Talat ile Hristofyas arasında
gerçekleşen ve emperyalist güçlerin arzuları doğrultusunda bir çözüm arayışı
içindeki “kapsamlı müzakereler”, geçtiğimiz ay “halk-halklar” tartışması
diyebileceğimiz bir tartışmaya vesile oldu. Bir çok yorumcu bu tartışma ile
aslında görüşmelerin sonuçsuz kalacağının da ortaya çıktığını düşünüyor ancak
biz aynı fikirde değiliz.
Kıbrıs’ta iki halkın var olup olmadığı sorusu
üzerinden yaşanan tartışma elbette önemli bir tartışmadır. Adamızın geleceğinin
nasıl tayin edileceği ancak bu soruya doğru yanıtın verilmesi ile mümkün
olabilir. Ama tartışmanın görünürdeki tarafları Talat ve Hristofyas, bu
tartışmayı gerçek bir sonuca varmak üzere değil sadece kendi pozisyonlarını
güçlendirmek için yürütmektedirler. Yani onlar için doğru cevabı vermek değil,
kendi egemen bloklarının çıkarlarını maksimize etmek önemlidir.
Peki böylesi ciddi bir konuda bile
anlaşamayan iki “lider“, birbirlerinin görüşlerini bilmiyorlar mıydı da “hızla
sonuca ulaşacak bir barış sürecinden” söz edip durdular? Elbette birbirlerinin
görüşlerini biliyorlardı. Ama onların ne düşündüğünün bir önemi yoktur. Önemli
olan ABD ile AB’nin ve Türkiye ile Yunanistan’ın uzlaşmasıdır. Bu emperyalist
ve taşeron güçler arasında ortak bir tutum ortaya çıktığı zaman, Talat ile
Hristofyas’a sadece karara uymak düşer. Bu sebeple de halk konusundan tutun da
hemen her meseledeki farklılıklarına rağmen çözüm vaatleri ile masaya oturdular
ve onlara “kalk” denmediği sürece de orada oturacaklar, hatta emperyalist bir
çözümün temeli olacak anlaşmayı da imzalayacaklar. Şimdilerde sergiledikleri
mızmızlıklar ise küresel finansal kriz ve ABD başkanlık seçimleri nedeniye
dizginlerinin gevşemesine bağlanmalıdır. Çok ciddi bir gelişme olmazsa da bu
dizginler en kısa sürede tekrar sıkılaşacaktır. Kısacası bizce ortada
emperyalist barış sürecinin aksadığına dair şimdilik herhangi bir gösterge
yoktur.
Talat’ın Kıbrıs’ta tek halk değil iki
halk bulunduğunu söylemesi, Kıbrıslı Türk solcuların büyük bir çoğunluğunu
rahatsız etti. Aslında Talat’ın dile getirdiği görüş yeni bir olgu değildir.
CTP içinde 1990 yılından beridir yaşanan, Nazım Beratlı’nın ihracından başlayıp
en sonunda da Özker Özgür’ün ihracına kadar uzanan bir hesaplaşma sürecinin
geldiği son noktayı ifade etmiştir Talat. Ve CTP’nin bu çizgisi en azından 2003
yılından beridir net ve açıktır. Öyleyse sol kamuoyunda neden bu olgu yepyeni
bir tezmiş gibi davranılmaktadır? Bunun cevabı çok basittir, çünkü halkımızı
esir almış olan hafızasızlık belasından solumuz da muzdariptir. Teorik bilgi
birikiminin azlığı sadece sol kadroları değil partilerin üst düzey
yöneticilerini de kapsayacak kadar yaygındır. O kadar ki, 1976 yılından beridir
gündemde olan “halk-halklar” tartışmasında geçmişte kimin hangi pozisyonda
olduğunu kısaca bir hatırlatmak gerekmektedir.
Şimdi “Kıbrıs Türk halkı”nın varlığını
ilan eden CTP, geçmişte ülkemizde tek bir halkın “Kıbrıs halkının” varlığını
bağnazca savunmuştur. Bu konuda bilimsel gerçeklerin savunusunu yaparak
“Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir” sloganını sahiplenen Mehmet Asi Göze
ve arkadaşları ise 1976’da CTP’nin olaylı Omorfo kongresinde partiden
atılmışlardır. Asi ve arkadaşları daha sonra Halk-Der’i kuracaklardı. Halk-Der
adamızda iki halk olduğunu, bağımsız bir Kıbrıs’ın ise bu iki halkın kardeşçe
mücadelesi sonucunda emperyalizmin kovulması ile mümkün olacağını her fırsatta
dile getirmiştir. CTP ise 1 Mayıs 1980 tarihinde iki halk söylemini kabul
etmediği için uydusu yapılara barikatlar kurdurarak Halk-Der’i alana dahi almak
istememiş bir örgüttür. Nazım Beratlı’nın 1990 yılında CTP’den ihraç edilmesi
de Kıbrıs’ta iki halkın varlığından söz etmesi ile bağlantılıdır.
Diğer yandan Toplumcu Kurtuluş
Partisi’nin devamı konumundaki TDP, yıllarca “ulusal sol” söylemleri ile
Denktaş’a koltuk değnekliği yapmıştır. 1987’de yaşanan kongreler sürecinde
Alpay Durduran ve ekibinin “fazla Kıbrıslı” bulunması parti ile ilişkilerinin
kesilmesine yeterli gerekçe olmuştur. Kıbrıs’ta bir Türk halkı olduğundan
hareketle, KKTC’yi savunan, AB’ye Türk ulusal çıkarları açısından mesafeli
bakan da hep TKP’dir. Bütün bunlar gazete arşivlerinde bulunabilir,
görülebilir. Şimdi hiçbir özeleştiri vermeden, CTP’nin eski pozisyonunu savunur
duruma geçmek de ancak bilincin, belleğin, hafızanın yokluğuna aşırı güvenden
kaynaklı olabilir. “Uluslararası hukuk” öyle kabul ettiği için ülkemizde sadece
“yasal Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlarından oluşan bir Kıbrıs halkının” var
olduğunu açıklayan TDP, o halde açık açık Afrika gazetesi ile aynı fikirde
olduğunu ve “yasal Kıbrıs Cumhuriyeti”ne dönülmesini istediğini ilan etmelidir.
Ancak böyle bir şeyi savunmamaktadırlar. Aslında ne savunduklarını kendileri de
bilmemektedirler. “İktidar”ın her söylediğinin tersini söylemek ne yazık ki
ülkemizde muhalefet kabul edilmektedir. Ve bu teori kabızlığı devam ettiği
sürece de böyle kabul edilmeye devam edecektir.
1980’li yıllarda gazete köşelerinde
yazdıkları yazılar ve yürüttükleri sert polemiklerle KKTC’nin kuruluşunu
destekleyen birçok yazar ise şimdilerde karşımıza “has Kıbrıslılar” olarak
çıkmaktadır. Bu kalemler de geçmişte Kıbrıs’ta bir Türk halkının varlığından
bahsetmiş olduklarını kimsenin hatırlamadığını düşünüyor olabilirler veya
herkesin kirli olduğu siyaset arenasında kimsenin kimseye geçmişi
hatırlatmayacağını varsayıyorlar ki solun en temel erdemlerinden biri olan
özeleştiri olgusuna ihtiyaç duymamaktadırlar.
Oysa Kıbrıs’ta iki halkın varolduğu gün
gibi açık bir gerçektir. Ancak bu halklar CTP’nin iddia ettiği gibi Türkiye’nin
uzantısı Türk halkı ile Yunanistan’ın uzantısı Elen halkı değildirler. Bu
halklardan birisi Kıbrıslı Türk halkı, diğeri ise Kıbrıslı Elen halkıdır.
Bu iki halkın varlığı adamızda barış, çözüm,
kardeşlik, bağımsızlık ve yeniden birleşme için bir tehdit değil aksine
bir fırsattır. Çünkü adamızın bağımsızlığı ve birleşmesi bu iki halkın kardeşçe
mücadelesi ile mümkün olabilir. Halklarımızın kardeşliği ise birlikte
yürütülecek bağımsızlık mücadelesi aracılığı ile ete kemiğe bürünebilir.
Kıbrıslılık ancak bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkacak bir hedef olarak
anlamlıdır.
Bunca tartışmaya neden olan halk ve
toplum kavramları neyi ifade etmektedir? Toplum siyasal anlamda alınmadığı takdirde çok basit bir nitelemedir.
Herhangi bir birlikteliğe toplum ismi verilebilir. Birikme, yığın, bütünlük bildiren “top” kökünden gelen toplum; biraraya gelen birden fazla insanın, toplaşan
herhangi bir yığının en genel adıdır. Ülkemizde bir Kıbrıslı Türk halkının var
olmadığını aksine sadece bir tek halk var olduğu için kuzeyde yaşayan
insanlardan “Kıbrıslıtürk toplumu” olarak bahsetmek gerektiğini söyleyenler,
siyasal anlamı ile toplumdan değil; sözlük anlamı ile toplaşan bir yığından
bahsetmektedirler. Çünkü eğer siyasal anlamda toplumdan bahsedecek olsalar, her
toplumun içerisinde bir halk bulunduğu gerçeğinden hareketle Kıbrıslı Türk
halkının varlığını da kabul etmek durumunda kalırlardı.
Siyasal
anlamda toplum; “belli bir ekonomik altyapıyla belirlenmiş belli üstyapı
kurumlarına sahip olan sosyo-ekonomik bir biçimlenmedir.” Kıbrıslı Türkler ve
Kıbrıslı Elenler’in farklı ekonomik altyapılara hatta farklı üstyapı
kurumlarına da sahip olduğu inkar edilemeyecek gerçeklerdir. O zaman ortada
siyasal anlamda farklı iki toplum vardır. Bu durum hoşumuza gitse de gitmese de
böyledir. Yapılması gereken, gerçeği inkar etmek değil; anlamak ve değiştirmek
için mücadele etmektir.
Diğer yandan
halk “belli bir dönemde belli bir ülkenin gelişmesine katılan çeşitli sınıfları
kapsayan insan topluluğu olarak tanımlanır. Tarihsel süreçte dönüşüme katılan
bu sınıf ve tabakaların tümüne halk kitlesi denir.” Nüfusun belli gruplarının
halkın bir parçası sayılması için başta gelen ölçüt, bu grupların toplumun
ilerlemesinde, açıkça ortada olan çıkarları ve bu ilerlemede kendilerine düşen
görevleri yerine getirebilme güçleridir. Yani en kaba tanımıyla halk, toplum
içerisinde devrimde çıkarı olan sınıflardan oluşan bileşime verilen isimdir.
Bir toplumun yoksuları, ezilenleri, işçileri, köylüleri, kamu emekçileri,
kadınları, gençleri halka dahil olabilirler. Ancak egemenleri, bürokrasisi,
burjuvazisi, zenginleri ve tüccarları halka dahil olamazlar. Halk toplumun
yaşayan çekirdeği, yaratıcı özüdür. Halk bir toplumu her defasında yeniden
yaratan, onu her defasında ileriye doğru taşıyan temel sınıfların bileşimidir.
Bu sebeple de her tarihsel dönemde devrimciler içinde yaşadıkları toplumun
yaratıcı gücüne yani halka seslenmişlerdir.
Bu durumda
egemen blokun sözcüsü Mehmet Ali Talat’ın veya Türkiye’nin işbirlikçisi
CTP’nin, Kıbrıslı Türk halkı adına konuşma hakkı var mıdır? Sosyal Güvenlik
Yasası ile mezarda emekliliğe mahkum ettikleri, neo-liberal uygulamaları ile
işsiz, güvencesiz ve sendikasız bıraktıkları, eğitim, sağlık, ulaşım gibi tüm
haklarını özel sermayeye peşkeş çektikleri halk adına konuşmak ne zamandan
beridir egemenlere kalmıştır? Mehmet Ali Talat Kıbrıslı Türk halkına ne kadar
dahilse, Denktaş da o kadar dahildir. İkisi de bu halkı ezen sınıfsal
koalisyonun yani egemen blokun temsilcileridirler. Onlar tüccarların, sivil ve
asker bürokratların, TC Elçiliği’nin temsilcileridirler. Kıbrıslı Türk halkının
nesnel çıkarları ise Türkiye aracılığı ile adayı kontrol altında tutan
emperyalizmden kurtulmayı gerektirir. Bu sebeple Talat, halkın da bir parçası
olduğu Kıbrıslı Türk toplumu adına konuşabilir. Ancak Talat’ın da dahil olduğu
sınıfı devirecek olan Kıbrıslı Türk halkı adına konuşamaz.
Kıbrıslı Türk halkı vardır ve bu olgu Elen şövenistlerini ne
kadar rahatsız ediyorsa, Türk şövenistlerini de o kadar rahatsız etmektedir.
Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler, bağımsız ve birleşik bir Kıbrıs’ta
kardeşçe yaşayacaklar, giderek Kıbrıslılığın temellerini atacaklarsa, bu ancak
halklarımızın ortak mücadelesi ile mümkün olacaktır. Mücadelemiz yalnızca
ABD-AB emperyalizmlerine karşı değil, her türlü şövenizme, işbirlikçilere ve TC
ile Yunanistan’ın hegomonyacı tavrına karşı da yürütülecektir. Kıbrıs
halklarının çıkarları bunu gerektirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder