Her ne
kadar “sendikaların çok fazla grev yaptığı” ve “hükümetin sendikalar tarafından
idare edildiği” gibi şikayetler hemen her kesimin dilinde de olsa, biz bu
yazıda tam tersini iddia edeceğiz. Gerçekte sendikal hareket yaklaşık yirmi
yıldır ciddi bir bunalım içerisine girmiştir. Bu bunalım emek hareketinin genel
bunalımı ile de kuşkusuz bağlantılıdır ve sadece ülkemize özgü değil küresel
ölçekte gözlemlenebilecek bir olgudur. Sendikal mücadelenin basın bildirileri,
başarısız ve etkisiz grevler, yönetim kurulları düzeyinde eylemler çerçevesine
sıkışıp kalması; giderek hem halktan, hem emek hareketinin genelinden hem de kendi
üyelerinden kopması ile daha da görünür hale gelen bir krizden bahsediyoruz.
Kriz şiddetlendikçe, hem sendikalı hem sendikasız çalışanlardan hem de geniş
halk kesimlerinden “sendikacılara” dair şikayetler yükselmektedir. Kısacası
sendikalara yönelik şikayetler de sendikal krizin göstergelerindendir.
Sendikal Krizin Göstergeleri
Sendikal
kriz kendini en net bir şekilde sendikalı çalışan sayısındaki düşüşte
göstermektedir. Üstelik bu üye kaybı mevcut çalışan sayısındaki artışa rağmen
gerçekleşmektedir. Ülkemizde sendikal hareketin en ciddi sorunlarından birisi
olan özel sektörde örgütlü olunmaması bu durumu daha da ciddi bir soruna
çevirmektedir. Kamuda örgütlü tüm sendikaların toplam örgütlenme oranı %50’yi
bile bulamamaktayken, özel sektörde örgütlülük sıfır seviyesindedir. Bir yanda
çalışan sayısı artmakta, diğer yanda ise sendikalı çalışan sayısı azalmaktadır.
Üye
sayısındaki düşüş ile paralel olarak sendikal eylemlerde de ciddi bir
başarısızlık söz konusudur. Küresel krizin alım gücünde yarattığı gerilemeye
rağmen sendikaların en fazla önem verdiği ücretler dahi azalmaktadır. Grev
sayısı düşmekte, başarı ile sonuçlanan grevlere ise ender rastlanmaktadır. Tüm
bunlara ek olarak sendikalara yönelik güvensizlik de artmaktadır. Sendikaların
her açıklaması, her eylemi ve her hareketi, kamuoyunda “gene artış isterler”
tepkisi ile karşılaşmaktadır. Sendikalara üye olan emekçiler dahi yöneticilerin
yaptıklarına eleştirel bir şekilde yaklaşarak derin bir kuşku beslemektedirler.
Siyaset ve
sendikacılık ilişkilerinde de ciddi olumsuzluklar birikmektedir. Emekçilerin
sınıfsal çıkarlarının siyaset arenasında savunulması açısından sendikaların
siyasetle ilgilenmesi elbette önemlidir. Ancak bu ilgi sendika-parti
ilişkilerinin sağlıklı kurulması şartı ile etkili olabilir. Geçmişten gelen
“partiye bağımlı sendikacılık” yanlış anlayışı hala devam etmekte ama
sendikaların partiler içindeki etkinliği hızla gerilemektedir.
Sendikal
krizin bir diğer göstergesi ise sınıf bilincindeki genel gerilemedir. Olayların
ve politikaların emekçilerin çıkarları açısından değil sermayenin çıkarları
açısından yorumlanması giderek evrensel bir doğru olarak kabul edilmeye
başlanmıştır. Karlılık, özelleştirme, verimlilik, serbest piyasa, esnek
çalışma, performans yönetimi gibi kavramlar hem halkın hem emekçilerin hem de
sendika yöneticilerinin önceliği haline gelmiş, kapitalizm ideolojik
hegemonyasını pekiştirmiştir.
Sendikal Krizin Nedenleri
Sendikaların
içinde bulunduğu bu kriz ne bazı yöneticilere ne belli sendikalara ne de
ülkemize özgü bir kriz değildir. Daha genel ve yapısal sebeplerce belirlenen
bir süreçle karşı karşıyayız. Ancak sendikal yapıda bulunan bazı zaaf ve
eksikliklerin bu krizin etkilerinin daha şiddetli hissedilmesine neden olduğu
da bir gerçektir.
Sendikal
yapıda bulunan bu zaafların en görüneni sendikal bürokrasidir. Genel üye
profilinden kopuk, yukardan, kapalı ve anti-demokratik bir yapı olarak sendikal
bürokrasi sendika üyesi çalışanların kendi örgütleri olan sendikalardan
soğumasında temel bir role sahiptir. Bunun yanında sendikal bürokrasi içinde
oluşan yozlaşma eğilimleri genel ideolojik erozyonla da birleşerek çökme
etkisine neden olmaktadır. Sonuçta ortaya sendikacıların üyeleri, üyelerin de
sendikacıları eleştirdiği kaotik bir yapı çıkmaktadır. Elbette her iki kesimin
de söylediklerinde gerçeklik payları bulunmakla birlikte, ahlaki sorumluluk
mütemadiyen eleştirdiği üyelerin yöneticisi olmayı ısrarla sürdüren
yöneticilerdedir. Üstelik mevcut sınırlar içinde kalınarak bu sıkıntıyı aşmanın
da yolu yoktur. Açıktır ki sendikaların sadece mevcut yöneticilerinin
değiştirilmesi yöntemi ile sürecin genel eğilimine müdahale etme şansı yoktur. Mevcut
araçların en etkin kullanımında dahi krizin hissedilirliğini bir süreliğine
geciktirmek veya azaltmaktan öteye yapılabilecek bir şey yoktur. Çünkü söz
konusu bunalım yapısal bir bunalımdır.
1980’li
yıllarla birlikte tüm dünyada sermaye kar oranlarındaki düşüşe çözüm olarak
neo-liberalizm adı verilen yeni bir strateji geliştirmiştir. Neo-liberal
uygulamalar giderek sistemin genel karakteristik biçiminden yapısal bir
bileşenine dönüşmüştür. Bu da Keynesyen sosyal refah dönemine özgü araçların
işlevsiz kalması ile sonuçlanmıştır, sendikalar da bu araçlardan biridir.
Aslında sendikal krizin temel nedeni budur. Sistem yapısal bir dönüşüm
geçirmekteyken; sendikaların yönetici değiştirmekten, politika değiştirmekten
öte değişikliklere ihtiyacı vardır. Sendikalarda oluşacak dönüşüm de yapısal
bir dönüşüm niteliği göstermek zorundadır.
Ne Yapmalı?
Sanayi
devrimi sonrası ortaya çıkan fabrika türü üretim birimleri içinde o günün
yaygın istihdam biçimlerine uygun bir model olarak gelişen sınıf ve kitle
sendikacılığı tarihsel anlamda ciddi bir ilerleme idi. Ancak bugünün
neo-liberal üretim ilişkileri ve istihdam modeli sınıf ve kitle sendikacılığının
çözemeyeceği sorunlar üretmektedir. Yeni koşullara uygun bir sendikal
örgütlenme modeli yaratılması emek hareketinin genel çıkarları açısından şart
olmuştur.
Artık
güvencesiz, part-time ve esnek bir çalışma modeli altında, küçük küçük ve
dağınık iş yerlerinde çalışan, üstelik kendisini emekçi olarak dahi görmeyen
bir sınıfın ama eskisine göre çok daha kitlesel ve genç bir sınıfın
örgütlenmesi için yeni bir modele ihtiyaç vardır. Bu model teorik metinlerin
satır aralarında değil, üretim ilişkilerinin içerisinde temellenecektir. Toplumsal
hareket sendikacılığı adı verilen model bu açıdan umut vermektedir. Sendikal
bunalıma kafa yoran kişilerin günü kurtaracak kısmi çözümlere değil dünyanın
çeşitli coğrafyalarından yükselmekte olan farklı toplumsal hareket
sendikacılığı deneyimlerine odaklanması yerinde olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder