İki toplumun en yetkili makamlarında
bulunan Talat ve Hristofyas’ın geçtiğimiz günlerde biraraya gelerek, komiteler
düzeyinde yürütülen çalışmaları değerlendirmesinden sonra, somut adımların 3
Eylül’den itibaren atılmaya başlanacağı açıklandı.
Talat ve Hristofyas, tek
egemenlik ve tek vatandaşlığa dayalı ortak bir devlet oluşturmak üzere 3
Eylül’de müzakerelere başlayacaklarını, müzakerelerin sonucunda ortaya
çıkaracakları anlaşmayı da referanduma sunacaklarını açıkladılar. Bu açıklama
Birleşmiş Milletler, ABD, AB, Türkiye ve Yunanistan’da memnunlukla
karşılanırken; her iki toplumdaki neredeyse tüm demokratik kitle örgütleri ile
partiler tarafından da desteklendi.
Kıbrıslı Elenler içerisinde DİKO ve
EDEK tarafından Hristofyas’a eleştirel bir destek verilirken, DİSİ ve AKEL
süreci sahipleniyor. Diğer yandan Kıbrıslı Türkler içerisinde de UBP ve DP’nin
tavrı eleştirel destek noktasında, geriye kalan partiler Talat’ı tamamen
destekliyor. Gelişmelerin gösterdiği kadarıyla, 2004 yılında Annan Planı’na
karşı Kıbrıslı Elenleri “hayır” oyu etrafında toparlamayı başaran Makariosçu
güçler, şimdi gerçek bir abluka altında. Son dört yılda AB ve ABD’nin yürüttüğü
üstün çaba, Kıbrıslı Elen liderliğin Papadopulos’tan Hristofyas’a geçmesini sağlamıştı.
Artık tüm göstergeler emperyalist yasallaştırma siyasetinin başarıya
ulaşmasının imkansız olmadığı yönünde. 3 Eylül’de başlayacak olan görüşmelerin
son noktası 2009 yılında gerçekleştirilecek bir referandumla konulacakmış gibi
görünüyor.
Gücü elinde bulunduran emperyalist
odaklar (AB-ABD) ve onların ada üzerindeki taşeronluğunu yürüten Türkiye ile
Yunanistan ortaya çıkacak olan şeyin bir çeşit çözüm veya barış olduğu
hususunda sürekli bir probaganda yürütüyorlar. Türkiye ve Yunanistan’ın tek sorunu
on yıllardır Kıbrıs meselesi üzerinden besleyip büyüttükleri şöven/faşist
çevrelerin yatıştırılması, ikna edilmesine endeksli. Bu sebeple de emperyalist
çözümün zaten ayrılmaz bir parçası olan ayrılıkçı/şöven noktaları kendi
faşistleri leyhine arttıracak bir iki küçük düzeltme dışında istekleri mevcut
değil.
Kıbrıs halkları ise kendi gelecekleri
üzerinde artık söz sahibi olabilecekleri gerçek bir çözüm istiyorlar. Yeni
sürecin böyle bir çözüm yaratacağını umuyorlar ve gelişmeleri dikkatle takip
ediyorlar. Ancak her ne kadar Hristofyas ve Talat’ın anlaşması, bu anlaşma
sonucunda ortaya çıkacak metnin referandumlar ile onaylanması mümkünse de,
Kıbrıs halklarının arzusunun gerçek olması mümkün değil. Çünkü Hristofyas ve
Talat, Kıbrıs halklarının söz sahibi olduğu bağımsız bir devlet yaratmak için
değil, emperyalizm tarafından yaratılmış verili statükonun uluslararası hukuğa
uygun yasal bir kimlik kazanması için uğraşıyorlar. Kıbrıs sorununun halklar
açısından sona ermesi, ikili bir çözümü bağrında taşımak zorunda: Bağımsızlık
ve halkların kardeşliği. Bağımsızlık, yıllardan bu yana ada üzerinde söz sahibi
olan tüm dış güçlerin anti-emperyalist bir mücadele sonucunda geriletilerek,
halkların söz-yetki-karar sahibi kılınması demektir. Ancak bunu ne Kıbrıs Türk
halkı ne de Kıbrıs Elen halkı yalnız başına gerçekleştiremez. Böylesi bir
hedefe varabilmenin olası tek yolu, ortak bir mücadele sonucunda oluşacak
yeniden kardeşleşmeden geçmektedir. Kardeşleşme, aynı zamanda ortaya çıkacak
olan barışın yaşayabilirliğinin de güvencesi olacaktır. Ancak dediğimiz gibi ne
Talat ne de Hristofyas’ın soruna böyle bir bakışı yok.
Bu durumda ortaya çıkacak emperyalist
bir yasallaştırmanın, uluslararası dengelerde oluşacak bir değişim karşısında
kırılgan olacağı ve bu kırılganlığın ise Kıbrıs’ta yeni savaşlara gebe olduğu
açık bir gerçek. Ancak ondan da öte emperyalist çözüm siyaseti; neo-liberal
saldırganlık temeli üzerine kurgulandığından, emekçiler açısından adı
konulmamış bir savaşın şimdiden gündeme geldiğini vurgulamak gerekiyor. Kuzeyde
CTP hükümeti “barış” için gün sayarken, emek düşmanı yasaları birer birer
meclisten geçirmeye devam ediyor. Hükümetin “barış” söylemi, bugün bu yasalara
karşı muhalefeti zayıflatan bir anahtar işlevi görüyor. Yarın olası bir
“barış”ta ise bu emek düşmanı yasalar, yeni devletin başının tacı olacaktır.
Kıbrıs’ta emperyalist “çözüm” ile neo-liberal saldırganlık el ele gidiyor.
Hükümet için ciddi bir baş ağrısı
oluşturan muhalif sendikalar ise henüz sürece yönelik tavırlarını belirlemiş
değiller. Geleneksel siyasetleri gereği “barış” ve “çözüm” yönünde ortaya konan
çabalara destek verseler de, söz konusu sürecin emperyalist karakterini
eleştirmiyorlar. Öte yandan gündeme gelen neo-liberal yasalar karşısında ortaya
koydukları sert tepkiler, “barış”ın her gündeme gelişinde yumuşayıveriyor. Bir
yıl kadar önce henüz Papadopulos güneyde iktidardayken kuzeydeki muhalefet için
herşey daha kolaydı. Talat’ın şöven söylemleri eleştiriliyor, neo-liberal
CTP’nin emek cephesinden yalıtılması için adımlar atılıyordu. Ancak Hristofyas
ile birlikte gündeme yerleşen emperyalist çözüm süreci, keskin tavırların
yumuşamasına neden oluyor gibi görünüyor. Şimdi sendikalar, “ülkenin en önemli
sorunu olan barış” için, “ikincil” meseleleri gözden çıkarmaya daha hevesli.
Oysa ikincil meseleler denilen tam da sürece karakterini veren neo-liberal
saldırganlıktır ve bu saldırganlık, emperyalist bir sözde çözüm ile gözlerden
kaçırılmaktadır.
Bir yıl önce, 1 Eylül 2007’de onlarca
sendika, parti ve demokratik kitle örgütünün biraraya gelmesi ile
gerçekleştirilen “barış yürüyüşü”, CTP’nin dışlandığı bir atmosferin başlangıcı
olmuştu. Bunun hemen ardından 1 Mayıs 2008 tarihinde CTP güdümlü sendikalar ile
bağımsız sendikalar arasındaki kavga doruk noktasına varmıştı. Bunun sonucunda
kuzeyde ilk kez iki farklı alanda iki farklı 1 Mayıs organize edilmişti. Ancak
şimdi CTP, elindeki tüm imkanları zorlayarak “barış” adına mutlak bir mutabakat
yaratma çabasında. Haziran ayının ilk haftalarında “Barış Derneği” isimli
örgütlenmesini yeniden toparlayan CTP, bu zombi dernek öncülüğünde, herkesi
kapsayan bir 1 Eylül eylemliliği organize etmeye çalışıyor. Talat-Hristofyas
görüşmeleri ve 3 Eylül’e doğru ilerleyen süreçte, Barış Derneği’nin “mızıkçıları”
da kapsayan bir mutabakat çerçevesinde “birlik ve beraberliği” yeniden tesis
etmesi için her türlü koşul mevcut gibi görünüyor. Oysa eğer ortada bir barış
süreci varsa biraraya gelmesi gereken egemenler ile emekçiler değil, her iki
halkın emek güçleridir. Eğer arzumuz halkların karşı karşıya geldiği bir Kıbrıs
değil, her iki halkın emekçilerinin birleşerek
emperyalist işbirlikçisi egemenlerine karşı mücadele verdiği bir Kıbrıs
ise, bunu bugünden başlatmalıyız. Bağımsızlığın da kardeşleşmenin de yolu bundan
geçmektedir.
1 Eylül 2008, emperyalist işbirlikçisi
CTP ve onun güdümünde kalmakta ısrar eden başta Barış Derneği gibi sözde
örgütlerin dışlanarak, halkların barışını kurmak kararlılığındaki emek
güçlerinin en geniş birlikteliğinin yaratıldığı bir zeminde kurgulanmalıdır.
CTP işbirlikçileri ile ortak 1 Eylül organize etmek yerine, 1 Eylül’de Kıbrıslı
Elenler ile birlikte yürünmenin koşullarının zorlanması daha anlamlıdır.
CTP’nin neo-liberal politikalar ve TC işbirlikçiliği nedeniyle Kıbrıs Türk
halkı içerisinde devam etmekte olan meşuiyet kaybı, sadece kararlı bir
anti-emperyalist tavır ve inançlı bir kardeşleşme mücadelesi ile emekten yana
bir ivmeye dönüştürülebilir. Yoksa CTP arkasında dizilerek oluşturulacak
emperyalist bir barış dahil, diğer ihtimallerin hepsi şövenizme hizmet
edecektir.
3
Eylül tarihinde Talat ve Hristofyas’ın görüşme masasında temsil edilmeyecekleri
kesin olan emek güçlerinin, bu emperyalist işbirlikçilerinin yüreğinde bir
korku olarak orada var olmaları mümkündür. Bunu başarmak için önümüzde duran
görev ise 1 Eylül 2008’i bugün ve kararlılıkla örmeye başlamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder