DP ilerici insanlar nezdinde pek de meşru bir parti değil. Partinin yapısı, vekilleri, başkanı, aklımıza gelebilecek hiçbir figürüne dair olumlu bir cümle kuramayız. Bu durumda söz konusu davada Barolar Birliği yönetiminin haklı olduğunu düşünmemiz, içeriği bilmeden davada taraf olmamız beklenir. Gelin biz hemen sürüye katılmak yerine, köşemizin ismine yakışanı yapalım, akıntının tersine kulaç atalım!
***
Öncelikle hukuk ile az çok haşır neşir
olan herkesin şaşırdığı bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Habere göre 12
Aralık’taki celsede, DP’nin davasını geri çektiği iddiasını ortaya koyan kendi
avukatı değil, Barolar Birliği Başkanı sıfatıyla mahkemeye hitap eden Hasan
Esendağlı’dır. Şöyle düşünün, birisine dava açıyorsunuz sonra o kişi
müdafaasını yapmak yerine sizin davanızı geri çektiğinizi iddia ediyor.
Mahkeme “geri çekilen bir dava
varsa geri çeksinler, mahkeme de ne yapacağına karar verir. Siz bunun üzerine
değil mahkemenin verdiği talimatlar üzerine düşünmeniz gerekir. Siz geçen celse
‘yurt dışına gideceğim’ diyerek zaman istediniz. Ama bugün geliyorsunuz yine
müdafaanız yok ve dava geri çekildi diyorsunuz” diyerek, bu duruma işaret
ediyor. Ama haberin devamında da görebileceğimiz gibi, Baro Başkanı mahkemenin
uyarısına rağmen kendi yükümlülüklerine dair değil karşı tarafın iç
meselelerine dair konuşmaya devam ediyor.
Bu başlı başına merak yaratan bir
tutum. Söz konusu Tüzük nedir? Nasıl ve neden hazırlanmıştır? Barolar
Birliği’ni idare edenler bu Tüzüğün mahkeme tarafından Anayasa’ya uygunluğunun
tartışılmasından çekiniyor mu? Çekinmiyorlarsa, mahkemenin talimatlarını -karşı
taraf adına konuşup tüm usul berhava edilecek kadar- nasıl kulak arkası
edebiliyorlar?
***
Söz konusu tüzük, isminden de
anlaşılabileceği gibi Yüksek Adliye Kurulu’nda Barolar Birliği temsilcisinin
nasıl hareket edeceğini düzenleme hedefinde. Bu temsilci, Birliğin tüm
üyelerinin katıldığı genel kurulunda doğrudan üyeler tarafından seçiliyor. Bu
durumda Baro Konseyi’ne veya başkana karşı değil, üyelere yani kendisini
seçenlere karşı sorumlu olması beklenir.
Anlaşılan o ki Baro Konseyi,
doğrudan üyeler tarafından seçilecek temsilcinin Yüksek Adliye Kurulu’nda,
kendi kanaat ve vicdanına göre değil, Konsey’in tercihlerine göre hareket
etmesini istiyor. Bu amaçla da bugün Anayasa’ya aykırı olup olmadığı tartışılan
Tüzüğü hazırlıyor.
Şunu belirtelim, tüm
seçilmişlerin genel kurullar dışında da, geri çağırma hakkı dahil, üye
tarafından denetlenmesi demokrasinin gereğidir. Keşke söz konusu tüzükle
yapılmaya çalışılan bu olsaydı. Bu tüzük ise genel kurulda seçilmeleri
bakımından hiçbir farklı durumu olmayan bir organın, başka bir organa üstünlük
kurması gibi, demokrasinin bir diğer prensibine -güçler ayrılığına- gölge
düşüren bir ruha sahip görünüyor. En azından böyle düşünenler var ve zaten
davanın nedeni de bu!
***
İşte bu konularda her ikisi de Genel
Kurul tarafından seçilen Konsey ve Temsilci anlaşamayınca, Konsey bir Tüzük
hazırlamış ve “Tüzük Kurultayı” düzenlenmiş. Hani şu “üyenin %80’ine
yakınından oy alarak” tamamlanan kurultaydan bahsediyoruz.
Anlaşılan o ki, Kurultay
sorunları çözmek yerine daha da şiddetlendirmiş. Konunun tarafı olan ve
tartışmalı Tüzüğü hazırlayan Konsey üyelerinin Divan’a oturarak Kurultayı
yönettiğini, Baro Başkanı’nın aynı zamanda Divan Başkanı olduğunu söylesem,
neden bir uzlaşma çıkmadığı konusunda belki fikir vermiş olurum. Genel
seçimlerde, YSK konumunda UBP MYK’sının olduğunu düşünün!
Aynı Kurultay’da, meselenin
tarafı olmayan bazı kıdemli avukatların Anayasa’ya aykırılıkları düzeltmek için
konuyu bekletme önerileri Divan/Konsey tarafından kabul edilmiyor. Meseleye
muhalif olan avukatların gizli oylama talebi, Divan/Konsey’in “yeterli
hazırlığımız yok” gerekçesiyle hayata geçirilmiyor.
“Bir ara verelim hazırlık
yapalım” önerileri Divan/Konsey’den kabul görmüyor. Ve açık oylamada lehte
ve alehte oylar sayılmazken çekimser ise hiç sorulmuyor! Divan/Konsey, sonuca
ilişkin ezici bir çoğunlukla Tüzük kabul edilmiştir açıklaması ile yetiniyor.
Tam bir demokrasi şöleni!
Bu şölenin en çarpıcı cümlesi ise
Anayasaya aykırılık iddialarına, “Zaten Anayasa Mahkemesi’ne kimlerin
gidebileceği bellidir” diyen Baro ve Divan Başkanlığını şahsında
birleştiren Hasan Esendağlı tarafından kuruluyor. Yani ‘Anayasa’ya aykırı
değildir’ değil, zaten mahkemeye gidemezsiniz!
Mahkemeye başvurabilecek olanlar
sadece Meclis’te temsil edilen siyasi partiler olduğu için, DP burada devreye
giriyor. Muhalif avukatların, kullanmak zorunda kaldıkları bir araç, denize
düşenin sarılmak zorunda bırakıldığı yılan olarak!
***
İşte böyle! Gönül isterdi ki,
yapılacak bir Tüzüğün Anayasa’ya uygun olup olmadığını hukukçular kendi
içlerinde çözebilsinler. Ancak bunun için demokrasiyi içselleştirmiş
yöneticilerin, özgür tartışma ortamının ve uzlaşma kültürünün varlığı elzem…
Son 20 yılda acı tecrübe ile
öğrenmiş olmamız gerektiği gibi, demokrasi dışı tutumlar ise hep “onlardan”
değil zaman zaman “bizimkiler”den de gelebiliyor. Özellikle sorgusuz sualsiz
desteklenen, el üstünde tutulan, eleştirilmemeye alışan yöneticiler hangi
siyasi görüşten olurlarsa olsunlar iktidar zehirlenmesi yaşayabiliyorlar.
Son olarak denilebilir ki “mevcut
Temsilci sağcı, Konsey’de ise solcular çoğunlukta.” Böyle düşünenlere
cevabım, bu durumun tam tersine dönebilme ihtimalini de düşünmeleri yönünde
olurdu. Çünkü Genel Kurul’da farklı organların doğrudan üye tarafından
seçilmesinin yaratacağı dengeden, bugün bize avantaj sağlayacak diye
vazgeçtiğimizde; demokrasiden vazgeçmiş oluruz.
Bu son 20 yılda “bizden”
dediğimiz kaç kişinin, kaç örgütün bizi şaşırttığını hesaba kattığımızda,
kolaya kaçıp ‘bizimkilerin saflarına koşmak’ yerine, konulara kafa yorarak taraf
olmak daha işlevsel gibi duyuluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder