Hızlı ve sıcak bir yaza başladığımız
daha nisan sonundaki öğretmen sendikalarının genel kurullarından belli
oluyordu. Genel kurullarda yaşananlar; Egemen Blok’un yerel kanadını oluşturan
CTP üst düzey yöneticilerinin genel tavrını değiştirmese de, öfke ve kararlılıklarını
ciddi olarak arttırdı.
Genel kurullar öncesinde Esnaf-Zanaatkar ve Ticaret
Odalarının yönetimlerine kendi “komiserlerini” yerleştirmiş olmanın yarattığı
“normallik” ruh hali ile; öğretmen sendikalarını “hiza istikamete” almak CTP
açısından olağan bir durumdu. Ancak partideki hesap genel kurula uymadı ve CTP
bürokrasisi öğretmen hareketinin duvarına tosladı. Esnaf-Zanaatkar ve Ticaret
Odası yönetimleri, 2003 öncesinde Egemen Blok’un en temel destekçileri
olagelmişti. 2003 yılı içerisinde liberal liderliklerle barış siyasetine dümen
kırmaları, onların bu temel özelliklerinin değiştiği anlamına gelmiyordu. CTP,
Egemen Blok ile uzlaştığı her noktada bu odalar içerisinde kendine daha sağlam
bir yer edinebiliyordu. Oysa sürece dair nesnel bir değerlendirme yapabilecek
soğukkanlılığı kaybetmiş CTP Yöneticileri, bunu örgütlenme becerilerine
bağlıyorlardı. Böylece aynı başarıyı on yıllardır statükoya karşı kavga veren
öğretmen hareketi içerisinde de elde etmeyi umdular. Yaşadıkları hayal
kırıklığı sonucunda nesnel değerlendirme yapacaklarına öfke ve nefretleri
bilendi. Böylece artık geri dönüşü olmayan bir yola girdikleri, revizyonist
siyasetlerinin neo-liberalizmi özümsediği ve karakter değişimini tamamladıkları
tescillenmiş oldu.
Genel planda zaten hazır olan ve Dünya
Bankası-IMF-AKP tarafından çizilen rota doğrultusunda uygulanmayı bekleyen her
türlü emek düşmanı siyasetleri için artık “duygusal” bir nedene sahip olan CTP
Bürokrasisi, gözü dönmüş bir nefretle uygulamaya geçti. 1 Mayıs’ta, 26 yıldan beridir
ilk kez kortejler barikatla ikiye bölündü. Önemli bir farkla ki; 26 yıl önce
barikat revizyonizmle devrimcilik (ama her halükarda sol ile sol) arasında
örülürken, bu kez neo-liberalizmle devrimcilik arasına örülüyordu. Baraka gurur
duyarak barikatın devrimci tarafında yürüdü.
Denizlerin satılığa çıkarıldığı,
kadına, doğaya, yabancılara, zayıflara, mağdurlara yönelik resmi şiddetin
yükseldiği, cezaevlerinde açlık grevlerinin, çevik kuvvet baskınlarının
yaşandığı bir sürece birden bire dalıverdik. Evet bu sürecin altyapısı çok
önceden hazırlanmıştı ve gidişatın buraya doğru olduğunun pratik örnekleri de
vardı. Ancak böylesine başdöndürücü bir yoğunluk, ancak niteliksel bir
değişimin sonucu olabilirdi.
Uyuşturucu ve kumar mafyası ile içli
dışlı olduğundan kimsenin kuşku duymadığı büyük otelcilik sektörü ile balayı
yaşayan CTP yönetimi, bunu gizlemek için bildik “lokomatif sektör turizm”
edebiyatına sarıldı. Ancak ekolojik ve geleneksel yapı ile uyumlu bir turizm
anlayışı yerine doğa düşmanı ve merkezi sermayeye dayalı kumar turizmi tercihi
de ortada duruyordu. Her konuda tercih sermayeden, büyük sermayeden, daha büyük
sermayeden yanaydı.
Öyle ki artık ekonomik anlamda da içine
girilen ilişkiler olgunlaşmış, diyetini talep etmektedir. Ekonomi içerisinde teşvikler,
yardımlar, hibelere dayalı asalak bir karaktere sahip, ama gene de
kara-ekonominin omurgası olan inşaat ve büyük tüccar kesimi haziran ayı
içerisinde daha fazla, çok daha fazla avanta istediğini sokaklara dökülerek
hatırlattı. Çalıştırdığı yabancı işçileri kamyonlar, şirolar, tırlar içinde
sokaklara döken bu aç kurtlar sürüsü; Colony Otel’de CTP’ye ödediği milyonların
karşılığını talep ediyordu. İşçiler ise her zamanki gibi patronların çıkarları
için siyasallaştırılıyor, olumlu tarafından bakarsak eylem yapmayı
öğreniyorlardı. Ta ki kendi öz sınıf çıkarları için eylem yapacakları güne
kadar.
Egemen Blok artık CTP’yi ele
geçirmiştir. Sermaye, saldırısını artık CTP aracılığı ile yürütmektedir. CTP’ye
yönelik eleştirilerimiz ve eylemlerimiz ise; anti-CTP’lilikten değil sermayenin
topyekün saldırısına direnme zorunluluğundan doğuyor. Ancak sermaye bireysel ve
örgütsel alanlardan da saldırmaktadır. Örgütlerimiz Sivil Toplum Örgütleri
Fuarlarında satılığa çıkarılmakta, küresel şirkerlerin kirli paraları için
yarışmak konusunda teşvik edilmektedirler. Gençlerimiz Knight-online gibi
oyunlar aracılığı ile yalnızlaştırılmakta, sanal alemde yaşamaya
yönlendirilerek gerçekliği değiştirmek perspektifinden uzaklaştırılmaktadırlar.
Bizim bakışımızın temeli sermayeye karşı emek eksenine dayanıyor. Bu, tek tek
örgütlere karşı olup olmamak kısırlığından öte birşeydir. Bu, hayatın her
alanına dair emek eksenli bir düşünce ve pratik içinde olmakla ilgili
birşeydir.
Sermayenin kalk borusuna uygun
yürütülen saldırı dalgasını en iyi karakterize eden iki olay ise; emeğe ve
doğaya karşı yürütülen harekatlardır.
Karpaz’a elektirik götürüleceği
bahanesiyle zaten parsel parsel bölünmüş sahillerimizin büyük otellere peşkeş
çekilmesi süreci hızlandırıldı. Karpaz, beton yığını otellerle tecavüze
uğrarken, hayvan ve bitki türlerine yani bir bütün olarak doğamıza yönelen
saldırı doruğa ulaşmış olacak. Öte yandan Türkiye’de öğrenci-öğretmen
muhalefeti korkusuyla özelleştirilemeyen ODTÜ ve İTÜ gibi üniversitelerin
paralı bölümleri ülkemize yönlendirildi. Ne hazindir ki, İTÜ’nün ülkemize
girişi Karpaz üzerinden gerçekleşme yolunda ve bu süreçte paralı eğitim,
ekolojik talan ve kültürel entegrasyon adına bir taşta üç kuş vurulmuş olacak.
Karpaz’a elektirik götürmekte “kararlı” sermaye hükümeti, doğaya da insana
verdiği kadar değer veriyor. Sosyal Güvenlik Yasası ise CTP’nin insanımıza
verdiği değerin göstergesi oldu. Emeklilik yaşını arttıran, kadınların yıpranma
payını kaldıran, işsizlik sigortasından analık sigortasına kadar tüm hakları gerileten
bu neo-liberal saldırı, CTP’nin en acımasızca uyguladığı ve öğretmen
sendiklarından rövanş aldığını düşündüğü muharebeye sahne oldu. Oysa bu yasa
sadece kamu emekçilerinin değil, sigortalıların ve özel sektör çalışanlarının
da hak gerilemesine uğramasına sebep olmaktaydı. Yasayı sonuna kadar savunan ve
“devrim” diye niteleyenlerin, ileride yaşanacak bir muhalefet sürecinde sola
çarketme imkanları da böylece kapanmış oldu. CTP, dünyada SG Yasası gibi bir
yasayı savunan kendi çizgisinde siyasi hareketler bulabilir. Ancak bunların
hepsi de kendilerini liberal olarak tanımlayacaklardır. Çalışma Bakanı’nın
“devrimcilik” iddiaları, yalnızca sol CTP’nin yaşadığı trajediyi bir “fars”a
dönüştürmeye hizmet etmiştir.
Ve dönüşümün son halkası burjuva
siyasetinin en yüce pislikleri rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ile CTP
hükümetinin (hükümete dahil bakanlıklarının) birlikte anılmaya başlaması
olmuştur. Parlamentarist bile olsa yıllardır emeğin onurunu taşıyan bir parti
en çirkef ilişkilerin içine girerken, samimi bir hasmının burjuvaziye iltihak
etmesine üzülmemek devrimcilerin elinde değildir.
Oysa Kıbrıs Türk solu hala fırsatçı ve
parlamentarist özelliklerle damgalıdır. Olup bitenleri, bir sonraki seçimde
oyunu arttırmaya yarayacak, kısa vadede siyasi rant elde edecek vesileler
olarak gören anlayışlar ne yazık ki ikinci ve hatta üçüncü bir CTP vakası
yaratmaya adaydırlar. Olguları anti-CTP’lilik gözlüğünden ve “partime-sendikama
popülerlik sağlamak için konuşma fırsatı” bakış açısından değerlendiren bir
anlayış emek eksenli bir siyaset için kabul edilemezdir. Bizler
eleştirilerimizi neo-liberal felsefenin reddi ve emek ideolojisinin
güçlendirilerek sermaye ideolojisine karşı kavga verilmesi gibi ilkelerle
şekillendirmeliyiz. CTP’yi yenmek demek, sermayeyi yenmek demek değildir.
Parlamentarist de olsa, emeğin partisi olmak iddiası ile yola çıkıp sermayeye
teslim olan CTP, zaten yenilmiştir. Sermaye ele geçirdiği partiler, bilgisayar
oyunları ve STÖ Fuarları gibi vesileler yoluyla emeğe ve doğaya saldırmaktadır.
Bu yüzden direniş; o veya bu örgüte karşı veya taraftar bir zeminden değil,
emek hareketinin genel çıkarları açısından şekillendirilmelidir. Devrimci
siyaset bunu gerektirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder