Size gerçeğin mi söylenmesini istersiniz yoksa duymak istediğiniz şeyin mi? Biliyorum pek çok soru gibi bu sorunun da evrensel geçerliliği olan tek bir yanıtı yok. Kişiden kişiye, her kişi için de zamana veya koşullara göre değişebilir yanıt! Ama bu durum, sorunun geçerliliğini ortadan kaldırmıyor!
Yanıtı daraltarak şunu iddia edeceğim; herhangi bir sorunu çözmekle ilgilenen kişiler, o soruna dair gerçeğin bilgisine ihtiyaç duyarlar! Çözme iradesinden uzaklaştığımız oranda; hakikatten feragat edebilir duruma geliriz. Çok basitleştirerek söylersem, bir doktorun doğru teşhise ihtiyacı vazgeçilmezdir ancak hasta için bu o kadar da kesin değildir. Veya gidilecek güzergahı şoför bilmek zorundadır ama bu yolcu için geçerli olmayabilir.
Sosyalist bir insan olarak, her
iki örnekte de herkesin sürece hâkim olması için çaba harcarım. Ancak yazımız
bakımından konu şu: Yolcu/hasta hakikatten feragat edebilir, şoför/doktor
edemez!
***
Meclis’te yaşanan krizin ilk
günlerinden itibaren bize “erken seçim”in kapıda olduğu söylendi. CTP ve TDP
tüm stratejilerini bunun üzerine kurdular, halka bu öngörü ile hitap ettiler.
Sadece Bağımsızlık Yolu, “bu krizden erken seçim çıkmaz” dedi. Bir yanda
“yeterince isterseniz olur” diyenler vardı, diğer yanda “istemek yetmez yapmak
gerekir, söylemek yetmez olmak gerekir” diyenler!
Ve hafta başında bu defterin
kapandığı tescillendi, CTP’nin erken seçim öngören yasasının ivediliği
Meclis’te reddedildi.
O ilk haftalarda bizim için
hakikati dile getirmek çok da kolay değildi. Mevcut hükümetin olumsuzluğu
ortadayken, herkes erken seçim istiyorken, UBP kendi içinde kavga ederken,
rejim muhalefeti halka duymak istediklerini söylerken, hakikati söylemek çok da
sempatik değildir. Şeker hastasına pasta ikram edenler varken, “sakın yeme”
diyen doktor gibi!
Doğrusu şimdi erken seçimin
hiçbir zaman ufukta görünmemiş olduğu gerçeği ortaya çıkmışken, geriye dönük
değerlendirme yapma çabası da hiç sempatik görünmüyor. Bacağı kesilen hastaya,
“ben söylemiştim” demek gibi!
Medyanın tutumu da bunu
göstermiyor mu? Meclis krizinin ilk gününden itibaren, erken seçim pastasını
pazarlayanlara mikrofon uzatıyorlardı. Şimdi hakikat ortaya çıktı, bu konuyu
konuşmak istemiyorlar! Bu çok doğal, çünkü hayâl ile inkâr el ele gider! Tıpkı
hakikat ile samimiyetin el ele gittiği gibi!
***
Benzer bir örnek bugünlerde
yaşanıyor…
Kıbrıs’ın kuzeyinde görmek için
bakan herkese açık bir örüntü var. Rejim ne zaman sıkışsa ve halkın gündemini
pahalılıktan, işsizlikten, sömürüden, yolsuzluklardan, özel sektördeki
sömürüden, asgari ücretten, elektriksizlikten, doktorsuzluktan, okulsuzluktan,
sendikasızlıktan uzaklaştırmak istese aynı cümleye sarılıyor: “Kıbrıslı diye
bir şey yoktur.”
Denktaş’tan beri böyle bu! Geçmişte
Tahsin Ertuğruloğlu, Zorlu Töre, Erhan Arıklı, aklınıza gelebilecek bütün rejim
siyasetçileri kurdu bu cümleyi. Ersin Tatar ise birden fazla kez kullandı. “Bizimkiler”
ise her defasında bu cümleyi ilk kez duymuş gibi heyecanla cevap yetiştirmeye,
o anda ilgilendiği gerçek sorun her ne ise onu bir yana bırakıp “laf sokmaya”
devam ediyor! Gündem de böylece değişiyor, sıkışan rejim bir kez daha rahat
ediyor!
Sadece gündem değişmiyor, halk da
bölünüyor! Asgari ücrete artış bekleyenler, aynı pahalılıktan muzdarip olanlar,
trafikte yakınlarını kaybedenler, elektriği hepberaber kesilenler birden bire
Türkiyeli ve Kıbrıslı diye iki kampa ayrılıyorlar!
İnsanın “bu oltaya düştünüz de
düştünüz, bari düşmüşken en azından şu Kıbrıslılığın tanımında ortaklaşsanız”
diyesi geliyor. Ulusal bir şey mi, kültürel bir şey mi, coğrafi bir şey mi,
hepsi birden mi yoksa?
Hakikati burada da dile getirmek
şart: Kıbrıslılık savunulacak değil inşâ edilecek bir şeydir. “Erken seçim”
gibi, siz istediniz diye değil gereğini yaparsanız gerçek olacak bir şey! Erken
seçim için söylediğimizi Kıbrıslılık için de söyleyebiliriz rahatça; “istemek
yetmez yapmak gerekir, söylemek yetmez olmak gerekir.”
Bazı kesimler için duyması daha
da acı olan şudur ki; Kıbrıslılık ancak kapsayıcı olursa hayata geçebilecek bir
şeydir. 1960 öncesi İngiliz emperyalizminin kâbusu olan Kıbrıslılık olasılığı,
iki halkın birbirine kırdırılması yoluyla engellenmiştir. 1960 sonrası
Kıbrıslılığı kendi için sahiplenen Kıbrıslı Elen liderliği bu bölünmenin
coğrafi noktalara ulaşmasında ciddi bir pay sahibidir. Şimdi aynı hatayı
Kıbrıs’ın kuzeyindeki ilericiler tekrarlamaya devam ederse, Kıbrıslılık lafta
kalmaktan kurtulamayacaktır. Birimizin Kıbrıslı olabilmesi için, hepimizin
Kıbrıslı olabilmesi şarttır!
İyileşeceğimize yürekten inandık
diye iyileşmeyiz, olmak istediğimiz yerde olduğumuzu söyleyerek gideceğimiz
yere varamayız. Sonucu isteyenler, sürecin gereğini de yerine getirmek
zorundadırlar. Varmak isteyen yolu öğrenecek, iyileşmek isteyen tedavi
olacaktır! Duymak istediklerimizin lehine hakikatten feragat ederek, hiçbir
yere varamayız!
***
Size gerçeğin mi söylenmesini
istersiniz yoksa duymak istediğiniz şeyin mi? Birçok insan “yalan da olsa söyle,
hoşuma gidiyor” diyebilir. Ancak açıktır ki, herhangi bir sorunu çözmekle
ilgilenen kişiler, o soruna dair gerçeğin bilgisine ihtiyaç duyarlar! Dahası
adaletsiz yöneticiler için söylenen söz, alkış uğruna hakikatten uzaklaşan
herkes için geçerlidir: “Ayarını bozduğun kantar, günü gelir seni de tartar.”
Gerçeği olduğu gibi ifade edenler
çoğu zaman sempati ile karşılanmasa da, bizim hakikatten taviz verecek lüksümüz
yok! Çünkü acılarımızı unutmak için söylenecek güzel sözlere değil,
sorunlarımızın çözümü için doğru teşhis ve güzergaha ihtiyacımız var. Bu
nedenle Nazım ustanın dediği gibi, rotamızı “dostların alkışlarıyla değil”
düşmanın dişlerinin gıcırtısıyla çizdik…
Bir de çözüm için teşhisi koyacak
ve doğru güzergahta ilerleyecek yeni kişilerin, hakikati arayan gençlerin
yüzünü nereye döneceğini şaşırmaması gerekiyor. Bu nedenle hoşunuza gitse de
gitmese de, Bağımsızlık Yolu’nun burçlarında onu arayan herkes görsün diye hakikatin
bayrağı dalgalanıyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder