1 Ocak 2009 Perşembe

Kıbrıslı Türk Solunun Halk İle İmtihanı



Talat ile Hristofyas arasında gerçekleşen ve emperyalist güçlerin arzuları doğrultusunda bir çözüm arayışı içindeki “kapsamlı müzakereler”, geçtiğimiz ay “halk-halklar” tartışması diyebileceğimiz bir tartışmaya vesile oldu. Bir çok yorumcu bu tartışma ile aslında görüşmelerin sonuçsuz kalacağının da ortaya çıktığını düşünüyor ancak biz aynı fikirde değiliz.

Kıbrıs’ta iki halkın var olup olmadığı sorusu üzerinden yaşanan tartışma elbette önemli bir tartışmadır. Adamızın geleceğinin nasıl tayin edileceği ancak bu soruya doğru yanıtın verilmesi ile mümkün olabilir. Ama tartışmanın görünürdeki tarafları Talat ve Hristofyas, bu tartışmayı gerçek bir sonuca varmak üzere değil sadece kendi pozisyonlarını güçlendirmek için yürütmektedirler. Yani onlar için doğru cevabı vermek değil, kendi egemen bloklarının çıkarlarını maksimize etmek önemlidir.
Peki böylesi ciddi bir konuda bile anlaşamayan iki “lider“, birbirlerinin görüşlerini bilmiyorlar mıydı da “hızla sonuca ulaşacak bir barış sürecinden” söz edip durdular? Elbette birbirlerinin görüşlerini biliyorlardı. Ama onların ne düşündüğünün bir önemi yoktur. Önemli olan ABD ile AB’nin ve Türkiye ile Yunanistan’ın uzlaşmasıdır. Bu emperyalist ve taşeron güçler arasında ortak bir tutum ortaya çıktığı zaman, Talat ile Hristofyas’a sadece karara uymak düşer. Bu sebeple de halk konusundan tutun da hemen her meseledeki farklılıklarına rağmen çözüm vaatleri ile masaya oturdular ve onlara “kalk” denmediği sürece de orada oturacaklar, hatta emperyalist bir çözümün temeli olacak anlaşmayı da imzalayacaklar. Şimdilerde sergiledikleri mızmızlıklar ise küresel finansal kriz ve ABD başkanlık seçimleri nedeniye dizginlerinin gevşemesine bağlanmalıdır. Çok ciddi bir gelişme olmazsa da bu dizginler en kısa sürede tekrar sıkılaşacaktır. Kısacası bizce ortada emperyalist barış sürecinin aksadığına dair şimdilik herhangi bir gösterge yoktur.
Talat’ın Kıbrıs’ta tek halk değil iki halk bulunduğunu söylemesi, Kıbrıslı Türk solcuların büyük bir çoğunluğunu rahatsız etti. Aslında Talat’ın dile getirdiği görüş yeni bir olgu değildir. CTP içinde 1990 yılından beridir yaşanan, Nazım Beratlı’nın ihracından başlayıp en sonunda da Özker Özgür’ün ihracına kadar uzanan bir hesaplaşma sürecinin geldiği son noktayı ifade etmiştir Talat. Ve CTP’nin bu çizgisi en azından 2003 yılından beridir net ve açıktır. Öyleyse sol kamuoyunda neden bu olgu yepyeni bir tezmiş gibi davranılmaktadır? Bunun cevabı çok basittir, çünkü halkımızı esir almış olan hafızasızlık belasından solumuz da muzdariptir. Teorik bilgi birikiminin azlığı sadece sol kadroları değil partilerin üst düzey yöneticilerini de kapsayacak kadar yaygındır. O kadar ki, 1976 yılından beridir gündemde olan “halk-halklar” tartışmasında geçmişte kimin hangi pozisyonda olduğunu kısaca bir hatırlatmak gerekmektedir.
Şimdi “Kıbrıs Türk halkı”nın varlığını ilan eden CTP, geçmişte ülkemizde tek bir halkın “Kıbrıs halkının” varlığını bağnazca savunmuştur. Bu konuda bilimsel gerçeklerin savunusunu yaparak “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir” sloganını sahiplenen Mehmet Asi Göze ve arkadaşları ise 1976’da CTP’nin olaylı Omorfo kongresinde partiden atılmışlardır. Asi ve arkadaşları daha sonra Halk-Der’i kuracaklardı. Halk-Der adamızda iki halk olduğunu, bağımsız bir Kıbrıs’ın ise bu iki halkın kardeşçe mücadelesi sonucunda emperyalizmin kovulması ile mümkün olacağını her fırsatta dile getirmiştir. CTP ise 1 Mayıs 1980 tarihinde iki halk söylemini kabul etmediği için uydusu yapılara barikatlar kurdurarak Halk-Der’i alana dahi almak istememiş bir örgüttür. Nazım Beratlı’nın 1990 yılında CTP’den ihraç edilmesi de Kıbrıs’ta iki halkın varlığından söz etmesi ile bağlantılıdır.
Diğer yandan Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin devamı konumundaki TDP, yıllarca “ulusal sol” söylemleri ile Denktaş’a koltuk değnekliği yapmıştır. 1987’de yaşanan kongreler sürecinde Alpay Durduran ve ekibinin “fazla Kıbrıslı” bulunması parti ile ilişkilerinin kesilmesine yeterli gerekçe olmuştur. Kıbrıs’ta bir Türk halkı olduğundan hareketle, KKTC’yi savunan, AB’ye Türk ulusal çıkarları açısından mesafeli bakan da hep TKP’dir. Bütün bunlar gazete arşivlerinde bulunabilir, görülebilir. Şimdi hiçbir özeleştiri vermeden, CTP’nin eski pozisyonunu savunur duruma geçmek de ancak bilincin, belleğin, hafızanın yokluğuna aşırı güvenden kaynaklı olabilir. “Uluslararası hukuk” öyle kabul ettiği için ülkemizde sadece “yasal Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlarından oluşan bir Kıbrıs halkının” var olduğunu açıklayan TDP, o halde açık açık Afrika gazetesi ile aynı fikirde olduğunu ve “yasal Kıbrıs Cumhuriyeti”ne dönülmesini istediğini ilan etmelidir. Ancak böyle bir şeyi savunmamaktadırlar. Aslında ne savunduklarını kendileri de bilmemektedirler. “İktidar”ın her söylediğinin tersini söylemek ne yazık ki ülkemizde muhalefet kabul edilmektedir. Ve bu teori kabızlığı devam ettiği sürece de böyle kabul edilmeye devam edecektir.
1980’li yıllarda gazete köşelerinde yazdıkları yazılar ve yürüttükleri sert polemiklerle KKTC’nin kuruluşunu destekleyen birçok yazar ise şimdilerde karşımıza “has Kıbrıslılar” olarak çıkmaktadır. Bu kalemler de geçmişte Kıbrıs’ta bir Türk halkının varlığından bahsetmiş olduklarını kimsenin hatırlamadığını düşünüyor olabilirler veya herkesin kirli olduğu siyaset arenasında kimsenin kimseye geçmişi hatırlatmayacağını varsayıyorlar ki solun en temel erdemlerinden biri olan özeleştiri olgusuna ihtiyaç duymamaktadırlar.
Oysa Kıbrıs’ta iki halkın varolduğu gün gibi açık bir gerçektir. Ancak bu halklar CTP’nin iddia ettiği gibi Türkiye’nin uzantısı Türk halkı ile Yunanistan’ın uzantısı Elen halkı değildirler. Bu halklardan birisi Kıbrıslı Türk halkı, diğeri ise Kıbrıslı Elen halkıdır. Bu iki halkın varlığı adamızda barış, çözüm,  kardeşlik, bağımsızlık ve yeniden birleşme için bir tehdit değil aksine bir fırsattır. Çünkü adamızın bağımsızlığı ve birleşmesi bu iki halkın kardeşçe mücadelesi ile mümkün olabilir. Halklarımızın kardeşliği ise birlikte yürütülecek bağımsızlık mücadelesi aracılığı ile ete kemiğe bürünebilir. Kıbrıslılık ancak bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkacak bir hedef olarak anlamlıdır.
Bunca tartışmaya neden olan halk ve toplum kavramları neyi ifade etmektedir? Toplum siyasal anlamda alınmadığı takdirde çok basit bir nitelemedir. Herhangi bir birlikteliğe toplum ismi verilebilir. Birikme, yığın, bütünlük bildiren “top” kökünden gelen toplum; biraraya gelen birden fazla insanın, toplaşan herhangi bir yığının en genel adıdır. Ülkemizde bir Kıbrıslı Türk halkının var olmadığını aksine sadece bir tek halk var olduğu için kuzeyde yaşayan insanlardan “Kıbrıslıtürk toplumu” olarak bahsetmek gerektiğini söyleyenler, siyasal anlamı ile toplumdan değil; sözlük anlamı ile toplaşan bir yığından bahsetmektedirler. Çünkü eğer siyasal anlamda toplumdan bahsedecek olsalar, her toplumun içerisinde bir halk bulunduğu gerçeğinden hareketle Kıbrıslı Türk halkının varlığını da kabul etmek durumunda kalırlardı.
Siyasal anlamda toplum; “belli bir ekonomik altyapıyla belirlenmiş belli üstyapı kurumlarına sahip olan sosyo-ekonomik bir biçimlenmedir.” Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler’in farklı ekonomik altyapılara hatta farklı üstyapı kurumlarına da sahip olduğu inkar edilemeyecek gerçeklerdir. O zaman ortada siyasal anlamda farklı iki toplum vardır. Bu durum hoşumuza gitse de gitmese de böyledir. Yapılması gereken, gerçeği inkar etmek değil; anlamak ve değiştirmek için mücadele etmektir.
Diğer yandan halk “belli bir dönemde belli bir ülkenin gelişmesine katılan çeşitli sınıfları kapsayan insan topluluğu olarak tanımlanır. Tarihsel süreçte dönüşüme katılan bu sınıf ve tabakaların tümüne halk kitlesi denir.” Nüfusun belli gruplarının halkın bir parçası sayılması için başta gelen ölçüt, bu grupların toplumun ilerlemesinde, açıkça ortada olan çıkarları ve bu ilerlemede kendilerine düşen görevleri yerine getirebilme güçleridir. Yani en kaba tanımıyla halk, toplum içerisinde devrimde çıkarı olan sınıflardan oluşan bileşime verilen isimdir. Bir toplumun yoksuları, ezilenleri, işçileri, köylüleri, kamu emekçileri, kadınları, gençleri halka dahil olabilirler. Ancak egemenleri, bürokrasisi, burjuvazisi, zenginleri ve tüccarları halka dahil olamazlar. Halk toplumun yaşayan çekirdeği, yaratıcı özüdür. Halk bir toplumu her defasında yeniden yaratan, onu her defasında ileriye doğru taşıyan temel sınıfların bileşimidir. Bu sebeple de her tarihsel dönemde devrimciler içinde yaşadıkları toplumun yaratıcı gücüne yani halka seslenmişlerdir.
Bu durumda egemen blokun sözcüsü Mehmet Ali Talat’ın veya Türkiye’nin işbirlikçisi CTP’nin, Kıbrıslı Türk halkı adına konuşma hakkı var mıdır? Sosyal Güvenlik Yasası ile mezarda emekliliğe mahkum ettikleri, neo-liberal uygulamaları ile işsiz, güvencesiz ve sendikasız bıraktıkları, eğitim, sağlık, ulaşım gibi tüm haklarını özel sermayeye peşkeş çektikleri halk adına konuşmak ne zamandan beridir egemenlere kalmıştır? Mehmet Ali Talat Kıbrıslı Türk halkına ne kadar dahilse, Denktaş da o kadar dahildir. İkisi de bu halkı ezen sınıfsal koalisyonun yani egemen blokun temsilcileridirler. Onlar tüccarların, sivil ve asker bürokratların, TC Elçiliği’nin temsilcileridirler. Kıbrıslı Türk halkının nesnel çıkarları ise Türkiye aracılığı ile adayı kontrol altında tutan emperyalizmden kurtulmayı gerektirir. Bu sebeple Talat, halkın da bir parçası olduğu Kıbrıslı Türk toplumu adına konuşabilir. Ancak Talat’ın da dahil olduğu sınıfı devirecek olan Kıbrıslı Türk halkı adına konuşamaz.
Kıbrıslı Türk halkı vardır ve bu olgu Elen şövenistlerini ne kadar rahatsız ediyorsa, Türk şövenistlerini de o kadar rahatsız etmektedir. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler, bağımsız ve birleşik bir Kıbrıs’ta kardeşçe yaşayacaklar, giderek Kıbrıslılığın temellerini atacaklarsa, bu ancak halklarımızın ortak mücadelesi ile mümkün olacaktır. Mücadelemiz yalnızca ABD-AB emperyalizmlerine karşı değil, her türlü şövenizme, işbirlikçilere ve TC ile Yunanistan’ın hegomonyacı tavrına karşı da yürütülecektir. Kıbrıs halklarının çıkarları bunu gerektirir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder