27 Temmuz 2008 Pazar

Kıbrıs’ta Görüşmeler Başlıyor



İki toplumun en yetkili makamlarında bulunan Talat ve Hristofyas’ın geçtiğimiz günlerde biraraya gelerek, komiteler düzeyinde yürütülen çalışmaları değerlendirmesinden sonra, somut adımların 3 Eylül’den itibaren atılmaya başlanacağı açıklandı.
Talat ve Hristofyas, tek egemenlik ve tek vatandaşlığa dayalı ortak bir devlet oluşturmak üzere 3 Eylül’de müzakerelere başlayacaklarını, müzakerelerin sonucunda ortaya çıkaracakları anlaşmayı da referanduma sunacaklarını açıkladılar. Bu açıklama Birleşmiş Milletler, ABD, AB, Türkiye ve Yunanistan’da memnunlukla karşılanırken; her iki toplumdaki neredeyse tüm demokratik kitle örgütleri ile partiler tarafından da desteklendi.
Kıbrıslı Elenler içerisinde DİKO ve EDEK tarafından Hristofyas’a eleştirel bir destek verilirken, DİSİ ve AKEL süreci sahipleniyor. Diğer yandan Kıbrıslı Türkler içerisinde de UBP ve DP’nin tavrı eleştirel destek noktasında, geriye kalan partiler Talat’ı tamamen destekliyor. Gelişmelerin gösterdiği kadarıyla, 2004 yılında Annan Planı’na karşı Kıbrıslı Elenleri “hayır” oyu etrafında toparlamayı başaran Makariosçu güçler, şimdi gerçek bir abluka altında. Son dört yılda AB ve ABD’nin yürüttüğü üstün çaba, Kıbrıslı Elen liderliğin Papadopulos’tan Hristofyas’a geçmesini sağlamıştı. Artık tüm göstergeler emperyalist yasallaştırma siyasetinin başarıya ulaşmasının imkansız olmadığı yönünde. 3 Eylül’de başlayacak olan görüşmelerin son noktası 2009 yılında gerçekleştirilecek bir referandumla konulacakmış gibi görünüyor.
Gücü elinde bulunduran emperyalist odaklar (AB-ABD) ve onların ada üzerindeki taşeronluğunu yürüten Türkiye ile Yunanistan ortaya çıkacak olan şeyin bir çeşit çözüm veya barış olduğu hususunda sürekli bir probaganda yürütüyorlar. Türkiye ve Yunanistan’ın tek sorunu on yıllardır Kıbrıs meselesi üzerinden besleyip büyüttükleri şöven/faşist çevrelerin yatıştırılması, ikna edilmesine endeksli. Bu sebeple de emperyalist çözümün zaten ayrılmaz bir parçası olan ayrılıkçı/şöven noktaları kendi faşistleri leyhine arttıracak bir iki küçük düzeltme dışında istekleri mevcut değil.
Kıbrıs halkları ise kendi gelecekleri üzerinde artık söz sahibi olabilecekleri gerçek bir çözüm istiyorlar. Yeni sürecin böyle bir çözüm yaratacağını umuyorlar ve gelişmeleri dikkatle takip ediyorlar. Ancak her ne kadar Hristofyas ve Talat’ın anlaşması, bu anlaşma sonucunda ortaya çıkacak metnin referandumlar ile onaylanması mümkünse de, Kıbrıs halklarının arzusunun gerçek olması mümkün değil. Çünkü Hristofyas ve Talat, Kıbrıs halklarının söz sahibi olduğu bağımsız bir devlet yaratmak için değil, emperyalizm tarafından yaratılmış verili statükonun uluslararası hukuğa uygun yasal bir kimlik kazanması için uğraşıyorlar. Kıbrıs sorununun halklar açısından sona ermesi, ikili bir çözümü bağrında taşımak zorunda: Bağımsızlık ve halkların kardeşliği. Bağımsızlık, yıllardan bu yana ada üzerinde söz sahibi olan tüm dış güçlerin anti-emperyalist bir mücadele sonucunda geriletilerek, halkların söz-yetki-karar sahibi kılınması demektir. Ancak bunu ne Kıbrıs Türk halkı ne de Kıbrıs Elen halkı yalnız başına gerçekleştiremez. Böylesi bir hedefe varabilmenin olası tek yolu, ortak bir mücadele sonucunda oluşacak yeniden kardeşleşmeden geçmektedir. Kardeşleşme, aynı zamanda ortaya çıkacak olan barışın yaşayabilirliğinin de güvencesi olacaktır. Ancak dediğimiz gibi ne Talat ne de Hristofyas’ın soruna böyle bir bakışı yok.
Bu durumda ortaya çıkacak emperyalist bir yasallaştırmanın, uluslararası dengelerde oluşacak bir değişim karşısında kırılgan olacağı ve bu kırılganlığın ise Kıbrıs’ta yeni savaşlara gebe olduğu açık bir gerçek. Ancak ondan da öte emperyalist çözüm siyaseti; neo-liberal saldırganlık temeli üzerine kurgulandığından, emekçiler açısından adı konulmamış bir savaşın şimdiden gündeme geldiğini vurgulamak gerekiyor. Kuzeyde CTP hükümeti “barış” için gün sayarken, emek düşmanı yasaları birer birer meclisten geçirmeye devam ediyor. Hükümetin “barış” söylemi, bugün bu yasalara karşı muhalefeti zayıflatan bir anahtar işlevi görüyor. Yarın olası bir “barış”ta ise bu emek düşmanı yasalar, yeni devletin başının tacı olacaktır. Kıbrıs’ta emperyalist “çözüm” ile neo-liberal saldırganlık el ele gidiyor.
Hükümet için ciddi bir baş ağrısı oluşturan muhalif sendikalar ise henüz sürece yönelik tavırlarını belirlemiş değiller. Geleneksel siyasetleri gereği “barış” ve “çözüm” yönünde ortaya konan çabalara destek verseler de, söz konusu sürecin emperyalist karakterini eleştirmiyorlar. Öte yandan gündeme gelen neo-liberal yasalar karşısında ortaya koydukları sert tepkiler, “barış”ın her gündeme gelişinde yumuşayıveriyor. Bir yıl kadar önce henüz Papadopulos güneyde iktidardayken kuzeydeki muhalefet için herşey daha kolaydı. Talat’ın şöven söylemleri eleştiriliyor, neo-liberal CTP’nin emek cephesinden yalıtılması için adımlar atılıyordu. Ancak Hristofyas ile birlikte gündeme yerleşen emperyalist çözüm süreci, keskin tavırların yumuşamasına neden oluyor gibi görünüyor. Şimdi sendikalar, “ülkenin en önemli sorunu olan barış” için, “ikincil” meseleleri gözden çıkarmaya daha hevesli. Oysa ikincil meseleler denilen tam da sürece karakterini veren neo-liberal saldırganlıktır ve bu saldırganlık, emperyalist bir sözde çözüm ile gözlerden kaçırılmaktadır.
Bir yıl önce, 1 Eylül 2007’de onlarca sendika, parti ve demokratik kitle örgütünün biraraya gelmesi ile gerçekleştirilen “barış yürüyüşü”, CTP’nin dışlandığı bir atmosferin başlangıcı olmuştu. Bunun hemen ardından 1 Mayıs 2008 tarihinde CTP güdümlü sendikalar ile bağımsız sendikalar arasındaki kavga doruk noktasına varmıştı. Bunun sonucunda kuzeyde ilk kez iki farklı alanda iki farklı 1 Mayıs organize edilmişti. Ancak şimdi CTP, elindeki tüm imkanları zorlayarak “barış” adına mutlak bir mutabakat yaratma çabasında. Haziran ayının ilk haftalarında “Barış Derneği” isimli örgütlenmesini yeniden toparlayan CTP, bu zombi dernek öncülüğünde, herkesi kapsayan bir 1 Eylül eylemliliği organize etmeye çalışıyor. Talat-Hristofyas görüşmeleri ve 3 Eylül’e doğru ilerleyen süreçte, Barış Derneği’nin “mızıkçıları” da kapsayan bir mutabakat çerçevesinde “birlik ve beraberliği” yeniden tesis etmesi için her türlü koşul mevcut gibi görünüyor. Oysa eğer ortada bir barış süreci varsa biraraya gelmesi gereken egemenler ile emekçiler değil, her iki halkın emek güçleridir. Eğer arzumuz halkların karşı karşıya geldiği bir Kıbrıs değil, her iki halkın emekçilerinin birleşerek  emperyalist işbirlikçisi egemenlerine karşı mücadele verdiği bir Kıbrıs ise, bunu bugünden başlatmalıyız. Bağımsızlığın da kardeşleşmenin de yolu bundan geçmektedir.
1 Eylül 2008, emperyalist işbirlikçisi CTP ve onun güdümünde kalmakta ısrar eden başta Barış Derneği gibi sözde örgütlerin dışlanarak, halkların barışını kurmak kararlılığındaki emek güçlerinin en geniş birlikteliğinin yaratıldığı bir zeminde kurgulanmalıdır. CTP işbirlikçileri ile ortak 1 Eylül organize etmek yerine, 1 Eylül’de Kıbrıslı Elenler ile birlikte yürünmenin koşullarının zorlanması daha anlamlıdır. CTP’nin neo-liberal politikalar ve TC işbirlikçiliği nedeniyle Kıbrıs Türk halkı içerisinde devam etmekte olan meşuiyet kaybı, sadece kararlı bir anti-emperyalist tavır ve inançlı bir kardeşleşme mücadelesi ile emekten yana bir ivmeye dönüştürülebilir. Yoksa CTP arkasında dizilerek oluşturulacak emperyalist bir barış dahil, diğer ihtimallerin hepsi şövenizme hizmet edecektir. 
 3 Eylül tarihinde Talat ve Hristofyas’ın görüşme masasında temsil edilmeyecekleri kesin olan emek güçlerinin, bu emperyalist işbirlikçilerinin yüreğinde bir korku olarak orada var olmaları mümkündür. Bunu başarmak için önümüzde duran görev ise 1 Eylül 2008’i bugün ve kararlılıkla örmeye başlamaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder