1 Ocak 2011 Cumartesi

Sendikal Bunalım



Her ne kadar “sendikaların çok fazla grev yaptığı” ve “hükümetin sendikalar tarafından idare edildiği” gibi şikayetler hemen her kesimin dilinde de olsa, biz bu yazıda tam tersini iddia edeceğiz. Gerçekte sendikal hareket yaklaşık yirmi yıldır ciddi bir bunalım içerisine girmiştir. Bu bunalım emek hareketinin genel bunalımı ile de kuşkusuz bağlantılıdır ve sadece ülkemize özgü değil küresel ölçekte gözlemlenebilecek bir olgudur. Sendikal mücadelenin basın bildirileri, başarısız ve etkisiz grevler, yönetim kurulları düzeyinde eylemler çerçevesine sıkışıp kalması; giderek hem halktan, hem emek hareketinin genelinden hem de kendi üyelerinden kopması ile daha da görünür hale gelen bir krizden bahsediyoruz. Kriz şiddetlendikçe, hem sendikalı hem sendikasız çalışanlardan hem de geniş halk kesimlerinden “sendikacılara” dair şikayetler yükselmektedir. Kısacası sendikalara yönelik şikayetler de sendikal krizin göstergelerindendir.


Sendikal Krizin Göstergeleri
Sendikal kriz kendini en net bir şekilde sendikalı çalışan sayısındaki düşüşte göstermektedir. Üstelik bu üye kaybı mevcut çalışan sayısındaki artışa rağmen gerçekleşmektedir. Ülkemizde sendikal hareketin en ciddi sorunlarından birisi olan özel sektörde örgütlü olunmaması bu durumu daha da ciddi bir soruna çevirmektedir. Kamuda örgütlü tüm sendikaların toplam örgütlenme oranı %50’yi bile bulamamaktayken, özel sektörde örgütlülük sıfır seviyesindedir. Bir yanda çalışan sayısı artmakta, diğer yanda ise sendikalı çalışan sayısı azalmaktadır.
Üye sayısındaki düşüş ile paralel olarak sendikal eylemlerde de ciddi bir başarısızlık söz konusudur. Küresel krizin alım gücünde yarattığı gerilemeye rağmen sendikaların en fazla önem verdiği ücretler dahi azalmaktadır. Grev sayısı düşmekte, başarı ile sonuçlanan grevlere ise ender rastlanmaktadır. Tüm bunlara ek olarak sendikalara yönelik güvensizlik de artmaktadır. Sendikaların her açıklaması, her eylemi ve her hareketi, kamuoyunda “gene artış isterler” tepkisi ile karşılaşmaktadır. Sendikalara üye olan emekçiler dahi yöneticilerin yaptıklarına eleştirel bir şekilde yaklaşarak derin bir kuşku beslemektedirler.
Siyaset ve sendikacılık ilişkilerinde de ciddi olumsuzluklar birikmektedir. Emekçilerin sınıfsal çıkarlarının siyaset arenasında savunulması açısından sendikaların siyasetle ilgilenmesi elbette önemlidir. Ancak bu ilgi sendika-parti ilişkilerinin sağlıklı kurulması şartı ile etkili olabilir. Geçmişten gelen “partiye bağımlı sendikacılık” yanlış anlayışı hala devam etmekte ama sendikaların partiler içindeki etkinliği hızla gerilemektedir.
Sendikal krizin bir diğer göstergesi ise sınıf bilincindeki genel gerilemedir. Olayların ve politikaların emekçilerin çıkarları açısından değil sermayenin çıkarları açısından yorumlanması giderek evrensel bir doğru olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Karlılık, özelleştirme, verimlilik, serbest piyasa, esnek çalışma, performans yönetimi gibi kavramlar hem halkın hem emekçilerin hem de sendika yöneticilerinin önceliği haline gelmiş, kapitalizm ideolojik hegemonyasını pekiştirmiştir.

Sendikal Krizin Nedenleri
Sendikaların içinde bulunduğu bu kriz ne bazı yöneticilere ne belli sendikalara ne de ülkemize özgü bir kriz değildir. Daha genel ve yapısal sebeplerce belirlenen bir süreçle karşı karşıyayız. Ancak sendikal yapıda bulunan bazı zaaf ve eksikliklerin bu krizin etkilerinin daha şiddetli hissedilmesine neden olduğu da bir gerçektir.
Sendikal yapıda bulunan bu zaafların en görüneni sendikal bürokrasidir. Genel üye profilinden kopuk, yukardan, kapalı ve anti-demokratik bir yapı olarak sendikal bürokrasi sendika üyesi çalışanların kendi örgütleri olan sendikalardan soğumasında temel bir role sahiptir. Bunun yanında sendikal bürokrasi içinde oluşan yozlaşma eğilimleri genel ideolojik erozyonla da birleşerek çökme etkisine neden olmaktadır. Sonuçta ortaya sendikacıların üyeleri, üyelerin de sendikacıları eleştirdiği kaotik bir yapı çıkmaktadır. Elbette her iki kesimin de söylediklerinde gerçeklik payları bulunmakla birlikte, ahlaki sorumluluk mütemadiyen eleştirdiği üyelerin yöneticisi olmayı ısrarla sürdüren yöneticilerdedir. Üstelik mevcut sınırlar içinde kalınarak bu sıkıntıyı aşmanın da yolu yoktur. Açıktır ki sendikaların sadece mevcut yöneticilerinin değiştirilmesi yöntemi ile sürecin genel eğilimine müdahale etme şansı yoktur. Mevcut araçların en etkin kullanımında dahi krizin hissedilirliğini bir süreliğine geciktirmek veya azaltmaktan öteye yapılabilecek bir şey yoktur. Çünkü söz konusu bunalım yapısal bir bunalımdır.
1980’li yıllarla birlikte tüm dünyada sermaye kar oranlarındaki düşüşe çözüm olarak neo-liberalizm adı verilen yeni bir strateji geliştirmiştir. Neo-liberal uygulamalar giderek sistemin genel karakteristik biçiminden yapısal bir bileşenine dönüşmüştür. Bu da Keynesyen sosyal refah dönemine özgü araçların işlevsiz kalması ile sonuçlanmıştır, sendikalar da bu araçlardan biridir. Aslında sendikal krizin temel nedeni budur. Sistem yapısal bir dönüşüm geçirmekteyken; sendikaların yönetici değiştirmekten, politika değiştirmekten öte değişikliklere ihtiyacı vardır. Sendikalarda oluşacak dönüşüm de yapısal bir dönüşüm niteliği göstermek zorundadır.

Ne Yapmalı?
Sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan fabrika türü üretim birimleri içinde o günün yaygın istihdam biçimlerine uygun bir model olarak gelişen sınıf ve kitle sendikacılığı tarihsel anlamda ciddi bir ilerleme idi. Ancak bugünün neo-liberal üretim ilişkileri ve istihdam modeli sınıf ve kitle sendikacılığının çözemeyeceği sorunlar üretmektedir. Yeni koşullara uygun bir sendikal örgütlenme modeli yaratılması emek hareketinin genel çıkarları açısından şart olmuştur.
Artık güvencesiz, part-time ve esnek bir çalışma modeli altında, küçük küçük ve dağınık iş yerlerinde çalışan, üstelik kendisini emekçi olarak dahi görmeyen bir sınıfın ama eskisine göre çok daha kitlesel ve genç bir sınıfın örgütlenmesi için yeni bir modele ihtiyaç vardır. Bu model teorik metinlerin satır aralarında değil, üretim ilişkilerinin içerisinde temellenecektir. Toplumsal hareket sendikacılığı adı verilen model bu açıdan umut vermektedir. Sendikal bunalıma kafa yoran kişilerin günü kurtaracak kısmi çözümlere değil dünyanın çeşitli coğrafyalarından yükselmekte olan farklı toplumsal hareket sendikacılığı deneyimlerine odaklanması yerinde olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder