o veya bu örgüte karşı veya taraftar bir zeminden değil, emek hareketinin genel çıkarları açısından şekillendirilmelidir. Devrimci siyaset bunu gerektirir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder