12 Ocak 2011 Çarşamba

Bir Otobiyografi Denemesi (Baraka)



Baraka’nın kuruluş tarihi nedir? Bu soruyu bir defada yanıtlamak neredeyse imkansız gibi… İki ay süren buluşmalarına son noktayı 4 Temmuz 2001 tarihinde koyan bir grup genç, Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği bahçesinde kahve içerken ortak bir metin hazırlayıp imzaladıklarında kurulmuştu belki Baraka. Ama daha ismi yoktu, binası yoktu, gerçi hiçbir zaman ciddiye alınan bir tüzüğü olmadı ama tüzüğü de yoktu. Bu kararın hemen ardından maddi sıkıntıların aşılması için bir dizi faaliyet örgütlendi. Bunların en önemlisi S.O.S. ve Çıkmaz Sokak grupları ile Alkapon ve Emre’nin bedelsiz sahne aldıkları 29 Ağustos 2001’de gerçekleşen dayanışma konseridir. Böylece Baraka’nın artık bir logosu, ilk afişi ve ilk etkinliği vardı ama acaba Baraka kurulmuş muydu? Yoksa bağış makbuzlarının basılması ve bir bina kiralanabilmesi için kampanya başlatılmasıyla mı kuruldu Baraka? Belki de Baraka’nın kuruluş tarihini 1 Nisan 2002’de tamire muhtaç ilk dernek lokalinin kiralanması olarak kabul etmeliyiz. Ya da bu binada 3 Haziran 2002’de gerçekleşen Nazım Hikmet Anması da olabilir kuruluş tarihi.
Peki binanın 17 Temmuz 2002’deki “resmi” açılışına ne demeli? Ama nasıl olur, 17 Temmuz 2002’de binası açılmış olan bu kültür merkezinin kesinlikle bir tüzüğü yoktur daha, üstelik herhangi bir yetkilendirilmiş komite, yönetim veya yürütmeye de sahip değildir. Bunları bırakın, üyeleri bile yoktur bu derneğin! Baraka’yı kuran insanlar, ilk toplantı diyebileceğimiz buluşmalarını binanın açılışından on gün sonra, 27 Temmuz 2002 tarihinde gerçekleştirmişlerdir. Aynı yıl içinde de tüzüklerini yazıp göstermelik de olsa bir yönetim kurulu belirlediklerinde artık kurulmuş saymamız gerekir herhalde Baraka’yı. Gene de bir sorun var: Bu dernek 2002 yılının sonunda ciddi bir bölünme yaşamış, eskilerle yenilerin ayrışması sonucu 1 Ocak 2003’te eski bina terk edilmiş, 1 Mart 2003’te iki küçük dükkandan oluşan yeni bir bina kiralanmış, bu binanın açılışı ise 3 Haziran 2003 tarihinde gerçekleştirilebilmiştir. Taşınmak bir dernek için normal bir şey olarak görülebilir, ama bu taşınma Baraka için ciddi bir dönüm noktasıdır ve taşınmadan önce ile taşınmadan sonra arasında niteliksel farklar vardır. Deyim yerindeyse Baraka yeniden doğmuştur ve birinci değilse bile en azından ikinci kez kurulduğu söylenebilir. Tarihsel olarak incelendiğinde Baraka için net bir kuruluş tarihi söyleyemiyorsak, belki de bu Baraka’nın günümüzde hala kurulmaya devam etmesinden kaynaklıdır.

12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye’de gerçekleşen faşist darbe etkilerini Kıbrıs’ta da göstermekte gecikmedi. 1980’lerin ilk yılları Halk-Der’in çeşitli nedenlerle ortadan kalkmasına sahne oldu. Bunun hemen ardından 1983’te kktc’nin ilanı ve TKP’ye sığınan devrimcilerin 1986 yılından itibaren yüzleşmeye başladığı atılma/istifa süreci devrimci mücadelede ciddi bir ivme kaybına işaret ediyordu. 1990’lı yıllar ise çok daha zorlu ve karanlık geçecekti. 1989’da YKP’nin kurulması herhangi bir devrimci dinamizm yaratmadığı gibi; AB’ci, sosyal demokrat bir sapmaya, yeni şekillenen sol liberal, post-modernist bir fikri kaymaya odak noktası oluyordu. Üstelik kendisine Halk-Der geleneğini sürdürme misyonu biçen Özgürlük Dergisi de SSCB’nin çöküşü ile paralel bir zaman diliminde ortadan kalkıverdi. Yeni bir canlanma umudu ile girişilen Ekin Merkezi deneyimi ise, hem maddi, hem manevi bir fiyaskoyla sonuçlandı. Kadroların bir kısmı İngiltere’ye çalışmaya ve borçları kapatmaya doğru yola çıkarken, kalanlar için örgütlü siyaset de sona ermiş oldu. Geçmişten geriye sadece YKP ve Işık Kitabevi kalmıştı.
1 Mayıs’larda solun toplamda 100-150 kişilik katılıma erişmekte zorlandığı bu zaman diliminde, 3-5 kişilik kahve sohbetleri bile ciddi bir kitlesel eylem niteliği arz etmekteydi. Yeni koşullara uyum sağlayan CTP’nin 1993 yılında küçük ortak olarak hükümete yerleşmesi, fiziksel olarak yıkımın içine doğan ancak moral olarak yıkımı hissetmeyen yeni genç kuşağın arayışlarını şiddetlendiriyordu. CTP hükümetteydi, TKP ulusal sol konumunun doruğunda ve Denktaş’a olabilecek en yakın pozisyonundaydı, YKP ise bildirilerle AB çağrısı ve demokrasi övgüsü yapmanın ötesinde bir varlık göstermiyordu. 1996 yılında Kutlu Adalı cinayeti ile en zifiri noktasına ulaşan bu karanlık; öğrenci eylemleri, Demokratik Gençlik Hareketi, Bağımsız Gençlik Platformu, Çatı Dergisi, Demokrasi İnsan Hakları Hareketi gibi örgütlenme girişimleri ile kırılmaya çalışılıyor ancak başarısızlıklar da ardı ardına geliyordu. Öğrenci eylemleri devletin en üst düzey şiddeti, sınır dışılar ve uzaklaştırmalarla bastırıldı. Demokrasi ve İnsan Hakları Hareketi kendi kendine söndü, 1998’de yayın hayatına başlayan Avrupa Gazetesi de devrimcileri tasfiye ederek oportünist bir çizgiye yerleşti. 2000’li yılların başında yedi sekiz kişiye kadar daralmış bir çekirdek, kendisini müdahale edebilme hayalini bile kuramadığı bir olaylar zincirini izler pozisyonda buldu.
Devrimciler arasında sonradan şiddetli bir ayrılığa neden olacak ilk farklılıklar 2001 yılında filizlenmeye başlar. 80’lerin ve 90’ların yıkımı ile demoralize olmuş eski kuşak artık yüksek siyasetle ilgilenmek istemektedir. Bu çerçevede günlük bir gazete çıkarmak, solun çeşitli kesimleri ile ittifaklar kurmak ve “yeniden doğuş” için fırsat yakalamak onlar için öncelikli hale gelmiştir. Oysa gençler geçmişin yıkımlarını duygusal olarak hissetmiyor ancak ayrımlarını mantıksal olarak haklı buluyorlardı. “Dayanışma başka bir şeydi, ittifak başka bir şeydi.” Üstelik henüz kendisi için örgütsel bir odak yaratmamış olanların başkaları ile ittifaktan faydadan çok zarar umması gerekirdi. Bu yüzden gençler günlük gazete fikrine itiraz koyarlar. Onlar için öncelikli olan; bir kültür merkezi açılması, burada “başka bir kültürün” ete kemiğe büründürülmesi idi. Krizi erteleyen ara formül önerisi eskilerden gelecekti. Ortak bir mekan bulunacak, eskiler bu mekanı gazete için gençler de kültür merkezi olarak kullanacaklardı. Anlaşma bu olmasına rağmen hayat farklı gelişti. Kültür merkezi için gençlerin ardı ardına yaptığı girişimler ortak gündemi belirledi, gazete fikri ise unutulmaya yüz tuttu.
2002 yılı içinde yeni ve daha ciddi bir ayrılık kapıyı çalacaktı. Lefkoşa Türk Belediyesi başkanlığına adaylığını koyan CTP’li Kutlay Erk’in destekçileri arasında eski devrimciler de vardı. Gençler bu durumu benimsemeseler de, herhangi bir müdahalede de bulunmadılar. Artık fiili olarak bir “herkes kendi yoluna” durumu oluşuyor, ilişki yoldaşlıktan arkadaşlığa doğru evrim geçiriyordu. Oysa eskiler için durum hiç de böyle değildi. Onlara göre kendileri CTP’ye ne kadar yakınlaşırlarsa yakınlaşsınlar, yeni kurulan kültür merkezine müdahale haklarında bir değişiklik olamazdı! Annan Planı Kıbrıslı Türklerin politik gündemini hallaç pamuğu gibi atarken, yeni kurulan Baraka Kültür Merkezi kendi iç tartışmalarının girdabına böylece sürükleniverdi. Gençlerin aldığı kararlar kafasına yatmayan eskiler, pragmatik yöntemleriyle kararları lafta onaylayıp fiili olarak etkisiz kılıyorlardı. Bu da ilişkilerdeki gerilimi arttırıyor, kopma noktasına getiriyordu. 2002 yılının ekim ayından aralık ayına kadar süren çeşitli toplantılarda alınan hiçbir karar bu nedenle uygulanamadı. Bunun üzerine gençler Ocak 2003’te fiilen bitmiş ilişkiye son noktayı koydular ve dernek lokalini taşıyarak her türlü teması sona erdirdiler. Yeni bir bina bulmaları ve tekrar faaliyet organize etmeleri altı aylarını alacaktı. Bu arada eski bina eskiler tarafından CTP’li ilişkilerin yuvası haline getirildi. Bu da Baraka ile CTP’nin adının bir süre sağ basında beraber anılmasına neden olacaktı. Oysa CTP Genel Başkanı Ferdi Sabit binaya girmeden çok önce Baraka orayı terk etmişti.
Barakacı devrimcilerin 2002’den 2004’e kadar ülke gündeminin dışına düştükleri doğrudur. Ve bu durum, olabilecek en elverişsiz tarih aralığında meydana gelmiştir. Annan Planı nedeniyle neredeyse herkesin politika ile yatıp kalktığı, gençliğin çok ciddi bir kesiminin politize olduğu, 23 Nisan 2003’te sınırlardaki barikatların kalktığı bir dönemde; 1990’ların gençlik içindeki en aktif kesimi masa sandalye bulmaya, perde dikmeye, kısacası bir mekan yaratmaya odaklandı. Aynı dönemde CTP tekrardan hükümete geldi ve 24 Nisan 2004 tarihinde Annan Planı Referandumları gerçekleşti. Tüm bu süreçte Baraka’nın sesi neredeyse hiç çıkmadı. Baraka aktivistleri 2003 başında feodal ilişkiler dahil altı kişiyi aşmayan bir insan grubuydular ve ne bir politik iddiaya ne de ayakta kalmak dışında herhangi bir umuda sahiptiler. Ama tüm politik partileri kitlesellik anlamında ikiye katlayan dalganın kırıntıları onlara da dokundu. 2003 biterken artık sekiz on kişiyi bir araya getirebiliyorlardı. Bu dönemin Barakacılara bıraktığı en önemli ders ise; parlayıp sönen momentlerde yakalanacak kitleselliğin kalıcı olmayacağı gözlemidir. Bunun yerine Barakacılar küçük kazanımlara, uzun soluklu ve yavaş süreçlere odaklanmayı öğrendiler; hız ve niceliğin yerine, sağlamlık ve niteliği koymayı bir kültür haline getirdiler. Baraka’nın örgütsel modeli işte bu dönemde şekillendi. Herkese açık haftalık toplantılar, toplantıların sadece kararlarının değil konuşulan her şeyin kayıt altına alınması, özerk etkinlik grupları, mali olarak kendi kendine yeten bir örgütsel mekanizma ve kendi dışındaki yapılarla eşit ilişki geleneği gibi birçok özellik bu dönemin ürünleridir.
Baraka kültürel alanın asli bir bileşeni olduğu kadar bir gençlik örgütlenmesidir de. Dernek bünyesinde ilk dönemlerde başlatılan satranç, bilgisayar, okuma-yazma ve Elence gibi ücretsiz kursların yerini, zamanla hem öğrenmeye, kültürel üretime hem de politik aksiyona imkan tanıyan; sinema, okuma, müzik ve tiyatro faaliyetleri almıştır.
4 Ekim 2003 tarihinde “sinemaya seyirci kalmayın” sloganıyla ilk gösterimini yapan İzle-Tartış’ı, Ocak 2004’te Okuma-Tartışma Grupları, Şubat 2004’te Baraka Korosu ve Nisan 2004’te de Baraka Tiyatro Ekibi takip etmiştir. 2011 itibariyle İzle-Tartış Kıbrıs’ın en uzun süreli ve kesintisiz sinema faaliyetidir. Okuma-Tartışma Grupları yüzlerce makale ve onlarca kitabın tartışıldığı herhangi bir eğitmeni olmadan devam eden alternatif bir eğitim odağıdır. Baraka korosu sonradan Sol Anahtarı ismini almış, 2008’de kendi bestelerini de içeren ilk albümünü çıkarmış ve Baraka bünyesinde Soluk isimli yeni bir müzik grubunun doğumuna da yardımcı olmuştur. Sol Anahtarı, 1 Mayıs’larda, 1 Eylül’lerde, eylemlerde ve direnişlerde boy gösteren bir müzik grubu olarak daha şimdiden ülkemiz devrimci müziğinin öncüsü pozisyonuna yerleşmiştir. Baraka Tiyatro Ekibi ise tek perdelik oyunlarla başladığı sahne yaşamını yirmiyi aşkın oyuncusu ile sahneye koyduğu iki perdelik müzikallerle her geçen yıl daha da yükseklere taşımaktadır. BTE, bugün ondan fazla sahne tiyatrosu, eylemler için hazırlanan sokak tiyatroları, yerli ve yabancı yazarların oyunlarına kattıkları yorumlarla kendi seyirci kitlesini yaratmış ciddi bir tiyatro olarak ülkemiz sanatına damgasını vurmuştur. Bu faaliyetlerin yanında Baraka bünyesinde binlerce kitaptan oluşan bir kütüphane, iki bini aşkın belgesel film ve kurmaca, her an kullanıma hazır internet bağlantılı bilgisayarlar ve bireysel veya kolektif çalışmaya uygun bir ortam yaratılmıştır.
Baraka, hapishane filmlerinden oluşan bir festivali yalnız başına örgütlerken, 4 yıldan beridir de onlarca sendikanın dahil olduğu İşçi Filmleri Festivali’nin Kıbrıs ayağının örgütlenmesini sağlamaktadır. 19 Mart 2005 tarihinde KTÖS ile beraber düzenlenen “%100 Barış İçin 100 Film” film gösterimi, daha kalıcı ilişkilere vesile olmuş; aynı yıl Biradada Birarada projesi örgütlenerek Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’tan toplanan barış temalı onlarca kısa film ülkemizin bütün büyük şehirlerinde gösterilmiştir. Gerek başka örgütlerle beraber gerekse de yalnız örgütlenen onlarca şiir gecesi, panel, form, konser ve dinleti ile Baraka kültürel alana tartışmasız bir şekilde adını yazdırmıştır. Üstelik gerek bu faaliyetlerin gerekse de Baraka’nın herhangi bir giderinin tek bir kuruşu bile hiçbir uluslararası fon tarafından desteklenmemiş, Baraka kendisine doğrudan ya da dolaylı olarak yapılan tüm uluslararası fonlanma tekliflerini tereddütsüz bir şekilde reddetmiştir. Baraka aktivistleri ne kariyer yapmak ne de yurtdışı gezilerinde bulunabilmek için kültürel ürün vermektedirler. Tam aksine kolektif üretim, halkına karşı sorumluluk, dayanışma, inanç ve yaptığı faaliyetten zevk almak Barakacıların temel motivasyon kaynağıdır. Kolektif ruh, zaman zaman gerçekleştirilen piknikler, geziler, dayanışma yemekleri, yaz kampları gibi etkinliklerle de pekiştirilmekte; artık büyük bir topluluk haline gelmiş olan Barakacılar böylesi ortak etkinlikler aracılığı ile birbirleri ile tanışmakta, kaynaşmaktadırlar.
Baraka’nın 2002 ayrışmasından sonra kendini yeni toparlamaya başladığı günlerde 31 Temmuz 2003’te “Elekten 3 Gece” isimli bağımsız gençlik festivaline aldığı davet de ortak işler konusundaki eğilimlerinde belirleyici olmuştur. Bölünme sürecinden kaynaklı içe dönük ruh halinin aşılmasında böylesi bir festivalde yer bulmak büyük bir katkı sağlamış, Barakacılar diğer yapılarla beraber olmanın getirdiği deneyimlerle sekterlik batağına saplanmaktan kaçınabilmişlerdir. Bu süreçten sonra Baraka, iş/güç birliği süreçlerinde her zaman tetikleyici bir role sahip olmuştur. Kronoloji bölümünde özetlenen birçok ortak sürecin örgütlenme çağrısı Baraka tarafından yapılmıştır. Aynı şekilde Baraka’nın ilk eylemi de 9 Kasım 2003’te Kıbrıs’ın güneyinden yapılan bir çağrı ile İngiliz Üsleri’nin adadaki varlığına ve doğaya verdiği zarara işaret ederek anti-emperyalizm ile ekoloji mücadelesini birleştiren bir eylem olmuştur. Daha 17 Ağustos 2002 tarihinde Lefke bölgesine düzenlenen gezi ile CMC atıklarını yerinde tespit etmiş bulunan Baraka aktivistleri için ekolojik duyarlılık temel niteliğinde bir değerdir. Bu yüzdendir ki esas ekseni ekoloji olmamasına rağmen gerçekleştirdiği eylemler bakımından ülkemizdeki birçok “çevre” örgütünden daha girişken bir yapıya sahiptir.
Genç devrimcilerin çiçeği burnunda CTP hükümeti ile ilk zıtlaşması da ekolojik temelli bir konudan baş göstermiştir. Açıkçası geleneksel olarak CTP ve onun örgütsel/politik kültürü ile uyumsuzluğu olsa da, Köpek Yarışlarına Hayır Kampanyası’na kadar Baraka ile CTP arasında herhangi bir gerilim yaşanmamıştır. 14 Ağustos 2004 tarihinde start verilen kampanya, Barakacılar için her anlamda bir kırılma noktası olacaktır. İlk kez kamuoyuna çağrı yapan bir pozisyon alıyorlar, hükümetin olumsuz bir uygulamasını eleştiriyorlar, hayvan hakları ile ilgili bir konuda kitlesel inisiyatif örgütlüyorlar, kendileri dışında ona yakın örgütü koordine ediyorlar ve ciddi bir halk desteğini arkalarına alıyorlardı. Mesarya Stadyum’u adındaki köpek yarış pistinin CTP hükümeti tarafından ülkedeki yasal mevzuata aykırı olarak desteklenmesi karşısında Barakacılar stadyumun açılış günü eylem yapmaktan Spor Bakanı ile görüşmeye, imza kampanyasından mahkemede dava açmaya kadar ellerinden gelen her türlü girişimde bulunurlar. Meşru bir mücadele çizgisini fiili eylemle ve militan bir inisiyatifle birleştirirler. Kampanyadan geriye kalan en önemli deneyimler ise; CTP hükümetine karşı sağlıklı bir kuşkuculuk, yasal süreçlerden herhangi bir şey beklememek gerektiğine ve toplumsal muhalefetin çeşitli bileşenlerinin bildiri muhalefeti ile sınırlı tarzına dair bilgilerden oluşuyordu.
Baraka açısından bir diğer önemli kırılma noktası 2005 yılının haziran ayında gündeme gelen Atatürk Öğretmen Akademisi ile Yakın Doğu Üniversitesi arasındaki gerilimdir. CTP bir süreden beridir YDÜ’nün yasadışı okul öncesi öğretmenliği bölümüne göz yummaktadır. YDÜ ise bu bölümü yasallaştırmak istemektedir. Bu amaçla ilgili bölümün öğrencilerine Meclis önünde çadır eylemi yaptırmaya başlayan YDÜ, hükümeti eleştiriyormuş gibi görünmekle beraber aslında CTP’den daha fazla ve daha hızlı bir özelleştirme talep etmektedir. İlginç bir şekilde bu süreci hükümet partisi CTP’ye karşı bir muhalefet olarak algılayan neredeyse tüm sol örgütler YDÜ çadırına destek ziyaretlerinde bulunmaktadır. Buna karşı AÖA öğrencilerinin tepki eylemine sadece KTÖS, KTAMS ve Baraka destek verecektir. Bu eylemlilik süreci Baraka’nın eğitim hakkı mücadelesine ağırlık veren bir politik çizgiye girişinin, AÖA öğrencileri ve KTÖS ile daha yakın bir ilişki tutturmasının da başlangıcı olacaktır. Üstelik CTP’nin sermaye ile yakın işbirliği ve özelleştirmeci karakteri artık Barakacılar için netleşmiştir.
Baraka toplumsal muhalefetin bir bileşeni haline gelip halkın gerçek sorunlarına dair somut işler örgütledikçe istese de istemese de sürekli olarak karşısında CTP’yi bulmaya başlayacaktır. Lefkoşa’nın CTP’li Belediye Başkanı Kutlay Erk 2005 yılı sonunda en önemli parklardan biri olan Kumsal Parkı’nı yol ve otopark haline getirmeyi planladığını açıklar. Bu açıklama bölge halkında ciddi bir huzursuzluk doğurmasına rağmen eylem örgütleme yeteneği olan tüm kadroların CTP içinde olması fiili bir girişimi mümkün kılmamaktadır. Bunun üzerine Baraka aktivistleri Kumsal Parkı’nın otoparka çevrilmesine karşı olduklarını bir bildiri ile duyururlar ve Kumsal Parkını Koruma Komitesi’ne girerek tüm güçleri ile bölge halkının direnişine destek olurlar. Komite kısa sürede ciddi bir kitlesel destek yakalayınca Kutlay Erk projesinden vazgeçtiğini açıklamak durumunda kalacaktır. Özellikle bu eylemlilik ve hemen ardından gelen Belediye seçimlerinde yaşanan hezimet, CTP çevrelerinde Baraka’ya yönelik öfkenin kabarmasına neden olmuştur. Denilebilir ki CTP üst düzey yönetiminde Baraka’nın bir sorun olarak tespit edildiği yıl 2005 yılıdır.
Baraka’dan rahatsız olan sadece hükümetteki CTP değildir. Faşist çevreler de bu sözünü sakınmayan ekipten rahatsız olmaya başlamışlardır. Nitekim 28 Mart 2006 tarihinde ODTÜ Omorfo Kampüsü’nde Baraka Korosu’nun verdiği konserden sonra ülkücü faşistler marşlar eşliğinde salonu kuşatmış, üniversite yönetiminin Baraka’dan kampüsü terk etmesini istemesi üzerine Tiyatro Ekibi sahneye çıkamadan etkinliğe son verilmiştir. Bu olay polisin de ilgisini çekmiş, saldıran değil saldırılan taraf olmasına rağmen Barakacıların ifadeleri alınmıştır.
Barakacıların toplumdan yaygın destek alarak hem şöven güçlere hem de barışçılık kılıfının arkasına saklanarak Egemen Blok’a hizmet eden CTP’ye kafa tuttuğu bir diğer olay da 2006 yılı sonundan başlayarak tırmanan Lokmacı Köprüsü olayıdır. CTP’li Cumhurbaşkanı Talat, Kıbrıslı Elenlerin kabul etmediği söz konusu köprünün yıkılması gerektiğini söyleyince TC Genel Kurmayı’ndan çocuk gibi azar işitmiştir. Bu noktada Baraka gazetelere ilanlar vererek Talat’ın yanında olduğunu ve Lokmacı’daki köprünün yıkılması için harekete geçmesi durumunda Talat’la birlikte köprüyü fiilen sökmeye hazır olduğunu duyurmuştur. Egemenlerle dalaşmak değil onların bir parçası olmak isteyen CTP bürokrasisi ise bu destekten tahmin edilebileceği gibi memnuniyetten çok rahatsızlık duymuştur.
Gerek muhalefet gerek hükümet gerekse de faşistler ile farkları netleşen, söyleyecek sözü olgunlaşmaya başlayan Baraka bir süreden beridir periyotsuz olarak sürdürdüğü yayın faaliyetlerini bu süreçte periyoda oturtarak 1 Mayıs 2006’dan itibaren Argasdi’yi yayınlamaya başlar. Yayın faaliyetleri 8 Haziran 2008’de baraka.cc’nin devreye girmesi ile internete de taşınacak, 2009 yılında da Argasdi Kitaplığı’nın ilk kitabı olan Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi (Halk-Der) yayınlanacaktır.
1 Mayıs 2006 tarihi sadece argasdi’nin periyodik olarak yayınlanmaya başlaması nedeniyle değil CTP ile gerilimin son raddesine varması ile de önem arz eden bir tarihtir. Ancak buna gelmeden 1 Eylül 2005’ten kısaca bahsetmemiz gerekiyor. 8 Mart, 1 Mayıs ve 1 Eylül tarihleri Baraka’nın ajandasında eylem günleri olarak işaretlidir. Baraka aktivistleri 8 Mart 2004’ten itibaren Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde etkinlikler düzenlemeye başlamışlar, ülkemizdeki ilk 8 Mart yürüyüşünü 2010 yılında gerçekleştirmişlerdir. Gene 2004 yılı 1 Mayıs’ından itibaren kendi kortejleri ile alanlarda olmuşlardır. 23 Nisan 2004 referandumlarına kadar 1 Eylüller BMBP’nin organizasyonu ile gerçekleşmiş ve Baraka da 1 Eylül 2004’teki mitinglere Köpek Yarışlarına Hayır Kampanyası’nı örgütleyerek katılmıştır. 2005 yılına gelindiğinde ise BMBP herhangi bir yürüyüş veya miting organize etmeyeceğini sadece bir kapalı salon etkinliği yapacağını duyurur. Bunun üzerine inisiyatif üstlenen Baraka, 1 Eylül 2005’te kendi korteji ile geleneksel 1 Eylül yürüyüşünü gerçekleştirmiştir. Bu yürüyüşün etkileri 2006 yılında gelişen olaylarda da hissedilecektir. Özellikle YKP ile eylem temelinde yakınlaşan Barakacılar, 1 Mayıs 2006 tarihinde “Katil ABD İşbirlikçi CTP” sloganı ile alanı inletmişlerdir. Bu birliktelik aynı yılın 1 Eylül’üne de yansıyınca, Barış Günü’nde sokağa inmeyen CTP ve bağlı örgütlerine inat YKP ile Baraka ortak bir yürütüş düzenlerler. 1 Mayıs 2007 tarihi ise CTP hegemonyacılığının kendini en açık şekilde gösterdiği tarih olarak takvimlerdeki yerini almıştır. Bağlı örgütü Dev-İş aracılığı ile Baraka’ya önceden haber ileten CTP, 1 Mayıs alanında hükümet ve hükümet partileri aleyhinde hiçbir slogan istemediğini bildirir. Baraka, bedeli ne olursa olsun bu yasağa uymayacaklarını açıkça Dev-İş yetkililerine aktarır. Nitekim Baraka 1 Mayıs kortejinden CTP barikatı ile dışlanmaya çalışılınca; KTÖS, YKP, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve üniversite öğrencileri de barikatın arkasına geçerler. Alanın girişinde barikatın kaldırılması ile ciddi bir çatışma önlense de artık CTP’nin de Baraka’nın da safları belli olmuştur. Bir grup CTP güdümlü örgüt Baraka ile ilişkilerini dondurma kararı alır. Ancak bu süreç CTP’nin toplumsal muhalefetin diğer örgütleri ile de bozuştuğu bir döneme denk geldiğinden Baraka’nın ilişki alanı daralacağına genişler. Genel kurullarına CTP MYK’sı tarafından müdahale edilen KTÖS ve KTOEÖS yanında BKP, YKP, KSP ve ilerleyen süreçte Dev-İş’ten atılan DAÜ BİR-Sen gibi örgütler ile Baraka arasında birçok iş/güç birlikleri örgütlenmeye başlar. Olaylı 2007 yılı 1 Mayıs’ından hemen sonra gerçekleşen 1 Eylül 2007; Baraka tarafından 2005’ten beridir örgütlenen 1 Eylül’lerin en kitleseli olur. Birçok sendika ve partinin de katılımı ile 300’ü aşkın bir kitle yürüyünce artık hiçbir işlevi kalmayan BMBP sona erdirilerek Barış Platformu adı altında CTP’den arındırılmış yeni bir oluşuma gidilir. BMBP’ye katılmadığı gibi Barış Platformu’na da AB karşıtlığı nedeniyle katılmayan Baraka yakın temas ve işbirliğinden kaçınmayacaktır.
1 Mayıs 2008 Kıbrıs’ın kuzeyinde uzun yıllardan sonra ilk kez iki ayrı 1 Mayıs mitingine sahne olacaktır. Üstelik devrimcilerin de katıldığı alternatif 1 Mayıs eylemleri, CTP’nin devlet mitinginden çok daha kalabalıktır. Buna karşılık 1 Eylül 2008’de tekrar alanlara inmeye karar veren CTP, bağlı örgütü Barış Derneği aracılığı ile Yeni Türkü konseri düzenler. Ama Barış Platformu’nun Kıbrıslı Elenlerle birlikte düzenlediği barış günü çok daha kitlesel ve coşkuludur. Artık CTP’nin hükümetteki günleri sayılıdır ve sol içinde hiçbir güvenirliliği kalmamıştır. CTP’nin inadı hükümetten düştüğü 2009 yılında da devam edecek bu da 1 Mayıs 2009 ve 1 Eylül 2009 tarihlerinde iki büyük hezimet daha yaşamasına sebep olacaktır. Normalleşme ise hem genel hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin CTP tarafından kaybedilmesinden sonra mümkün olabilmiştir. 1 Eylül 2005’te Baraka tarafından düzenlenen 1 Eylül yürüyüşü ve 1 Mayıs 2007’de CTP tarafından Baraka’ya kurulan barikat, daha sonra gelişen emek ve ekoloji eksenli mücadelelerin de etkisiyle Baraka ve sendikalar arasında sıkı bir ilişkinin gelişmesine vesile olmuştur.
2007 yılı haziran ayında emeklilik yaşını yükseltip kadınlardan gençlere hemen her kesimin kazanılmış haklarını gerileten sözde Sosyal Güvenlik Yasası’na karşı verilen mücadelenin asli bileşenlerinden biri de Baraka’dır. Aynı yılın ağustos ayında Karpaz Milli Parkı’na elektrik hattı çekerek doğal hayatı katledeceğini duyuran CTP karşısında, Sürdürülebilir Çevre Platformu çatısı altında yürütülen muhalefetin temel sürükleyicilerinden biri de Baraka’dır. Baraka 2007 yılından itibaren kültür dernekleri, gençlik örgütleri, partiler, sendikalar, kadın örgütleri ve ekoloji örgütleri ile o kadar çok ortak eylem, etkinlik ve festivale imza atmıştır ki saymakla bitirmek mümkün değildir. Ancak 23 Mart 2008 tarihinde Çağlayan Çocuk Bahçesi’nin adının Ankara Parkı olarak değiştirilmesi nedeniyle Ankara Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek’in katıldığı törene yapılan baskın niteliğindeki protesto özellikle önemlidir. Yaklaşık dört ay boyunca, sağcısından solcusuna tüm Lefkoşalıların yüreği Barakacılarla beraber atmış, bu dört ayda gündemi Baraka belirlemiştir bile diyebiliriz. Öyle ki oluşan kamuoyu desteği karşısında Denktaş dahi kendisini kaleme sarılmak ve Baraka’ya yanıt vermek zorunda hissetmiş, faşistler bir kez daha fiili saldırı yöntemine başvurmak durumunda kalmışlardır. Çağlayan Çocuk Bahçesi’nin tadilatı için yardımda bulunan Ankara Belediyesi Bahçe’nin adının Melih Gökçek Parkı olarak değiştirilmesini önerir. İçerisinde CTP’li üyelerin de bulunduğu Belediye Meclisi ise bir “ara formül” bularak oy birliği ile “Ankara Parkı” isminde karar kılacaklardır.  Lefkoşalıların vicdanında derin bir yara açan bu olayı açılış günü sadece Baraka protesto edecek, ilk kez bir TC yetkilisi Kıbrıs’ta “Gökçek Elini Yakamızdan Çek” sloganı ile karşılanacaktır. Bu olaydan sonra Baraka tarafından kullanılan “Ankara Elini Yakamızdan Çek” ve “Elçilik Elini Yakamızdan Çek” sloganları Kıbrıslı Türklerin eylemlerinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Büyüyen tepki, Baraka aktivistlerinin önderlik ettiği “Asimilasyona Hayır Komitesi”nin topladığı imzaları Belediye Meclisi’ne teslim ettiği toplantıya faşistlerin saldırması ile gazete manşetlerine kadar taşınmıştır. Çağlayan süreci Barakacıların hem UBP’li Belediye Yönetimi’ne, hem uzlaşmacı CTP zihniyetine hem de faşistlere karşı Kıbrıslı Türk halkının varlığını savunan bir örgüt olarak sivrildiği tarihsel bir momenttir.
Diğer yandan 2009 yılı başında gerçekleşen Polis Sınavı’nda başarılı olan birçok Kıbrıslı Türk’ün, TC Elçiliği’nin müdahalesi ile haksız bir şekilde elenmesi halkta ciddi bir tepkiye neden olmuştu. Birçok siyasi çevre tepkisini hükümet ile sınırlı tutarken, olayların esas sorumlusu TC Elçiliği eleştirilmiyordu. Bunun üzerine Baraka’nın çağrısı ile Kıbrıslı Türklerin özgürlükleri için gerekli diyeti ödemeye hazır olduklarını vurgulayan bir eylem organize edildi. Baraka, BKP, YKP ve KSP’nin Elçiliğe yönelik bu protestosu Türkiye medyasında da geniş yer bulmuştur. Seramik bir kolun TC Elçiliği’ne bırakılmasıyla Ömer Seyfettin’in diyet öyküsüne gönderme yapan eylem, bugün hala “kanlı, kesik, kol eylemi” olarak anılmaktadır.
Bu eylemde de görülebileceği gibi kuru basın açıklamalarının ötesine geçen yaratıcı bir protesto geleneği Baraka tarafından gündemde tutulmaktadır. Ülkemizde unutulmuş afişleme, yazılama eylemleri yanında, sokak tiyatrosu, telgraf gönderme, baskın eylem, resmi binaların damından pankart indirme, beleş deniz gibi eylemlerle, Baraka’nın meşru, fiili ve militan tarzı 2004’ten 2011’e doğru ilerleyen süreçte sürekli gelişme göstermiştir. Belki de biraz da bu sebeplerle Barakacılar hemen her eylemlerinde polisin en çok “ilgi gösterdiği” grup haline gelmişlerdir.
CTP’nin 2009 yılı nisan ayında çok sevdiği hükümet konumunu kaybetmesi ile ülke siyasetinde yeni bir dönemin de kapıları aralandı. Bu dönem 2010 Nisan’ında Talat’ın yerine Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesi ile tescillendi. Artık CTP’nin muhalefette UBP’nin ise hükümette bulunduğu yeni koşullar oluşmuş durumda. Ancak Baraka’nın mücadeleci yapısında herhangi bir değişim meydana gelmiş değil. Şimdi UBP eli ile gündeme getirilmeye devam eden neo-liberal ajandaya aynı kararlılıkla karşı duruluyor. Özelleştirme mağduru KTHY çalışanlarının, özelleştirilmeye çalışılan Telefon Dairesi’nin, kapatılmak istenen AÖA’nın öğrencilerinin yanında, Egemen Blok ve TC asker-sivil bürokrasisinin karşısında mücadele devam ediyor. Bu uğurda gerek tiyatrosu gerek müziği gerek bildirisi gerek eylemi ile Barakacı devrimciler Kıbrıslı Türk halkının en genel çıkarlarını kendi şahsi çıkarları bilerek mücadelede öne atılıyorlar. Tutuklamalar, coplamalar, gaz bombaları, davalar ve soruşturmalara rağmen Baraka büyümeye, güçlenmeye, mücadele etmeye ve Kıbrıslı Türk halkı ile özdeşleşmeye devam ediyor.
Baraka’nın eylemlerinde her zaman ayrı bir önemi olan ekolojik duyarlılık, UBP hükümeti dönemine gerçekleşen Dikmen Çöplüğü eylemlerine de damgasını vurmuştur. Çöplükten yayılan gazlarla zehirlenen Hamitköy halkı ile beraber yol kesme, ateş yakma vb. eylemler düzenleyen Baraka aktivistleri, sudan sebeplerle açılan davalara maruz kalmışlardır. 2009 yılı yaz aylarına damgasını vuran eylemler, Barakacıların yeni UBP hükümeti ile de ilk yüzleşmeleri niteliğindedir. Hemen hemen aynı dönemde gündeme gelen yasadışı Kur’an Kursları karşısında da hem sendikalarla beraber kurs baskınlarına hem de gençlik örgütleri ile beraber Bilimsel ve Demokratik Eğitim İnisiyatifi’ne katılan Baraka; aynı anda birçok cephede hem şövenizme, hem dinsel gericiliğe hem polis şiddetine hem de çevre kirliliğine karşı mücadele etmiştir.
2010 yılı Ağustos ayında Anti-Militarist Barış Harekatı çatısı altında gerçekleştirilen ve TC’nin Kıbrıs’taki askeri varlığını eleştiren konserde Türkiye’den protest müzik grubu Bandista ve Baraka Müzik Topluluğu Sol Anahtarı birlikte sahne almış, bu birliktelik çerçevesinde düzenlenen eylemlerde ise Barakacılar her zaman en önde olmuşlardır.
2009 ve 2010 yıllarının emek gündemini tartışmasız bir şekilde belirleyen olaylar ise Göç Yasası çerçevesinde gelişmiştir. CTP’nin hazırladığı ancak toplumsal direniş nedeniyle geçiremeyip seçim sonrasında UBP’ye devrettiği Göç Yasası, 2009 yılının sonunda kktc Meclisi’nden geçmiştir. Yasanın mecliste görüşüldüğü dönemlerde 28 Ekim ve 23 Kasım 2009 tarihlerinde ise sonuçları itibariye ciddi olaylar yaşanmıştır. Her iki tarihte de meclis önüne kurulan polis barikatlarının kitlesel bir inisiyatifle yarılarak aşılması sırasında Baraka aktivistleri en ön sıralarda yerlerini almışlardır. Bu eylemler nedeniyle altı Baraka aktivisti tutuklanmış, toplamda yedi Baraka aktivistine dava açılmıştır.  Halen sürmekte olan davalar boyunca Baraka aktivistleri egemenlerin hiçbir tehdidinden geri adım atmamış, mahkeme sürecini mücadelenin devamı olarak kurgulayarak kararlı duruşlarından taviz vermemişlerdir. Göç Yasası’nın geçirilmesi için Kıbrıs’taki işbirlikçilerine talimatlar veren TC’nin Kıbrıs sömürge bakanı Cemil Çiçek, Baraka aktivistlerinin de içinde bulunduğu eylemciler tarafından 15 Kasım sabahı protestolarla karşılanmıştır.
Baraka’nın müzik, tiyatro, sinema, şiir vb. etkinliklerin yanında yürütmekte olduğu bu yoğun politik gündem özellikle ilk dönemler yoğun tartışmaların da konusu olmuştur. Baraka kültürel alanda örgütlü bir demokratik taban örgütlenmesidir. Peki kültürel alan, ülkemizde siyasal partilerin bile yürütmekte zorlandığı bu yoğun politik eylemlilikleri kapsayacak kadar geniş bir alan mıdır? Bu soruya uzun yıllardan beridir verilen cevap aynıdır: Kültür dahil, yaşam içerisinde politik olmayan hiçbir olgu yoktur. Bu sebeple yaşamı dönüştürmek isteyen kişi ve örgütler politik konulara da tepki verebilecek bir anlayışa sahip olmak zorundadırlar. Elbette Baraka’nın bir kültürel alan örgütü olması, yaptığı eylemlerin biçimini ve kapsamını da belirlemektedir. Ancak devrimci örgütlenme kültürel alanın ötesine de uzanan biçimlere ihtiyaç duymaktadır. Barakacılar bu sınırların farkındadır.
Baraka, Kıbrıslı Türk halkının yirminci yüzyıl içerisinde yarattığı özgün devrimci örgütlenme geleneğinin bugünde yaşayan biçimidir. Baraka geçmişin basit bir tekrarı değil devrimci özü korurken yeni koşulların gereğini yerine getirebilecek bir donanımla zenginleştirilmiş militan bir kopuştur. Baraka’nın geride kalan on yılına bakıldığında kolektif liderlik anlayışı ile hareket eden, statülere değil doğal önderlik yeteneklerine kıymet veren, pratikten gelmeyen hiçbir sözü ciddiye almayan; disiplinli, kararlı ve neşeli bir yürüyüşün ayak izleri artık daha net bir şekilde görülüyor. Bu yürüyüş, yasalcılık yanılgısına düşmeyen bir meşruluk, pratiğin önemini kavrayan bir fiiliyat ve hamasete kaymayan bir militanlık ile damgalıdır. Kıbrıslı Türk halkının bağımsız ve halkları kardeş bir Kıbrıs’ta özgürce yaşaması için sınırlı bir insan grubu ile on yıl önce omuzlanan mücadele; ilkeli, disiplinli ve kararlı ellerde bugün daha yükseklere taşınıyor. Bu yüzden Baraka; anti-kapitalist, enternasyonalist, dayanışmacı ve ekolojist bir 21. Yüzyıl Sosyalizmi için, Kıbrıs’ın barış içinde yaşayan özgür ve eşit halkların ortak vatanı haline getirilmesi için, başka bir kültürü hiç olmadığı kadar gerçekçi bir alternatif haline getirmek için Kıbrıslı Türk halkının varoluş kavgasında inkar edilemez bir öneme sahiptir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder