3 ve
11 Eylül’de gerçekleşen görüşmeler sonucunda başlayan “kapsamlı müzakereler”
ile birlikte adına Kıbrıs sorunu denilen sorun hepimizin diline yeniden
yerleşiverdi.
Şövenistlerin
herhangi bir çözümü kabul etmeyen ve sadece Türkiye’ye bağlanma veya Taksim’i
“çözüm” olarak tanıyan yaklaşımı bir yana bırakılırsa; aslında Talat ve
Hristofyas’ın imzalayacağı bir anlaşma ile Kıbrıs’ın birleştirilmesine kimsenin
itirazı yok. Biz Baraka olarak, böylesi bir birleşmenin, aslında Kıbrıs
halklarının söz, yetki, karar iktidar sorunu demek olan Kıbrıs sorununa gerçek
bir çözüm olmayacağını gayet iyi biliyoruz. Ancak ilerleyen sayfalarda da
okuyacağınız gibi, emperyalist bir yasallaştırma demek olan “Talat-Hristofyas
Çözümü”nde de statükonun devamı halinde
de verilecek mücadelenin aynı biçim ve içeriğe sahip olacağından hareket
ediyoruz. Bu sebeple de özel olarak “Talat-Hristofyas Çözümü”ne veya statükonun
devamına karşı mücadele etmenin anlamsızlığını vurgulayarak, bağımsız ve
halkları kardeş bir birleşik Kıbrıs yaratılması için yapılması gerekenlere
odaklanmayı tercih ediyoruz.
Durum
en özet şekliyle böyleyken, aslında Kıbrıs Türk halkının gündemini işgal eden
tartışma şimdilik bundan biraz daha farklı. Kıbrıs Türk halkı (ve elbette
Kıbrıs Elen halkı) büyük bir umut bombardımanı ile başlayan müzakere sürecinin
“başarıya” ulaşıp ulaşmayacağı ile ilgileniyor. Bu ilgi iki yönlü bir ilgi:
İlginin öncelikli boyutu gündemdeki sürecin bir anlaşma ile noktalanıp
noktalanmayacağı, ikinci boyutu ise olası bir anlaşmaya kimin karşı kimin
taraftar olduğu... Aslında bu sorular birbiri ile de bağlantılı gibi görünüyor.
Yani, herhangi bir anlaşmaya karşı olan çevrelerin “yine anlaşamayacaklar”
söylemi ile moral bozmaya çalışabileceği gibi, acilen çözüm isteyenler de “bu
defa kesin anlaşıyoruz” diyerek umut yaratmaya çalışıyor olabilirler. Ancak
siyaseten söylenenler bir yana, acaba gerçekten bu defa iki “lider”in anlaşma
şansı var mı?
Biz bu
soruya tereddütsüz “evet” cevabı veriyoruz. Talat ve Hristofyas’ın varacakları
bir anlaşmayı olumlu bulup bulmayacağımızdan bağımsız olarak, böyle bir
anlaşmanın ortaya çıkmasını çok güçlü bir olasılık olarak değerlendiriyoruz.
Aslında Talat ve Hristofyas’ın bir anlaşmaya varması kesinlikle kendilerinin
değil temsil ettikleri kesimlerin anlaşması ile ilgilidir. Şunu net bir şekilde
ortaya koyalım ne Talat Kıbrıs Türk halkını temsil etmektedir ne de Hristofyas
Kıbrıs Elen halkını... İki halk da bu kişilere oy vermiş, umut bağlamış ve
kendilerini temsil ettiğini düşünüyor durumda olabilir. Bizim sözünü ettiğimiz
temsil böyle bir temsil değildir. Biz Talat’ın Kıbrıs Türk halkını temsil
etmediğini söylerken, Talat tarafından savunulan çıkarların Kıbrıs Türk
halkının çıkarları olmadığını söylüyoruz. Biz Hristofyas’ın Kıbrıs Elen halkını
temsil etmediğini söylerken, Hristofyas tarafından savunulan çıkarların Kıbrıs
Elen halkının çıkarları olmadığını söylüyoruz. Talat Türkiye üzerinden ABD’nin
çıkarlarının temsilciliğini yaparken, Hristofyas da Yunanistan üzerinden AB’nin
çıkarlarını temsil etmektedir. Yani masada ABD ile AB ve Türkiye ile Yunanistan
pazarlık yapmaktadır. Elbette Kıbrıs Türk ve Elen egemen bloklarının
(tüccarların, asker-sivil bürokratların) da bazı çıkarları pazarlıkta yer
almaktadır ancak halkların çıkarları bunlardan başka şeylerdir. Kısacası biz
görünürde Talat ve Hristofyas tarafından yürütülen müzakereler sonucunda ortaya
bir anlaşma çıkma olasılığının yüksek olduğunu söylüyoruz. Ve bunu söyleme
nedenimiz esas olarak ABD ve AB’nin çıkarlarının böyle bir anlaşmanın hayat
bulması noktasında birleştiğini gözlemlememizdir.
Kıbrıs’ta
yaratılan oldu-bitti durumunun uluslararası hukuğa uydurulması ABD ve AB’nin
çıkarınadır. Böyle bir yasallaştırmada kimin ne alıp ne vereceği konusu da
aralarında çoktan çözülmüştür. Bugüne kadar bunun yazılı hale gelememesinin
çeşitli nedenleri vardır. Gerek AB’nin halen yaşamakta olduğu sıkıntılı “oluşum
süreci”, gerek Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974’te kendince ABD tarafından
kandırılmış olmasının verdiği tedirginlik ve Kıbrıs Elen egemen bloku üzerinde
yeterince söz geçirememesi, gerek Türkiye oligarşisi içinde bulunan ve bir
zamanlar ABD’nin işine yarasa da şimdilerde ayak bağı haline gelen “ulusalcı”
unsurların müdahaleleri, gerek aynı unsurların uzantısı olan Denktaş ve
çevresi, gerekse de 1960’lardan beridir başı ilk kez zar zor ezilen
Makariosçuluk gibi etkenler, emperyalist yasallaştırmayı bugüne kadar
ertelemiştir. Ancak şimdi ilk kez tüm taşlar hizaya gelmiş bulunuyor.
Türkiye’de
AKP iktidarı tam bir emperyalist işbirlikçisi olarak davranmanın yanında
kusursuz bir neo-liberal iktidar örneği sergiliyor. Bu doğrultuda da ABD için
gerekli her ne varsa yapmaya hazır bir “emret komutanım” durumunda hazır
bekliyor. Elbette AKP’nin ve Türkiye oligarşisinin de bu süreçten kendilerince
bazı beklentileri var ve geri adım atamayacağı noktalar mevcut. Ancak süreç bu
arzuların tatmin edilebileceği bir yolda ilerliyor. Diğer yandan Yunanistan
egemenleri çoktandır geleceklerini tamamen AB’ye bağlamış durumdalar. AB ise
Kıbrıs’ta bir yasallaştırmayı şiddetle arzuluyor. Özellikle de Kıbrıs’a dair
ABD ile arasındaki pürüzleri halletmişken... Denktaş daha bu sürecin başında
ekarte edildi. Elbette o ve mücahitleri mücadeleyi bırakmadılar, tam güçle
ikinci raunda hazırlanıyorlar. Bilindiği gibi Denktaşın tek uzmanlık alanı
sorunları sürüncemede bırakmak değil, aksine sorunsuz halkları birbirine
kırdırmak konusunda daha yetenekli olduğuna tarih şahit. Diğer yandan
Pabadobullos’ta karşılığını bulan Makariosçu güçler daha uzun süre direndiler
ancak iki emperyalist odağın çıkarlarının buluştuğu noktada bu direniş de
kırılmak zorundaydı. Nitekim kırıldı. Şimdi Kıbrıs’ta dümen iki eski
revizyonist, yeni-liberal “lider”in elinde. Onlar da kendilerini ispatlamak,
işe yarar olduklarını göstermek, göze girmek için can atıyorlar. Doğru dürüst
bir emek cephesinin yokluğu, anti-emperyalist bir mücadelenin eksikliği de tüm
bunların cabası...
Evet,
bizce Kıbrıs’ta verili durumun emperyalist yasallaştırılması için gerekli tüm
koşullar mevcuttur. Yani Talat ve Hristofyas bir anlaşmaya varabilirler, bu
anlaşmayı imzalayabilirler ve referandum veya başka yollarla emperyalizmin
sorununu çözebilirler. Liberallerimizin sevdiği bir deyimle, “eğer ciddi bir
tren kazası olmazsa” büyük ihtimalle de bunu yapacaklar. Peki böyle bir durumda
bizim tavrımız ne olacak. Bununla ilgili Baraka’nın tavrını arka sayfadaki
yazıda okuyabilirsiniz. Ancak bitirmeden şunu da ekleyelim. Şimdi Kıbrıs’ta dümen
iki eski revizyonist, yeni-liberal “lider”in elinde demiştik. Dümen onlarda da
olsa, frenin hala emperyalist devletlerin ayağının altında olduğunu söylemezsek
bu tespit eksik kalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder