Baraka’nın
kuruluş tarihi nedir? Bu soruyu bir defada yanıtlamak neredeyse imkansız gibi…
İki ay süren buluşmalarına son noktayı 4
Temmuz 2001 tarihinde koyan bir grup genç, Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği bahçesinde kahve içerken ortak bir metin hazırlayıp
imzaladıklarında kurulmuştu belki Baraka. Ama daha ismi yoktu, binası yoktu,
gerçi hiçbir zaman ciddiye alınan bir tüzüğü olmadı ama tüzüğü de yoktu. Bu kararın
hemen ardından maddi sıkıntıların aşılması için bir dizi faaliyet örgütlendi.
Bunların en önemlisi S.O.S. ve Çıkmaz Sokak grupları ile Alkapon ve Emre’nin
bedelsiz sahne aldıkları 29 Ağustos 2001’de
gerçekleşen dayanışma konseridir. Böylece Baraka’nın artık bir logosu, ilk
afişi ve ilk etkinliği vardı ama acaba Baraka kurulmuş muydu? Yoksa bağış
makbuzlarının basılması ve bir bina kiralanabilmesi için kampanya
başlatılmasıyla mı kuruldu Baraka? Belki de Baraka’nın kuruluş tarihini 1 Nisan 2002’de tamire muhtaç ilk
dernek lokalinin kiralanması olarak kabul etmeliyiz. Ya da bu binada 3 Haziran 2002’de gerçekleşen Nazım Hikmet Anması da olabilir kuruluş tarihi.
Peki
binanın 17 Temmuz 2002’deki “resmi”
açılışına ne demeli? Ama nasıl olur, 17 Temmuz 2002’de binası açılmış olan bu
kültür merkezinin kesinlikle bir tüzüğü yoktur daha, üstelik herhangi bir
yetkilendirilmiş komite, yönetim veya yürütmeye de sahip değildir. Bunları
bırakın, üyeleri bile yoktur bu derneğin! Baraka’yı kuran insanlar, ilk
toplantı diyebileceğimiz buluşmalarını binanın açılışından on gün sonra, 27 Temmuz 2002 tarihinde
gerçekleştirmişlerdir. Aynı yıl içinde de tüzüklerini yazıp göstermelik de olsa
bir yönetim kurulu belirlediklerinde artık kurulmuş saymamız gerekir herhalde
Baraka’yı. Gene de bir sorun var: Bu dernek 2002 yılının sonunda ciddi bir
bölünme yaşamış, eskilerle yenilerin ayrışması sonucu 1 Ocak 2003’te eski bina
terk edilmiş, 1 Mart 2003’te iki
küçük dükkandan oluşan yeni bir bina kiralanmış, bu binanın açılışı ise 3 Haziran 2003 tarihinde
gerçekleştirilebilmiştir. Taşınmak bir dernek için normal bir şey olarak
görülebilir, ama bu taşınma Baraka için ciddi bir dönüm noktasıdır ve
taşınmadan önce ile taşınmadan sonra arasında niteliksel farklar vardır. Deyim
yerindeyse Baraka yeniden doğmuştur ve birinci değilse bile en azından ikinci
kez kurulduğu söylenebilir. Tarihsel olarak incelendiğinde Baraka için net bir
kuruluş tarihi söyleyemiyorsak, belki de bu Baraka’nın günümüzde hala kurulmaya
devam etmesinden kaynaklıdır.
12 Eylül
1980 tarihinde Türkiye’de gerçekleşen faşist darbe etkilerini Kıbrıs’ta da
göstermekte gecikmedi. 1980’lerin ilk yılları Halk-Der’in çeşitli nedenlerle
ortadan kalkmasına sahne oldu. Bunun hemen ardından 1983’te kktc’nin ilanı ve
TKP’ye sığınan devrimcilerin 1986 yılından itibaren yüzleşmeye başladığı
atılma/istifa süreci devrimci mücadelede ciddi bir ivme kaybına işaret
ediyordu. 1990’lı yıllar ise çok daha zorlu ve karanlık geçecekti. 1989’da
YKP’nin kurulması herhangi bir devrimci dinamizm yaratmadığı gibi; AB’ci,
sosyal demokrat bir sapmaya, yeni şekillenen sol liberal, post-modernist bir
fikri kaymaya odak noktası oluyordu. Üstelik kendisine Halk-Der geleneğini
sürdürme misyonu biçen Özgürlük Dergisi de SSCB’nin çöküşü ile paralel bir
zaman diliminde ortadan kalkıverdi. Yeni bir canlanma umudu ile girişilen Ekin
Merkezi deneyimi ise, hem maddi, hem manevi bir fiyaskoyla sonuçlandı.
Kadroların bir kısmı İngiltere’ye çalışmaya ve borçları kapatmaya doğru yola
çıkarken, kalanlar için örgütlü siyaset de sona ermiş oldu. Geçmişten geriye
sadece YKP ve Işık Kitabevi kalmıştı.
1 Mayıs’larda
solun toplamda 100-150 kişilik katılıma erişmekte zorlandığı bu zaman
diliminde, 3-5 kişilik kahve sohbetleri bile ciddi bir kitlesel eylem niteliği
arz etmekteydi. Yeni koşullara uyum sağlayan CTP’nin 1993 yılında küçük ortak
olarak hükümete yerleşmesi, fiziksel olarak yıkımın içine doğan ancak moral
olarak yıkımı hissetmeyen yeni genç kuşağın arayışlarını şiddetlendiriyordu.
CTP hükümetteydi, TKP ulusal sol konumunun doruğunda ve Denktaş’a olabilecek en
yakın pozisyonundaydı, YKP ise bildirilerle AB çağrısı ve demokrasi övgüsü
yapmanın ötesinde bir varlık göstermiyordu. 1996 yılında Kutlu Adalı cinayeti
ile en zifiri noktasına ulaşan bu karanlık; öğrenci eylemleri, Demokratik
Gençlik Hareketi, Bağımsız Gençlik Platformu, Çatı Dergisi, Demokrasi İnsan
Hakları Hareketi gibi örgütlenme girişimleri ile kırılmaya çalışılıyor ancak
başarısızlıklar da ardı ardına geliyordu. Öğrenci eylemleri devletin en üst
düzey şiddeti, sınır dışılar ve uzaklaştırmalarla bastırıldı. Demokrasi ve
İnsan Hakları Hareketi kendi kendine söndü, 1998’de yayın hayatına başlayan
Avrupa Gazetesi de devrimcileri tasfiye ederek oportünist bir çizgiye yerleşti.
2000’li yılların başında yedi sekiz kişiye kadar daralmış bir çekirdek,
kendisini müdahale edebilme hayalini bile kuramadığı bir olaylar zincirini
izler pozisyonda buldu.
Devrimciler
arasında sonradan şiddetli bir ayrılığa neden olacak ilk farklılıklar 2001
yılında filizlenmeye başlar. 80’lerin ve 90’ların yıkımı ile demoralize olmuş
eski kuşak artık yüksek siyasetle ilgilenmek istemektedir. Bu çerçevede günlük
bir gazete çıkarmak, solun çeşitli kesimleri ile ittifaklar kurmak ve “yeniden
doğuş” için fırsat yakalamak onlar için öncelikli hale gelmiştir. Oysa gençler
geçmişin yıkımlarını duygusal olarak hissetmiyor ancak ayrımlarını mantıksal
olarak haklı buluyorlardı. “Dayanışma başka bir şeydi, ittifak başka bir
şeydi.” Üstelik henüz kendisi için örgütsel bir odak yaratmamış olanların
başkaları ile ittifaktan faydadan çok zarar umması gerekirdi. Bu yüzden gençler
günlük gazete fikrine itiraz koyarlar. Onlar için öncelikli olan; bir kültür
merkezi açılması, burada “başka bir kültürün” ete kemiğe büründürülmesi idi.
Krizi erteleyen ara formül önerisi eskilerden gelecekti. Ortak bir mekan
bulunacak, eskiler bu mekanı gazete için gençler de kültür merkezi olarak
kullanacaklardı. Anlaşma bu olmasına rağmen hayat farklı gelişti. Kültür
merkezi için gençlerin ardı ardına yaptığı girişimler ortak gündemi belirledi,
gazete fikri ise unutulmaya yüz tuttu.
2002 yılı
içinde yeni ve daha ciddi bir ayrılık kapıyı çalacaktı. Lefkoşa Türk Belediyesi
başkanlığına adaylığını koyan CTP’li Kutlay Erk’in destekçileri arasında eski
devrimciler de vardı. Gençler bu durumu benimsemeseler de, herhangi bir
müdahalede de bulunmadılar. Artık fiili olarak bir “herkes kendi yoluna” durumu
oluşuyor, ilişki yoldaşlıktan arkadaşlığa doğru evrim geçiriyordu. Oysa eskiler
için durum hiç de böyle değildi. Onlara göre kendileri CTP’ye ne kadar
yakınlaşırlarsa yakınlaşsınlar, yeni kurulan kültür merkezine müdahale
haklarında bir değişiklik olamazdı! Annan Planı Kıbrıslı Türklerin politik
gündemini hallaç pamuğu gibi atarken, yeni kurulan Baraka Kültür Merkezi kendi
iç tartışmalarının girdabına böylece sürükleniverdi. Gençlerin aldığı kararlar
kafasına yatmayan eskiler, pragmatik yöntemleriyle kararları lafta onaylayıp
fiili olarak etkisiz kılıyorlardı. Bu da ilişkilerdeki gerilimi arttırıyor,
kopma noktasına getiriyordu. 2002 yılının ekim ayından aralık ayına kadar süren
çeşitli toplantılarda alınan hiçbir karar bu nedenle uygulanamadı. Bunun
üzerine gençler Ocak 2003’te fiilen bitmiş ilişkiye son noktayı koydular ve
dernek lokalini taşıyarak her türlü teması sona erdirdiler. Yeni bir bina
bulmaları ve tekrar faaliyet organize etmeleri altı aylarını alacaktı. Bu arada
eski bina eskiler tarafından CTP’li ilişkilerin yuvası haline getirildi. Bu da
Baraka ile CTP’nin adının bir süre sağ basında beraber anılmasına neden
olacaktı. Oysa CTP Genel Başkanı Ferdi Sabit binaya girmeden çok önce Baraka
orayı terk etmişti.
Barakacı
devrimcilerin 2002’den 2004’e kadar ülke gündeminin dışına düştükleri doğrudur.
Ve bu durum, olabilecek en elverişsiz tarih aralığında meydana gelmiştir. Annan
Planı nedeniyle neredeyse herkesin politika ile yatıp kalktığı, gençliğin çok
ciddi bir kesiminin politize olduğu, 23 Nisan 2003’te sınırlardaki barikatların
kalktığı bir dönemde; 1990’ların gençlik içindeki en aktif kesimi masa sandalye
bulmaya, perde dikmeye, kısacası bir mekan yaratmaya odaklandı. Aynı dönemde CTP
tekrardan hükümete geldi ve 24 Nisan 2004 tarihinde Annan Planı Referandumları
gerçekleşti. Tüm bu süreçte Baraka’nın sesi neredeyse hiç çıkmadı. Baraka
aktivistleri 2003 başında feodal ilişkiler dahil altı kişiyi aşmayan bir insan
grubuydular ve ne bir politik iddiaya ne de ayakta kalmak dışında herhangi bir
umuda sahiptiler. Ama tüm politik partileri kitlesellik anlamında ikiye
katlayan dalganın kırıntıları onlara da dokundu. 2003 biterken artık sekiz on
kişiyi bir araya getirebiliyorlardı. Bu dönemin Barakacılara bıraktığı en
önemli ders ise; parlayıp sönen momentlerde yakalanacak kitleselliğin kalıcı
olmayacağı gözlemidir. Bunun yerine Barakacılar küçük kazanımlara, uzun soluklu
ve yavaş süreçlere odaklanmayı öğrendiler; hız ve niceliğin yerine, sağlamlık
ve niteliği koymayı bir kültür haline getirdiler. Baraka’nın örgütsel modeli
işte bu dönemde şekillendi. Herkese açık haftalık toplantılar, toplantıların
sadece kararlarının değil konuşulan her şeyin kayıt altına alınması, özerk
etkinlik grupları, mali olarak kendi kendine yeten bir örgütsel mekanizma ve
kendi dışındaki yapılarla eşit ilişki geleneği gibi birçok özellik bu dönemin
ürünleridir.
Baraka
kültürel alanın asli bir bileşeni olduğu kadar bir gençlik örgütlenmesidir de.
Dernek bünyesinde ilk dönemlerde başlatılan satranç, bilgisayar, okuma-yazma ve
Elence gibi ücretsiz kursların yerini, zamanla hem öğrenmeye, kültürel üretime
hem de politik aksiyona imkan tanıyan; sinema, okuma, müzik ve tiyatro
faaliyetleri almıştır.
4 Ekim
2003 tarihinde “sinemaya seyirci kalmayın” sloganıyla ilk gösterimini yapan İzle-Tartış’ı, Ocak 2004’te Okuma-Tartışma Grupları, Şubat 2004’te Baraka Korosu ve Nisan 2004’te de Baraka Tiyatro Ekibi takip etmiştir.
2011 itibariyle İzle-Tartış Kıbrıs’ın en uzun süreli ve kesintisiz sinema
faaliyetidir. Okuma-Tartışma Grupları yüzlerce makale ve onlarca kitabın
tartışıldığı herhangi bir eğitmeni olmadan devam eden alternatif bir eğitim
odağıdır. Baraka korosu sonradan Sol Anahtarı ismini almış, 2008’de kendi
bestelerini de içeren ilk albümünü çıkarmış ve Baraka bünyesinde Soluk isimli
yeni bir müzik grubunun doğumuna da yardımcı olmuştur. Sol Anahtarı, 1
Mayıs’larda, 1 Eylül’lerde, eylemlerde ve direnişlerde boy gösteren bir müzik
grubu olarak daha şimdiden ülkemiz devrimci müziğinin öncüsü pozisyonuna
yerleşmiştir. Baraka Tiyatro Ekibi ise tek perdelik oyunlarla başladığı sahne
yaşamını yirmiyi aşkın oyuncusu ile sahneye koyduğu iki perdelik müzikallerle
her geçen yıl daha da yükseklere taşımaktadır. BTE, bugün ondan fazla sahne tiyatrosu,
eylemler için hazırlanan sokak tiyatroları, yerli ve yabancı yazarların
oyunlarına kattıkları yorumlarla kendi seyirci kitlesini yaratmış ciddi bir
tiyatro olarak ülkemiz sanatına damgasını vurmuştur. Bu faaliyetlerin yanında
Baraka bünyesinde binlerce kitaptan oluşan bir kütüphane, iki bini aşkın
belgesel film ve kurmaca, her an kullanıma hazır internet bağlantılı
bilgisayarlar ve bireysel veya kolektif çalışmaya uygun bir ortam
yaratılmıştır.
Baraka,
hapishane filmlerinden oluşan bir festivali yalnız başına örgütlerken, 4 yıldan
beridir de onlarca sendikanın dahil olduğu İşçi Filmleri Festivali’nin Kıbrıs
ayağının örgütlenmesini sağlamaktadır. 19 Mart 2005 tarihinde KTÖS ile beraber
düzenlenen “%100 Barış İçin 100 Film” film gösterimi, daha kalıcı ilişkilere
vesile olmuş; aynı yıl Biradada Birarada projesi örgütlenerek Türkiye,
Yunanistan ve Kıbrıs’tan toplanan barış temalı onlarca kısa film ülkemizin
bütün büyük şehirlerinde gösterilmiştir. Gerek başka örgütlerle beraber gerekse
de yalnız örgütlenen onlarca şiir gecesi, panel, form, konser ve dinleti ile
Baraka kültürel alana tartışmasız bir şekilde adını yazdırmıştır. Üstelik gerek
bu faaliyetlerin gerekse de Baraka’nın herhangi bir giderinin tek bir kuruşu
bile hiçbir uluslararası fon tarafından desteklenmemiş, Baraka kendisine
doğrudan ya da dolaylı olarak yapılan tüm uluslararası fonlanma tekliflerini
tereddütsüz bir şekilde reddetmiştir. Baraka aktivistleri ne kariyer yapmak ne
de yurtdışı gezilerinde bulunabilmek için kültürel ürün vermektedirler. Tam
aksine kolektif üretim, halkına karşı sorumluluk, dayanışma, inanç ve yaptığı
faaliyetten zevk almak Barakacıların temel motivasyon kaynağıdır. Kolektif ruh,
zaman zaman gerçekleştirilen piknikler, geziler, dayanışma yemekleri, yaz
kampları gibi etkinliklerle de pekiştirilmekte; artık büyük bir topluluk haline
gelmiş olan Barakacılar böylesi ortak etkinlikler aracılığı ile birbirleri ile
tanışmakta, kaynaşmaktadırlar.
Baraka’nın
2002 ayrışmasından sonra kendini yeni toparlamaya başladığı günlerde 31 Temmuz
2003’te “Elekten 3 Gece” isimli bağımsız gençlik festivaline aldığı davet de
ortak işler konusundaki eğilimlerinde belirleyici olmuştur. Bölünme sürecinden
kaynaklı içe dönük ruh halinin aşılmasında böylesi bir festivalde yer bulmak
büyük bir katkı sağlamış, Barakacılar diğer yapılarla beraber olmanın getirdiği
deneyimlerle sekterlik batağına saplanmaktan kaçınabilmişlerdir. Bu süreçten
sonra Baraka, iş/güç birliği süreçlerinde her zaman tetikleyici bir role sahip
olmuştur. Kronoloji bölümünde özetlenen birçok ortak sürecin örgütlenme çağrısı
Baraka tarafından yapılmıştır. Aynı şekilde Baraka’nın ilk eylemi de 9 Kasım
2003’te Kıbrıs’ın güneyinden yapılan bir çağrı ile İngiliz Üsleri’nin adadaki
varlığına ve doğaya verdiği zarara işaret ederek anti-emperyalizm ile ekoloji
mücadelesini birleştiren bir eylem olmuştur. Daha 17 Ağustos 2002 tarihinde
Lefke bölgesine düzenlenen gezi ile CMC atıklarını yerinde tespit etmiş bulunan
Baraka aktivistleri için ekolojik duyarlılık temel niteliğinde bir değerdir. Bu
yüzdendir ki esas ekseni ekoloji olmamasına rağmen gerçekleştirdiği eylemler
bakımından ülkemizdeki birçok “çevre” örgütünden daha girişken bir yapıya
sahiptir.
Genç
devrimcilerin çiçeği burnunda CTP hükümeti ile ilk zıtlaşması da ekolojik
temelli bir konudan baş göstermiştir. Açıkçası geleneksel olarak CTP ve onun
örgütsel/politik kültürü ile uyumsuzluğu olsa da, Köpek Yarışlarına Hayır
Kampanyası’na kadar Baraka ile CTP arasında herhangi bir gerilim yaşanmamıştır.
14 Ağustos 2004 tarihinde start verilen kampanya, Barakacılar için her anlamda
bir kırılma noktası olacaktır. İlk kez kamuoyuna çağrı yapan bir pozisyon
alıyorlar, hükümetin olumsuz bir uygulamasını eleştiriyorlar, hayvan hakları
ile ilgili bir konuda kitlesel inisiyatif örgütlüyorlar, kendileri dışında ona
yakın örgütü koordine ediyorlar ve ciddi bir halk desteğini arkalarına
alıyorlardı. Mesarya Stadyum’u adındaki köpek yarış pistinin CTP hükümeti
tarafından ülkedeki yasal mevzuata aykırı olarak desteklenmesi karşısında
Barakacılar stadyumun açılış günü eylem yapmaktan Spor Bakanı ile görüşmeye,
imza kampanyasından mahkemede dava açmaya kadar ellerinden gelen her türlü
girişimde bulunurlar. Meşru bir mücadele çizgisini fiili eylemle ve militan bir
inisiyatifle birleştirirler. Kampanyadan geriye kalan en önemli deneyimler ise;
CTP hükümetine karşı sağlıklı bir kuşkuculuk, yasal süreçlerden herhangi bir
şey beklememek gerektiğine ve toplumsal muhalefetin çeşitli bileşenlerinin
bildiri muhalefeti ile sınırlı tarzına dair bilgilerden oluşuyordu.
Baraka
açısından bir diğer önemli kırılma noktası 2005 yılının haziran ayında gündeme
gelen Atatürk Öğretmen Akademisi ile Yakın Doğu Üniversitesi arasındaki
gerilimdir. CTP bir süreden beridir YDÜ’nün yasadışı okul öncesi öğretmenliği
bölümüne göz yummaktadır. YDÜ ise bu bölümü yasallaştırmak istemektedir. Bu
amaçla ilgili bölümün öğrencilerine Meclis önünde çadır eylemi yaptırmaya
başlayan YDÜ, hükümeti eleştiriyormuş gibi görünmekle beraber aslında CTP’den
daha fazla ve daha hızlı bir özelleştirme talep etmektedir. İlginç bir şekilde
bu süreci hükümet partisi CTP’ye karşı bir muhalefet olarak algılayan neredeyse
tüm sol örgütler YDÜ çadırına destek ziyaretlerinde bulunmaktadır. Buna karşı
AÖA öğrencilerinin tepki eylemine sadece KTÖS, KTAMS ve Baraka destek
verecektir. Bu eylemlilik süreci Baraka’nın eğitim hakkı mücadelesine ağırlık
veren bir politik çizgiye girişinin, AÖA öğrencileri ve KTÖS ile daha yakın bir
ilişki tutturmasının da başlangıcı olacaktır. Üstelik CTP’nin sermaye ile yakın
işbirliği ve özelleştirmeci karakteri artık Barakacılar için netleşmiştir.
Baraka
toplumsal muhalefetin bir bileşeni haline gelip halkın gerçek sorunlarına dair
somut işler örgütledikçe istese de istemese de sürekli olarak karşısında CTP’yi
bulmaya başlayacaktır. Lefkoşa’nın CTP’li Belediye Başkanı Kutlay Erk 2005 yılı
sonunda en önemli parklardan biri olan Kumsal Parkı’nı yol ve otopark haline
getirmeyi planladığını açıklar. Bu açıklama bölge halkında ciddi bir
huzursuzluk doğurmasına rağmen eylem örgütleme yeteneği olan tüm kadroların CTP
içinde olması fiili bir girişimi mümkün kılmamaktadır. Bunun üzerine Baraka
aktivistleri Kumsal Parkı’nın otoparka çevrilmesine karşı olduklarını bir
bildiri ile duyururlar ve Kumsal Parkını Koruma Komitesi’ne girerek tüm güçleri
ile bölge halkının direnişine destek olurlar. Komite kısa sürede ciddi bir
kitlesel destek yakalayınca Kutlay Erk projesinden vazgeçtiğini açıklamak
durumunda kalacaktır. Özellikle bu eylemlilik ve hemen ardından gelen Belediye
seçimlerinde yaşanan hezimet, CTP çevrelerinde Baraka’ya yönelik öfkenin
kabarmasına neden olmuştur. Denilebilir ki CTP üst düzey yönetiminde Baraka’nın
bir sorun olarak tespit edildiği yıl 2005 yılıdır.
Baraka’dan
rahatsız olan sadece hükümetteki CTP değildir. Faşist çevreler de bu sözünü
sakınmayan ekipten rahatsız olmaya başlamışlardır. Nitekim 28 Mart 2006
tarihinde ODTÜ Omorfo Kampüsü’nde Baraka Korosu’nun verdiği konserden sonra
ülkücü faşistler marşlar eşliğinde salonu kuşatmış, üniversite yönetiminin
Baraka’dan kampüsü terk etmesini istemesi üzerine Tiyatro Ekibi sahneye
çıkamadan etkinliğe son verilmiştir. Bu olay polisin de ilgisini çekmiş,
saldıran değil saldırılan taraf olmasına rağmen Barakacıların ifadeleri
alınmıştır.
Barakacıların
toplumdan yaygın destek alarak hem şöven güçlere hem de barışçılık kılıfının
arkasına saklanarak Egemen Blok’a hizmet eden CTP’ye kafa tuttuğu bir diğer
olay da 2006 yılı sonundan başlayarak tırmanan Lokmacı Köprüsü olayıdır. CTP’li
Cumhurbaşkanı Talat, Kıbrıslı Elenlerin kabul etmediği söz konusu köprünün
yıkılması gerektiğini söyleyince TC Genel Kurmayı’ndan çocuk gibi azar
işitmiştir. Bu noktada Baraka gazetelere ilanlar vererek Talat’ın yanında
olduğunu ve Lokmacı’daki köprünün yıkılması için harekete geçmesi durumunda
Talat’la birlikte köprüyü fiilen sökmeye hazır olduğunu duyurmuştur.
Egemenlerle dalaşmak değil onların bir parçası olmak isteyen CTP bürokrasisi
ise bu destekten tahmin edilebileceği gibi memnuniyetten çok rahatsızlık
duymuştur.
Gerek
muhalefet gerek hükümet gerekse de faşistler ile farkları netleşen, söyleyecek
sözü olgunlaşmaya başlayan Baraka bir süreden beridir periyotsuz olarak
sürdürdüğü yayın faaliyetlerini bu süreçte periyoda oturtarak 1 Mayıs 2006’dan
itibaren Argasdi’yi yayınlamaya başlar. Yayın faaliyetleri 8 Haziran 2008’de
baraka.cc’nin devreye girmesi ile internete de taşınacak, 2009 yılında da
Argasdi Kitaplığı’nın ilk kitabı olan Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi
(Halk-Der) yayınlanacaktır.
1 Mayıs
2006 tarihi sadece argasdi’nin periyodik olarak yayınlanmaya başlaması
nedeniyle değil CTP ile gerilimin son raddesine varması ile de önem arz eden
bir tarihtir. Ancak buna gelmeden 1 Eylül 2005’ten kısaca bahsetmemiz
gerekiyor. 8 Mart, 1 Mayıs ve 1 Eylül tarihleri Baraka’nın ajandasında eylem
günleri olarak işaretlidir. Baraka aktivistleri 8 Mart 2004’ten itibaren Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’nde etkinlikler düzenlemeye başlamışlar, ülkemizdeki ilk 8
Mart yürüyüşünü 2010 yılında gerçekleştirmişlerdir. Gene 2004 yılı 1
Mayıs’ından itibaren kendi kortejleri ile alanlarda olmuşlardır. 23 Nisan 2004
referandumlarına kadar 1 Eylüller BMBP’nin organizasyonu ile gerçekleşmiş ve
Baraka da 1 Eylül 2004’teki mitinglere Köpek Yarışlarına Hayır Kampanyası’nı
örgütleyerek katılmıştır. 2005 yılına gelindiğinde ise BMBP herhangi bir yürüyüş
veya miting organize etmeyeceğini sadece bir kapalı salon etkinliği yapacağını
duyurur. Bunun üzerine inisiyatif üstlenen Baraka, 1 Eylül 2005’te kendi
korteji ile geleneksel 1 Eylül yürüyüşünü gerçekleştirmiştir. Bu yürüyüşün
etkileri 2006 yılında gelişen olaylarda da hissedilecektir. Özellikle YKP ile
eylem temelinde yakınlaşan Barakacılar, 1 Mayıs 2006 tarihinde “Katil ABD
İşbirlikçi CTP” sloganı ile alanı inletmişlerdir. Bu birliktelik aynı yılın 1
Eylül’üne de yansıyınca, Barış Günü’nde sokağa inmeyen CTP ve bağlı örgütlerine
inat YKP ile Baraka ortak bir yürütüş düzenlerler. 1 Mayıs 2007 tarihi ise CTP
hegemonyacılığının kendini en açık şekilde gösterdiği tarih olarak
takvimlerdeki yerini almıştır. Bağlı örgütü Dev-İş aracılığı ile Baraka’ya
önceden haber ileten CTP, 1 Mayıs alanında hükümet ve hükümet partileri
aleyhinde hiçbir slogan istemediğini bildirir. Baraka, bedeli ne olursa olsun
bu yasağa uymayacaklarını açıkça Dev-İş yetkililerine aktarır. Nitekim Baraka 1
Mayıs kortejinden CTP barikatı ile dışlanmaya çalışılınca; KTÖS, YKP, Pir
Sultan Abdal Kültür Derneği ve üniversite öğrencileri de barikatın arkasına
geçerler. Alanın girişinde barikatın kaldırılması ile ciddi bir çatışma önlense
de artık CTP’nin de Baraka’nın da safları belli olmuştur. Bir grup CTP güdümlü
örgüt Baraka ile ilişkilerini dondurma kararı alır. Ancak bu süreç CTP’nin
toplumsal muhalefetin diğer örgütleri ile de bozuştuğu bir döneme denk
geldiğinden Baraka’nın ilişki alanı daralacağına genişler. Genel kurullarına
CTP MYK’sı tarafından müdahale edilen KTÖS ve KTOEÖS yanında BKP, YKP, KSP ve
ilerleyen süreçte Dev-İş’ten atılan DAÜ BİR-Sen gibi örgütler ile Baraka
arasında birçok iş/güç birlikleri örgütlenmeye başlar. Olaylı 2007 yılı 1
Mayıs’ından hemen sonra gerçekleşen 1 Eylül 2007; Baraka tarafından 2005’ten
beridir örgütlenen 1 Eylül’lerin en kitleseli olur. Birçok sendika ve partinin
de katılımı ile 300’ü aşkın bir kitle yürüyünce artık hiçbir işlevi kalmayan
BMBP sona erdirilerek Barış Platformu adı altında CTP’den arındırılmış yeni bir
oluşuma gidilir. BMBP’ye katılmadığı gibi Barış Platformu’na da AB karşıtlığı
nedeniyle katılmayan Baraka yakın temas ve işbirliğinden kaçınmayacaktır.
1 Mayıs
2008 Kıbrıs’ın kuzeyinde uzun yıllardan sonra ilk kez iki ayrı 1 Mayıs
mitingine sahne olacaktır. Üstelik devrimcilerin de katıldığı alternatif 1
Mayıs eylemleri, CTP’nin devlet mitinginden çok daha kalabalıktır. Buna
karşılık 1 Eylül 2008’de tekrar alanlara inmeye karar veren CTP, bağlı örgütü
Barış Derneği aracılığı ile Yeni Türkü konseri düzenler. Ama Barış
Platformu’nun Kıbrıslı Elenlerle birlikte düzenlediği barış günü çok daha
kitlesel ve coşkuludur. Artık CTP’nin hükümetteki günleri sayılıdır ve sol
içinde hiçbir güvenirliliği kalmamıştır. CTP’nin inadı hükümetten düştüğü 2009
yılında da devam edecek bu da 1 Mayıs 2009 ve 1 Eylül 2009 tarihlerinde iki
büyük hezimet daha yaşamasına sebep olacaktır. Normalleşme ise hem genel hem de
cumhurbaşkanlığı seçimlerinin CTP tarafından kaybedilmesinden sonra mümkün
olabilmiştir. 1 Eylül 2005’te Baraka tarafından düzenlenen 1 Eylül yürüyüşü ve
1 Mayıs 2007’de CTP tarafından Baraka’ya kurulan barikat, daha sonra gelişen
emek ve ekoloji eksenli mücadelelerin de etkisiyle Baraka ve sendikalar
arasında sıkı bir ilişkinin gelişmesine vesile olmuştur.
2007 yılı
haziran ayında emeklilik yaşını yükseltip kadınlardan gençlere hemen her
kesimin kazanılmış haklarını gerileten sözde Sosyal Güvenlik Yasası’na karşı
verilen mücadelenin asli bileşenlerinden biri de Baraka’dır. Aynı yılın ağustos
ayında Karpaz Milli Parkı’na elektrik hattı çekerek doğal hayatı katledeceğini
duyuran CTP karşısında, Sürdürülebilir Çevre Platformu çatısı altında yürütülen
muhalefetin temel sürükleyicilerinden biri de Baraka’dır. Baraka 2007 yılından
itibaren kültür dernekleri, gençlik örgütleri, partiler, sendikalar, kadın
örgütleri ve ekoloji örgütleri ile o kadar çok ortak eylem, etkinlik ve
festivale imza atmıştır ki saymakla bitirmek mümkün değildir. Ancak 23 Mart
2008 tarihinde Çağlayan Çocuk Bahçesi’nin adının Ankara Parkı olarak
değiştirilmesi nedeniyle Ankara Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek’in katıldığı
törene yapılan baskın niteliğindeki protesto özellikle önemlidir. Yaklaşık dört
ay boyunca, sağcısından solcusuna tüm Lefkoşalıların yüreği Barakacılarla
beraber atmış, bu dört ayda gündemi Baraka belirlemiştir bile diyebiliriz. Öyle
ki oluşan kamuoyu desteği karşısında Denktaş dahi kendisini kaleme sarılmak ve
Baraka’ya yanıt vermek zorunda hissetmiş, faşistler bir kez daha fiili saldırı
yöntemine başvurmak durumunda kalmışlardır. Çağlayan Çocuk Bahçesi’nin tadilatı
için yardımda bulunan Ankara Belediyesi Bahçe’nin adının Melih Gökçek Parkı
olarak değiştirilmesini önerir. İçerisinde CTP’li üyelerin de bulunduğu
Belediye Meclisi ise bir “ara formül” bularak oy birliği ile “Ankara Parkı”
isminde karar kılacaklardır.
Lefkoşalıların vicdanında derin bir yara açan bu olayı açılış günü
sadece Baraka protesto edecek, ilk kez bir TC yetkilisi Kıbrıs’ta “Gökçek Elini
Yakamızdan Çek” sloganı ile karşılanacaktır. Bu olaydan sonra Baraka tarafından
kullanılan “Ankara Elini Yakamızdan Çek” ve “Elçilik Elini Yakamızdan Çek”
sloganları Kıbrıslı Türklerin eylemlerinin vazgeçilmez bir parçası haline
gelmiştir. Büyüyen tepki, Baraka aktivistlerinin önderlik ettiği “Asimilasyona
Hayır Komitesi”nin topladığı imzaları Belediye Meclisi’ne teslim ettiği
toplantıya faşistlerin saldırması ile gazete manşetlerine kadar taşınmıştır.
Çağlayan süreci Barakacıların hem UBP’li Belediye Yönetimi’ne, hem uzlaşmacı
CTP zihniyetine hem de faşistlere karşı Kıbrıslı Türk halkının varlığını
savunan bir örgüt olarak sivrildiği tarihsel bir momenttir.
Diğer
yandan 2009 yılı başında gerçekleşen Polis Sınavı’nda başarılı olan birçok
Kıbrıslı Türk’ün, TC Elçiliği’nin müdahalesi ile haksız bir şekilde elenmesi
halkta ciddi bir tepkiye neden olmuştu. Birçok siyasi çevre tepkisini hükümet
ile sınırlı tutarken, olayların esas sorumlusu TC Elçiliği eleştirilmiyordu.
Bunun üzerine Baraka’nın çağrısı ile Kıbrıslı Türklerin özgürlükleri için
gerekli diyeti ödemeye hazır olduklarını vurgulayan bir eylem organize edildi.
Baraka, BKP, YKP ve KSP’nin Elçiliğe yönelik bu protestosu Türkiye medyasında
da geniş yer bulmuştur. Seramik bir kolun TC Elçiliği’ne bırakılmasıyla Ömer
Seyfettin’in diyet öyküsüne gönderme yapan eylem, bugün hala “kanlı, kesik, kol
eylemi” olarak anılmaktadır.
Bu eylemde
de görülebileceği gibi kuru basın açıklamalarının ötesine geçen yaratıcı bir
protesto geleneği Baraka tarafından gündemde tutulmaktadır. Ülkemizde unutulmuş
afişleme, yazılama eylemleri yanında, sokak tiyatrosu, telgraf gönderme, baskın
eylem, resmi binaların damından pankart indirme, beleş deniz gibi eylemlerle,
Baraka’nın meşru, fiili ve militan tarzı 2004’ten 2011’e doğru ilerleyen
süreçte sürekli gelişme göstermiştir. Belki de biraz da bu sebeplerle
Barakacılar hemen her eylemlerinde polisin en çok “ilgi gösterdiği” grup haline
gelmişlerdir.
CTP’nin
2009 yılı nisan ayında çok sevdiği hükümet konumunu kaybetmesi ile ülke
siyasetinde yeni bir dönemin de kapıları aralandı. Bu dönem 2010 Nisan’ında Talat’ın
yerine Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesi ile tescillendi. Artık CTP’nin
muhalefette UBP’nin ise hükümette bulunduğu yeni koşullar oluşmuş durumda.
Ancak Baraka’nın mücadeleci yapısında herhangi bir değişim meydana gelmiş
değil. Şimdi UBP eli ile gündeme getirilmeye devam eden neo-liberal ajandaya
aynı kararlılıkla karşı duruluyor. Özelleştirme mağduru KTHY çalışanlarının,
özelleştirilmeye çalışılan Telefon Dairesi’nin, kapatılmak istenen AÖA’nın
öğrencilerinin yanında, Egemen Blok ve TC asker-sivil bürokrasisinin karşısında
mücadele devam ediyor. Bu uğurda gerek tiyatrosu gerek müziği gerek bildirisi
gerek eylemi ile Barakacı devrimciler Kıbrıslı Türk halkının en genel
çıkarlarını kendi şahsi çıkarları bilerek mücadelede öne atılıyorlar. Tutuklamalar,
coplamalar, gaz bombaları, davalar ve soruşturmalara rağmen Baraka büyümeye,
güçlenmeye, mücadele etmeye ve Kıbrıslı Türk halkı ile özdeşleşmeye devam
ediyor.
Baraka’nın
eylemlerinde her zaman ayrı bir önemi olan ekolojik duyarlılık, UBP hükümeti
dönemine gerçekleşen Dikmen Çöplüğü eylemlerine de damgasını vurmuştur.
Çöplükten yayılan gazlarla zehirlenen Hamitköy halkı ile beraber yol kesme,
ateş yakma vb. eylemler düzenleyen Baraka aktivistleri, sudan sebeplerle açılan
davalara maruz kalmışlardır. 2009 yılı yaz aylarına damgasını vuran eylemler,
Barakacıların yeni UBP hükümeti ile de ilk yüzleşmeleri niteliğindedir. Hemen
hemen aynı dönemde gündeme gelen yasadışı Kur’an Kursları karşısında da hem
sendikalarla beraber kurs baskınlarına hem de gençlik örgütleri ile beraber
Bilimsel ve Demokratik Eğitim İnisiyatifi’ne katılan Baraka; aynı anda birçok
cephede hem şövenizme, hem dinsel gericiliğe hem polis şiddetine hem de çevre
kirliliğine karşı mücadele etmiştir.
2010 yılı
Ağustos ayında Anti-Militarist Barış Harekatı çatısı altında gerçekleştirilen
ve TC’nin Kıbrıs’taki askeri varlığını eleştiren konserde Türkiye’den protest
müzik grubu Bandista ve Baraka Müzik Topluluğu Sol Anahtarı birlikte sahne
almış, bu birliktelik çerçevesinde düzenlenen eylemlerde ise Barakacılar her
zaman en önde olmuşlardır.
2009 ve
2010 yıllarının emek gündemini tartışmasız bir şekilde belirleyen olaylar ise
Göç Yasası çerçevesinde gelişmiştir. CTP’nin hazırladığı ancak toplumsal
direniş nedeniyle geçiremeyip seçim sonrasında UBP’ye devrettiği Göç Yasası,
2009 yılının sonunda kktc Meclisi’nden geçmiştir. Yasanın mecliste görüşüldüğü
dönemlerde 28 Ekim ve 23 Kasım 2009 tarihlerinde ise sonuçları itibariye ciddi
olaylar yaşanmıştır. Her iki tarihte de meclis önüne kurulan polis barikatlarının
kitlesel bir inisiyatifle yarılarak aşılması sırasında Baraka aktivistleri en
ön sıralarda yerlerini almışlardır. Bu eylemler nedeniyle altı Baraka aktivisti
tutuklanmış, toplamda yedi Baraka aktivistine dava açılmıştır. Halen sürmekte olan davalar boyunca Baraka
aktivistleri egemenlerin hiçbir tehdidinden geri adım atmamış, mahkeme sürecini
mücadelenin devamı olarak kurgulayarak kararlı duruşlarından taviz
vermemişlerdir. Göç Yasası’nın geçirilmesi için Kıbrıs’taki işbirlikçilerine
talimatlar veren TC’nin Kıbrıs sömürge bakanı Cemil Çiçek, Baraka
aktivistlerinin de içinde bulunduğu eylemciler tarafından 15 Kasım sabahı
protestolarla karşılanmıştır.
Baraka’nın
müzik, tiyatro, sinema, şiir vb. etkinliklerin yanında yürütmekte olduğu bu
yoğun politik gündem özellikle ilk dönemler yoğun tartışmaların da konusu
olmuştur. Baraka kültürel alanda örgütlü bir demokratik taban örgütlenmesidir.
Peki kültürel alan, ülkemizde siyasal partilerin bile yürütmekte zorlandığı bu
yoğun politik eylemlilikleri kapsayacak kadar geniş bir alan mıdır? Bu soruya
uzun yıllardan beridir verilen cevap aynıdır: Kültür dahil, yaşam içerisinde
politik olmayan hiçbir olgu yoktur. Bu sebeple yaşamı dönüştürmek isteyen kişi
ve örgütler politik konulara da tepki verebilecek bir anlayışa sahip olmak
zorundadırlar. Elbette Baraka’nın bir kültürel alan örgütü olması, yaptığı
eylemlerin biçimini ve kapsamını da belirlemektedir. Ancak devrimci örgütlenme
kültürel alanın ötesine de uzanan biçimlere ihtiyaç duymaktadır. Barakacılar bu
sınırların farkındadır.
Baraka, Kıbrıslı Türk
halkının yirminci yüzyıl içerisinde yarattığı özgün devrimci örgütlenme
geleneğinin bugünde yaşayan biçimidir. Baraka geçmişin basit bir tekrarı değil
devrimci özü korurken yeni koşulların gereğini yerine getirebilecek bir
donanımla zenginleştirilmiş militan bir kopuştur. Baraka’nın geride kalan on
yılına bakıldığında kolektif liderlik anlayışı ile hareket eden, statülere
değil doğal önderlik yeteneklerine kıymet veren, pratikten gelmeyen hiçbir sözü
ciddiye almayan; disiplinli, kararlı ve neşeli bir yürüyüşün ayak izleri artık
daha net bir şekilde görülüyor. Bu yürüyüş, yasalcılık yanılgısına düşmeyen bir
meşruluk, pratiğin önemini kavrayan bir fiiliyat ve hamasete kaymayan bir
militanlık ile damgalıdır. Kıbrıslı Türk halkının bağımsız ve halkları kardeş
bir Kıbrıs’ta özgürce yaşaması için sınırlı bir insan grubu ile on yıl önce
omuzlanan mücadele; ilkeli, disiplinli ve kararlı ellerde bugün daha yükseklere
taşınıyor. Bu yüzden Baraka; anti-kapitalist, enternasyonalist, dayanışmacı ve
ekolojist bir 21. Yüzyıl Sosyalizmi için, Kıbrıs’ın barış içinde yaşayan özgür
ve eşit halkların ortak vatanı haline getirilmesi için, başka bir kültürü hiç
olmadığı kadar gerçekçi bir alternatif haline getirmek için Kıbrıslı Türk halkının
varoluş kavgasında inkar edilemez bir öneme sahiptir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder