1 Ekim 2008 Çarşamba

Çözerler Mi Çözemezler Mi?



3 ve 11 Eylül’de gerçekleşen görüşmeler sonucunda başlayan “kapsamlı müzakereler” ile birlikte adına Kıbrıs sorunu denilen sorun hepimizin diline yeniden yerleşiverdi.

Şövenistlerin herhangi bir çözümü kabul etmeyen ve sadece Türkiye’ye bağlanma veya Taksim’i “çözüm” olarak tanıyan yaklaşımı bir yana bırakılırsa; aslında Talat ve Hristofyas’ın imzalayacağı bir anlaşma ile Kıbrıs’ın birleştirilmesine kimsenin itirazı yok. Biz Baraka olarak, böylesi bir birleşmenin, aslında Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar iktidar sorunu demek olan Kıbrıs sorununa gerçek bir çözüm olmayacağını gayet iyi biliyoruz. Ancak ilerleyen sayfalarda da okuyacağınız gibi, emperyalist bir yasallaştırma demek olan “Talat-Hristofyas Çözümü”nde de  statükonun devamı halinde de verilecek mücadelenin aynı biçim ve içeriğe sahip olacağından hareket ediyoruz. Bu sebeple de özel olarak “Talat-Hristofyas Çözümü”ne veya statükonun devamına karşı mücadele etmenin anlamsızlığını vurgulayarak, bağımsız ve halkları kardeş bir birleşik Kıbrıs yaratılması için yapılması gerekenlere odaklanmayı tercih ediyoruz.
Durum en özet şekliyle böyleyken, aslında Kıbrıs Türk halkının gündemini işgal eden tartışma şimdilik bundan biraz daha farklı. Kıbrıs Türk halkı (ve elbette Kıbrıs Elen halkı) büyük bir umut bombardımanı ile başlayan müzakere sürecinin “başarıya” ulaşıp ulaşmayacağı ile ilgileniyor. Bu ilgi iki yönlü bir ilgi: İlginin öncelikli boyutu gündemdeki sürecin bir anlaşma ile noktalanıp noktalanmayacağı, ikinci boyutu ise olası bir anlaşmaya kimin karşı kimin taraftar olduğu... Aslında bu sorular birbiri ile de bağlantılı gibi görünüyor. Yani, herhangi bir anlaşmaya karşı olan çevrelerin “yine anlaşamayacaklar” söylemi ile moral bozmaya çalışabileceği gibi, acilen çözüm isteyenler de “bu defa kesin anlaşıyoruz” diyerek umut yaratmaya çalışıyor olabilirler. Ancak siyaseten söylenenler bir yana, acaba gerçekten bu defa iki “lider”in anlaşma şansı var mı?
Biz bu soruya tereddütsüz “evet” cevabı veriyoruz. Talat ve Hristofyas’ın varacakları bir anlaşmayı olumlu bulup bulmayacağımızdan bağımsız olarak, böyle bir anlaşmanın ortaya çıkmasını çok güçlü bir olasılık olarak değerlendiriyoruz. Aslında Talat ve Hristofyas’ın bir anlaşmaya varması kesinlikle kendilerinin değil temsil ettikleri kesimlerin anlaşması ile ilgilidir. Şunu net bir şekilde ortaya koyalım ne Talat Kıbrıs Türk halkını temsil etmektedir ne de Hristofyas Kıbrıs Elen halkını... İki halk da bu kişilere oy vermiş, umut bağlamış ve kendilerini temsil ettiğini düşünüyor durumda olabilir. Bizim sözünü ettiğimiz temsil böyle bir temsil değildir. Biz Talat’ın Kıbrıs Türk halkını temsil etmediğini söylerken, Talat tarafından savunulan çıkarların Kıbrıs Türk halkının çıkarları olmadığını söylüyoruz. Biz Hristofyas’ın Kıbrıs Elen halkını temsil etmediğini söylerken, Hristofyas tarafından savunulan çıkarların Kıbrıs Elen halkının çıkarları olmadığını söylüyoruz. Talat Türkiye üzerinden ABD’nin çıkarlarının temsilciliğini yaparken, Hristofyas da Yunanistan üzerinden AB’nin çıkarlarını temsil etmektedir. Yani masada ABD ile AB ve Türkiye ile Yunanistan pazarlık yapmaktadır. Elbette Kıbrıs Türk ve Elen egemen bloklarının (tüccarların, asker-sivil bürokratların) da bazı çıkarları pazarlıkta yer almaktadır ancak halkların çıkarları bunlardan başka şeylerdir. Kısacası biz görünürde Talat ve Hristofyas tarafından yürütülen müzakereler sonucunda ortaya bir anlaşma çıkma olasılığının yüksek olduğunu söylüyoruz. Ve bunu söyleme nedenimiz esas olarak ABD ve AB’nin çıkarlarının böyle bir anlaşmanın hayat bulması noktasında birleştiğini gözlemlememizdir.
Kıbrıs’ta yaratılan oldu-bitti durumunun uluslararası hukuğa uydurulması ABD ve AB’nin çıkarınadır. Böyle bir yasallaştırmada kimin ne alıp ne vereceği konusu da aralarında çoktan çözülmüştür. Bugüne kadar bunun yazılı hale gelememesinin çeşitli nedenleri vardır. Gerek AB’nin halen yaşamakta olduğu sıkıntılı “oluşum süreci”, gerek Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974’te kendince ABD tarafından kandırılmış olmasının verdiği tedirginlik ve Kıbrıs Elen egemen bloku üzerinde yeterince söz geçirememesi, gerek Türkiye oligarşisi içinde bulunan ve bir zamanlar ABD’nin işine yarasa da şimdilerde ayak bağı haline gelen “ulusalcı” unsurların müdahaleleri, gerek aynı unsurların uzantısı olan Denktaş ve çevresi, gerekse de 1960’lardan beridir başı ilk kez zar zor ezilen Makariosçuluk gibi etkenler, emperyalist yasallaştırmayı bugüne kadar ertelemiştir. Ancak şimdi ilk kez tüm taşlar hizaya gelmiş bulunuyor.
Türkiye’de AKP iktidarı tam bir emperyalist işbirlikçisi olarak davranmanın yanında kusursuz bir neo-liberal iktidar örneği sergiliyor. Bu doğrultuda da ABD için gerekli her ne varsa yapmaya hazır bir “emret komutanım” durumunda hazır bekliyor. Elbette AKP’nin ve Türkiye oligarşisinin de bu süreçten kendilerince bazı beklentileri var ve geri adım atamayacağı noktalar mevcut. Ancak süreç bu arzuların tatmin edilebileceği bir yolda ilerliyor. Diğer yandan Yunanistan egemenleri çoktandır geleceklerini tamamen AB’ye bağlamış durumdalar. AB ise Kıbrıs’ta bir yasallaştırmayı şiddetle arzuluyor. Özellikle de Kıbrıs’a dair ABD ile arasındaki pürüzleri halletmişken... Denktaş daha bu sürecin başında ekarte edildi. Elbette o ve mücahitleri mücadeleyi bırakmadılar, tam güçle ikinci raunda hazırlanıyorlar. Bilindiği gibi Denktaşın tek uzmanlık alanı sorunları sürüncemede bırakmak değil, aksine sorunsuz halkları birbirine kırdırmak konusunda daha yetenekli olduğuna tarih şahit. Diğer yandan Pabadobullos’ta karşılığını bulan Makariosçu güçler daha uzun süre direndiler ancak iki emperyalist odağın çıkarlarının buluştuğu noktada bu direniş de kırılmak zorundaydı. Nitekim kırıldı. Şimdi Kıbrıs’ta dümen iki eski revizyonist, yeni-liberal “lider”in elinde. Onlar da kendilerini ispatlamak, işe yarar olduklarını göstermek, göze girmek için can atıyorlar. Doğru dürüst bir emek cephesinin yokluğu, anti-emperyalist bir mücadelenin eksikliği de tüm bunların cabası...
Evet, bizce Kıbrıs’ta verili durumun emperyalist yasallaştırılması için gerekli tüm koşullar mevcuttur. Yani Talat ve Hristofyas bir anlaşmaya varabilirler, bu anlaşmayı imzalayabilirler ve referandum veya başka yollarla emperyalizmin sorununu çözebilirler. Liberallerimizin sevdiği bir deyimle, “eğer ciddi bir tren kazası olmazsa” büyük ihtimalle de bunu yapacaklar. Peki böyle bir durumda bizim tavrımız ne olacak. Bununla ilgili Baraka’nın tavrını arka sayfadaki yazıda okuyabilirsiniz. Ancak bitirmeden şunu da ekleyelim. Şimdi Kıbrıs’ta dümen iki eski revizyonist, yeni-liberal “lider”in elinde demiştik. Dümen onlarda da olsa, frenin hala emperyalist devletlerin ayağının altında olduğunu söylemezsek bu tespit eksik kalacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder