* Annan Planı dönemi ardından, Kıbrıs yine
Türkiye gündeminde. O zaman AKP ve onu destekleyen kesimler tarafından
'kahraman' olarak görülen, sempatiyle bakılan kitle ile, bugün 'hain' denilen
kitle aslında aynı kitle değil mi?
Soruya cevap vermeden önce bir küçük hatırlatmada bulunayım. 2000’li yılların başında Kıbrıs’ın kuzeyinde ortaya çıkan hareketlilikler kitlesel mitingler Annan Planı’ndan biraz daha önce başlamıştır. Bankaların iflas etmesi ile birlikte kktc Meclisi kitleler tarafından basılmış ve o dönemki ismiyle Avrupa Gazetesi yazarlarının sudan gerekçelerle tutuklanması üzerine mitingler süreci başlamıştır. O tarihlerde 10-15 bin kişilik mitingler örgütlenebiliyordu. Ki Kıbrıs şartlarında bu çok yüksek bir rakamdır. UBP-TKP hükümetinin istifa etmesi ile durdurulamayan hareketlilik, kendini sendika, parti ve demokratik kitle örgütlerinin buluştuğu Bu Memleket Bizim Platformu çatısı altında ifade etmeye başlamıştır. Annan Planı’nın taraflara sunulması ve görüşme sürecinin hızlanması ile birlikte bu halk hareketliliği BMBP tarafından Annan Planı’na doğru yöneltilmişti. Yani hareketlenmenin nedeni Annan Planları değildi. Ama Annan Planları gibi somut hedeflerin ortaya çıkması ile birlikte kitleselliğin de katlanarak arttığını söyleyebiliriz. Annan Planlarının gündemde olduğu süreçte mitinglere katılan kitlenin 50-60 bin kişiye kadar yükseldiği söylenebilir.
Soruya cevap vermeden önce bir küçük hatırlatmada bulunayım. 2000’li yılların başında Kıbrıs’ın kuzeyinde ortaya çıkan hareketlilikler kitlesel mitingler Annan Planı’ndan biraz daha önce başlamıştır. Bankaların iflas etmesi ile birlikte kktc Meclisi kitleler tarafından basılmış ve o dönemki ismiyle Avrupa Gazetesi yazarlarının sudan gerekçelerle tutuklanması üzerine mitingler süreci başlamıştır. O tarihlerde 10-15 bin kişilik mitingler örgütlenebiliyordu. Ki Kıbrıs şartlarında bu çok yüksek bir rakamdır. UBP-TKP hükümetinin istifa etmesi ile durdurulamayan hareketlilik, kendini sendika, parti ve demokratik kitle örgütlerinin buluştuğu Bu Memleket Bizim Platformu çatısı altında ifade etmeye başlamıştır. Annan Planı’nın taraflara sunulması ve görüşme sürecinin hızlanması ile birlikte bu halk hareketliliği BMBP tarafından Annan Planı’na doğru yöneltilmişti. Yani hareketlenmenin nedeni Annan Planları değildi. Ama Annan Planları gibi somut hedeflerin ortaya çıkması ile birlikte kitleselliğin de katlanarak arttığını söyleyebiliriz. Annan Planlarının gündemde olduğu süreçte mitinglere katılan kitlenin 50-60 bin kişiye kadar yükseldiği söylenebilir.
Sorunuza dönersek; evet, 2000’li yılların başında AKP ve
onu destekleyen kesimler tarafından kahraman olarak görülen kitle ile bugün
“hain” denilen kitle temelde aynı kitledir. Küçük bir farkla ki Annan Planları
döneminde ilkokul çağında olan çocuklar bugün gençlik çağlarını
yaşamaktadırlar. Bu çocuklar “mitingler efsanesi” ile büyümüş ve 28 Ocak’ta
meydanı dolduran 30 bin kişinin ağırlıklı bir kesimini teşkil etmektedirler. Annan Planı mitinglerinin ana gövdesini
oluşturan kitleler ise bazı sebeplerde (temelde CTP’ye küskünlükten) 28 Ocak’ta
tam anlamı ile mobilize olmadılar. Ancak 28 Ocak’taki kitlesellik, CTP’nin
kitle üstünde henüz hegomonya kurmamış olduğunun görülmesi ve AKP kurmaylarının
son açıklamaları ile Kıbrıs’ta çok daha kitlesel eylemler beklenebilir. Tabii
buna karşılık seçim partilerinin (TDP, CTP, DP), hükümetin (UBP) ve AKP’nin de
planları vardır mutlaka. Gelişen süreçte neler olacağını hep birlikte
göreceğiz.
* Türkiye yöneticileri 'marjinal', 'Rumcu', 'provokatör' grupları suçluyor. Siz peki kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? 70'lerin sonu ve 80'lerde Kıbrıs'ın Kuzeyinde sol muhalefeti oluşturan kuşak 74 Kuşağı olarak adlandırılabilir mi? Sizin oluşturduğunuz kuşak da Annan Kuşağı olarak adlandırılabilir mi? (aynı zamanda bu konuyu araştırıp yazan biri olduğunu belirtiyoruz tabii!)
Gerek Türkiye’deki gerekse de Kıbrıs içindeki egemenler ve onların işbirlikçileri 1950’lerden beridir, kendilerini eleştiren her kesimi “Rumcu” olarak tanımlamışlardır. “Provokatör” ve “marjinal” sıfatları ise bu tanımlara CTP’nin sunduğu özgün bir katkı olarak değerlendirilmeli.
Açıkçası Kıbrıs’ta “Rumcu” sıfatının çok dar bir
milliyetçi çevre dışında artık önemsenmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu
sıfat o kadar çok kullanıldı, o kadar suistimal edildi ki artık kimse
tarafından ciddiye alınmıyor. Üstelik çok büyük bir kesim tarafından alaya dahi
alınıyor. Marjinalllik ve provokatörlük ise dediğim gibi CTP’nin sürece özgün
katkısıdır. CTP’ye göre en azından barajı geçecek kadar oy toplamayan
hiçkimsenin demokratik hakkını kullanarak eylem yapmaması gerekir. Çünkü
yapacağı eylemler “marjinal” eylemler olacak, üstelik CTP siyasaları ile
çeliştiği veya bu siyasaları engellediği oranda da “provokatörlük” anlamına
gelecektir. Bu tam anlamıyla
anti-demokratik ve hegomonyacı ve baskıcı bir anlayıştır.
28 Ocak mitinginde çeşitli talepler içeren pankartlar
açılmıştır. Bunların oluşturduğu yelpaze “UBP hükümetinin uygulamakta olduğu
paket”ten başlayarak; “UBP hükümeti”, “AKP hükümeti” ve “Ankara hükümetlerinin
tümü”ne kadar uzanan bir çeşitliliktedir. Aslında sorunun temelinin Kıbrıslı
Türklerin siyasal, ekonomik her türlü iradesine
Ankara hükümetleri tarafından ipotek konulmuş olması olduğunu herkes biliyor.
Bunu bize marjinal diyen CTP de, “Rumcu” diyen AKP de biliyor. Bu durumun ifade
edilmesinden AKP yapısal olarak rahatsızken, CTP de hükümete gelmesini imkansız
kılacağı için “taktiksel” olarak rahatsız. Ancak geniş halk kitlelerinin böyle
kaygıları olmadığı için Ankara’yı hedef alan pankartların arkasında ciddi bir
birlik oluştu. Öyle ki benim de örgütlü bulunduğum Baraka kültür Merkezi’nin
“Ankara Elini Yakamızdan Çek” pankartı bugün CTP’li kitlelerin temel sloganı
haline gelmiş durumda. Tabii bunun konjonktürel bir şey olduğu yadırganamaz.
Ancak “Ankara”nın temel sorunumuz olduğunun Kıbrıslı Türkler arasında marjinal
bir fikir olmadığı da aklı başında hiçkimse tarafından reddedilemez.
Biz kendimizi devrimci olarak tanımlıyoruz. Kıbrıs
halklarının hem kendi arasında hem de (Türkiye dahil) tüm dünya halkları ile
kardeşliğini ayrıca da Kıbrıs’ın bağımsızlık temelinde yeniden birleşmesini
savunuyoruz. En genel hatları ile siyasal bakışımız bu yöndedir.
Kıbrıs’ta kuşaklar üzerinden bir siyasal tarif yapmak
gerekirse “Ankara”yı temel mücadele hedefi olarak tanımlayan kuşağın daha çok
Annan Planı Kuşağı olarak tanımlanabileceğini söyleyebiliri. 74 kuşağı soğuk
savaş döneminin, Kıbrıs’ta bölünmenin yarattığı sıkıntıların ve Denktaş
baskısının en acımasız olduğu dönemlerin hatıraları ile damgalıdır. Belki de bu
sebeplerden doğrudan doğruya Ankara ile dalaşmak yerine dolaylı taktiklere daha
çok meyillidir. Bunların sonucu olarak da eylemlerin sürükleyicisi gençlerdir.
Ancak bu tanımlar mutlak ve sızdırmaz tanımlar değil. Yıldırım Türker’in
sevdiğim bir tabiri ile “bütün kuşaklardan sağ kalanlar kara kuşaktır”.
Kıbrıs’ta Toplumsal Varoluş Mücadelesinin ana sürükleyicisi, bütün kuşaklardan
sağ kalan bu kara kuşaktır işte.
* Türkiye yetkilileri sürekli olarak yüksek maaş, yılda 13 (hatta Çiçek 14 dedi!) maaş alındığı doğru mu? Geçim sıkıntısı olduğu yalan mı? Bir kamu çalışanı olarak, bu durumu anlatır mısınız?
Ben aynı zamanda bir kamu emekçisiyim. Yorum yapmadan önce olguları ortaya koyalım: Kıbrıs’ta kamu emekçileri arasında 14 maaş alan birisi yoktur. Evet 13 maaş olayı gerçektir. Ancak söylendiği gibi 10 bin TL maaştan söz edilemez. Kamuya girişte (kadrolu çalışanlar için) başlangıç maaşları 1250 (ilkokul), 1350 (lise), 1450 (üniversite) ve 1500 (öğretmenler) TL’dir. En yüksek maaş ise Cumhurbaşkanı’nın maaşıdır ki o da 8-9 bin TL aldığını açıkladı.
Kıbrıs’ın kuzeyinde çok ciddi bir geçim sıkıntısı vardır.
Elbette bu geçim sıkıntısını Türkiye ile kıyaslayarak anlamaya çalışırsanız,
Tayyip Erdoğan’ın mantığını aşmanız mümkün değildir. Bir kere Kıbrıs’ta benzin
ve mazot fiyatlarının dışında neredeyse her şey Türkiye’den daha pahalıdır.
Üstelik kamusal sağlık, eğitim, ulaşım ve barınma politikaları iflas etmiş
durumdadır. Tarım ve hayvancılık (köy hayatı) neredeyse yoktur bu sebeplerle de
kentsel yoksulluğu sübvansiye edecek bir feodal rezerv mevcut değildir.
Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu orta sınıf veya küçük burjuva diye
nitelenebilir. Ama zengin, rahat, tembel vs. diye nitelenemez.
Son 25 yıldır (1986 tarihihinde Özal ile başlayan)
neo-liberal paketler ise mevcut durumu daha da kötüleştiren bir içeriktedir. Kamuda
biraz önce sözünü ettiğim maaşlar son bir yılın içinde ciddi bir gerileme
gösterdiği, emeklilik yaşı arttırıldığı ve birçok temel hak (fazla çalışma
ödeneği vb.) geriletildiği halde şimdi hedeflenen, maaşlarda yeni bir kesinti
dalgası, emeklilik yaşının bir kez daha yükseltilmesi ve her türlü ek menfaatin
(yolluklar vb.) ortadan kaldırılmasıdır. Dahası kamuya kadrolu olarak girenler
için söz konusu edilebilecek bu haklar, sözleşmeli, geçici, hizmet alımı gibi
kategorilerde çalışanlar için zaten mevcut değildir. Son 3 yıldır kamuya
kadrolu istihdam yapılmadığını söylersem, kamudaki çalışanların durumunu belki daha
net ifade etmiş olurum. Bugün AKP kurmaylarının sözünü ettiği gelirler kadrolu
çalışanlar için bile geçerli değilken, kamuda kadrolu çalışmanın giderek bir
istisna haline geldiği gerçeği düşünüldüğünde tam bir yalan haline
dönüşmektedir.
Diğer yandan 28 Ocak’ta gerçekleşen Toplumsal Varoluş
Mitingi’ne sadece kamu emekçileri değil halkın neredeyse her kesimi
katılmıştır. 12 bin kamu emekçisinin olduğu bir ülkede 30 bin (bazı kesimlere
göre 40 bin) kişilik bir mitingten söz ediyoruz. Bu kitlenin içinde emeklilik
yaşının arttırılmasından, maaşların düşürülmesinden, sendikal hakların
geriletilmesinden etkilenecek liseli ve üniversiteli gençler vardır. Bu
kitlenin içinde sağlık ve eğitim politikalarının neredeyse tamamen
özelleştirilmesi sonucunda kendilerine dayatılan toplumsal rolleri gereği daha
fazla ezilen kadınlar vardır. Bu kitlenin içinde Türkiye’den dayatılan ekonomik
politikalar sonucunda kitleler halinde iflas eden esnaflar vardır. Bu kitlenin
içinde son üç yıldır neredeyse hiç artmayan asgari ücret ve sürekli düşen kamu
maaşları yüzünden, kendi maaşları ve hakları gerileyen özel sektör çalışanları
vardır. Bu kitlenin içinde neredeyse bitmiş olan tarım ve hayvancılığın son
temsilcileri vardır. Bu kitle nerdeyse Kıbrıslı Türk halkının en çok canı yanan
kesimini temsil etmektedir.
Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde uygulanmaya çalışılan
politikalar ekonomik, dinsel ve siyasal tepkiler üretiyor. Telefon Dairesi’nin
özelleştirilmesi, Elektrik Kurumu’nun (üretim, dağıtım ve faturalama)
özelleştirilmesi, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin özelleştirilmesi, tarımsal
üretimi destekeleyen son kurum olan Kooperatif’in Kıbrıslı Türklere ait en
önemli değer olan bankası ile beraber özelleştirilmesi gündemdedir. Tüm bunlar
Kıbrıslı türkleri çok endişelendiriyor. Üstelik bugün kktc’de okuldan fazla
cami vardır ve son pakettte onlarca cami daha yapılması, Kur’an kursları
düzenlenmesi, külliye yapılması gibi hedefler konulmuştur. Kıbrıslı Türklerin
kendilerine özgü bir din algılayışları ve pratikleri vardır. AKP’nin temsil
ettiği İslam’ın sünni yorumu bizim yaşam tarzımıza uygun değildir. Bunun
baskıcı ve dayatmacı bir şekilde uygulanması da varlığımıza yönelik ciddi bir
tehdit olarak ortaya çıkmaktadır. Siyasal açıdan ise Kıbrıslı Türkler artık
kendi kendilerini yönetmek, kendi yanlışlarını yapıp kendi doğrularını bulmak
istiyorlar. Ankara’dan vesayet alan, “mühür kimdeyse süleyman o dur” anlayışına
dayalı, dıştan güdümlü bir topluluk olmak istemiyorlar. Nüfus yapısının
değişmesinden, siyasal erkin ellerinden kaymasından, bir halk olarak sürekli
aşağılanmaktan rahatsızdırlar.
Kısacası Kıbrıslı Türkler saygın, eşit ve onurlu bir halk
olarak var olmak, Türkiye egemenlerinin (ister iyi ve doğru isterse de yanlış
olsun) talimatları ile idare edilmemek istiyorlar. Ve bunun maaşların kaç para
olduğundan öte bir siyasal anlamı vardır. Bugün Kıbrıs’ta yaşam standardı
Türkiye’de olduğundan daha iyidir. Umarız ki Türkiye emekçilerinin mücadelesi
ile bu standart Türkiye’de de daha iyi olacaktır. Ancak onurlu ve Türkiye’ye
kafa tutan bir idare altında Kıbrıslı Türkler çok daha olumsuz bir yaşam
standardına razıdırlar. Türkiye’nin hem “ben yöneteceğim” hem de “yaşam
standardınızı aşağıya çekeceğim” şeklindeki yaklaşımı ise öfkeden başka bir
duygu doğurmamaktadır.
Bu bağlamda şunu da eklemek istiyorum, Türkiye’de
Kıbrıslı Türklerin maaşlarının konuşulmasından, Tayyip Erdoğan’ın kameralar
önünde başbakanımıza maaşını sormasından, Cemil Çiçek’in Kıbrıs’ı Türkiye’deki
belediyelerle karşılaştırmasından, AKP kurmaylarının “paranızı biz veriyoruz”
şeklindeki açıklamalarından “besleme” sözünden dolayı oluşan hava Kıbrıslı
türklerin onurunu zedeliyor. İster maaşlarımız yüksek olsun isterse de düşük
olsun. Açıkçası bu kimseyi ilgilendirmez. İster yaşam standardımız yüksek olsun
isterse de düşük olsun bu da kimseyi ilgilendirmez. Biz miting yapıp Türkiye’ye
“daha çok para gönder” deseydik, o zaman Türkiye yöneticilerinin maaaşlarımızı
konu yapmaya hakkı olurdu. Oysa Türkiye yöneticilerinin rahatsız olduğu
taleplerimiz “Ankara Ne Paranı, Ne Memurunu ne de Paketini İstemiyoruz”,
“Ankara Elini Yakamızdan Çek”
şeklindedir. Sana “paranı istemiyorum” diyen bir topluluktan rahatsız
olup ondan sonra da ne kadar çok para gönderdiğini sayıp dökmek gerçekten
körleri sağırları oynamaktır.
* Rum bayrağı meselesi?
“Rum bayrağı” olarak nitelenen bayrak Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağıdır. Mitingte bazı kesimler tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti Bayrağı açıldığı doğrudur. Bazı kesimler tarafından da Türkiye ve kktc bayrakları açılmıştır. Siyasal olarak Kıbrıslı Türkler, içerisinde bulundukları sıkıntılı döneme dair çeşitli stratejiler geliştiriyorlar ve farklı kesimlerin stratejileri bizim kitlesel hareketimiz içinde tartışılıyor. Türkiye’ye “iyi bir yavru olmak ve anavatanımızın öğütlerini harfiyen uygulamak” gibi bir stratejiye sahip olanlar gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönerek orada var olan “haklarımızı” tekrar talep etmek gibi bir talep de söz konusudur. İşte ilk sözünü ettiğim kesim TC-kktc bayrakları açarken ikinci sözünü ettiğim kesim de Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı açmıştır. Ancak farklı fikirler bu kadarla sınırlı değildir. AB’ye girişi kurtuluş olarak görenler de “halkları kardeş ve bağımsız bir Kıbrıs”ı hedefleyenler de vardır. Biz Baraka olarak AB’yi de, anavatan-yavruvatan ilişkilerini de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşü de olumlu veya istenir bulmuyoruz. Biz toprağı bütün ve bağımsız bir Kıbrıs’ta tüm dünya halkları ile eşit ilişkilere sahip olarak onurumuzla yaşamak istiyoruz. Ancak insanların kendi siyasal stratejilerini ifade etmelerinden de rahatsız değiliz. Fikrimizce ulusal bayrakların (hangi bayrak olursa olsun) açılması olumlu değilse de Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağını gerekçe göstererek Kıbrıslı Türkler üzerinde baskı kurmaya çalışmak da hegomonyacı bir yaklaşımdır.
Açıkçası bu soruyu soran Vakit veya Akşam gazetesi olsa
farklı bir cevap verirdim. Express’in ortaya çıkan tartışma başlıklarına dair
Türkiye kamuoyunda bizim fikirlerimizin de duyulması niyetiyle sorduğunu
bildiğim için böyle bir cevap veriyorum. Yoksa benim halkım kendi iradesini
elde etmek için ayağa kalkmışken, benim karşı çıktığım bir siyasal strateji
dahi olsa, kendi ülkesinin hegomonyacı, dayatmacı ve fetihçi algısına dair
mücadele yürütmeyen bir egemen ülke temsilcisi tarafından, halkım arasında
bulunan farklı fikirlerden birisine dair sorgulanmayı hakaret kabul ederim.
Kıbrıslı Türkler Türkiye tarafından idare edilmek istemiyorlar. Bu bu kadar
basit ve nettir. Türkiye’de bilinmesi ve savunulması gereken de budur. Nasıl ve
ne şekilde bir idare kuracağımız bizim kendi aramızda hala yürüttüğümüz
tartışmaların sonunda şekillenecektir. Ancak kuracağımız idarenin biçimi
Türkiye’de beğenildiği için değil, farklı bir halk olduğumuz ve kendi kendimizi
yönetme hakkına sahip olduğumuz için desteklenmek istiyoruz.
* 52 yıl önce de bir 28 ocak olayı var. İki 28 Ocak size neler çağrıştırıyor?
28 Ocak 1958 TMT tarafından tertiplenen bir komplodur. Bu komplonun baş mimarlarından birisi de Denktaş’tır. Gazetelerde verilen kasıtlı yanlış bilgilerle Kıbrıslı Türkler sokaklara dökülmüş, Türkiye ile bütünleşme ve TAKSİM taleplerinin kabul edildiği yanılgısına düşürülmüş ve İngiliz Sömürge İdaresi tarafından ölümlere de yol açan bir şiddetle bastırılmışlardır. Daha sonra Denktaş’ın kendisi “bu şehitler bize lazım onlar sayesinde TAKSİM’i elde edeceğiz” diyerek ne kadar da biliçli bir manipülasyon gerçekleştirdiğini itiraf etmiştir. Aslında provokasyon diyebileceğimiz net olaylardan bir tanesi 28 Ocak 1958 olaylarıdır. Açıkçası 1950’lerin ortasına kadar Türk Dış Politikası ile uyum içinde ve kendi ifadeleri ile “adil İngiliz İdaresi’nin devamını” talep eden, İngiliz işbirlikçisi asalak yukarı sınıfımızın, İngiliz vesayetinden Türk vesayetine geçtiğini simgeleyen bir tarihtir 28 Ocak 1958. Oysa kktc egemenleri tarafından hala anti-emperyalist bir gün olarak anılmaktadır. O tarihte ölen, yaralanan insanlarımıza saygı bir yana, bu tarihte gerçekleşen olayların İngiliz Sömürge İdaresi ile koordineli olarak planlandığına dair bulgular da vardır. Kısacası Kıbrıs’ta ABD çıkarları ile uyum içinde hareket eden EOKA-Yunanistan bloğunun karşısında İngiliz çıkarları ile uyum içinde hareket edecek bir Türkiye-TMT bloğunun örgütlendirilmesi girişimidir 28 Ocak 1958.
Mitingin tarihini 28 Ocak 2011 olarak belirleyen Sendikal
Platform bence bu tarihsel arka planı görmezden gelerek, sağ kesimi de mücadeleye
dahil etmek için gereksiz bir taktiksel manevra yapmıştır. Amaç “28 Ocak’ta
İngiliz’e başkaldırdığımız gibi şimdi de Toplumsal Varoluşumuz için
ayaklanıyoruz” ngibi bir mesajı bilinç altından vermekti. Oysa resmi çevrelerde
övülüyor dahi olsa 28 Ocak 1958 halkımızın kolektif bilinçaltında olumlanan bir
tarih değildir. Birisi parçalı da olsa çeşitli talepler çerçevesindeörgütlenmiş
gerçek bir halk hareketi iken, diğeri halkın galeyana getirilerek kutlamaların
kana bulanması olayıdır. İki 28 Ocak arasında herhangi bir ilişki kurulması
bence mümkün değildir.
* 50'li yıllarda da "Rumcu, solcu" diye insanlar suçlanıyordu. Amaç Rum - Türk ortak sınıf mücadelesini engellemek miydi? Cemil Çiçek, "biz pankartı açanlara değil, ona müdahale etmeyen kardeşlerimize kırgınız" derken aslında tehlikeli, bir provokasyona yol açabilecek, bir konuşma yapmış olmuyor mu? Kıbrıslı gençler olarak Türkiye kökenli gençlerle ilişkileriniz nasıl? Protestoya katılan Türkiye kökenli insanlardan söz edebilir miyiz?
Böl – yönet taktiği her zaman egemenlerin çantasında bulunan, binlerce yıllık baskı tarihinden süzülerek gelmiş etkin bir taktiktir. Kıbrıs bu bakımdan zengin deneyimlere sahip bir uygulama coğrafyasıdır. 1940’lardan başlayarak sendikaların etnik temelde ayrılması, daha sonra Türklük – Elenlik temeldinde bir ayrışma ile adanın bölünmesi tarihsel örneklerdir. Güncel olarak ise kamu emekçileri ile özel sektör emekçileri arasında ayrımlar yaratılmaya çalışılıyor. Veya var olan farklılıklar büyütülmeye çalışılıyor diyelim. Bu stratejinin gelinen süreçte başarısız olduğu görüldü. 28 Ocak mitingine özel sektör ve esnaftan çok ciddi bir katılım gerçekleşti. Şimdi sizin de vurguladığınız gibi “Türkiyeli-Kıbrıslı” ayrımı, çatışması yaratmaya çalışıyorlar.
Öncelikle 28 Ocak mitingilen katılmış çok ciddi sayıda
Türkiye kökenli göçmen insandan söz etmek gerekiyor. Türkiye’den Kıbrıs’a
yerleşmiş ve geleceğini Kıbrıs’ta gören kitle de gerek ekonomik, gerek siyasal
gerekse de dini olarak AKP’nin politikalarından rahatsızdır. Bu bağlamda sendikaların
bu mücadeleyi yürütürken yapay farklılıkların oluşmasına izin vermemesi çok
önemlidir.
İkincisi bir “Türkiyeli-Kıbrıslı” çatışmasının AKP’ye ne
kadar yarayacağı tartışmalıdır. Böylesi bir sürece girilirse, pandoranın kutusu
açılırsa, çağırdığı şeytanlara hükmedemeyebilir AKP ve sonuçta da Türkiyenin
Kıbrıs’taki etkinliğinin tamamen sona ermesi bile söz konusu olabilir. Kıbrıs
herhangi bir coğrafya değil ve buradaki faktörler o kadar varyasyona sahip ki,
ABD ve İngiiltere gibi emperyalist sömürgecilikte uzman özneler bile zaman
zaman kontrol edemeyecekleri güçleri açığa çıkartarak sıkıntılı dönemler
geçirdiler.
Ancak elbette sonuç ne olursa olsun bize göre Türkiye’den
göç etmiş kitle de Kıbrıslı Türk halkının bir parçasıdır. Halkımızın içten bölünmesi,
Türkiye için olumsuz sonuçları olur veya olmaz, her halükarda bizim için
olumsuz olur. Biz Baraka olarak göçmenlere yönelik dışlayıcı değil kapsayıcı
bir politik hatta sahibiz. Kıbrıslılık adına Türkiye kökenli insanları dışlayan
yaklaşıma olumsuz bakıyor ve eleştiriyoruz. Diğer yandan bünyemizde ciddi
oranda 2. Kuşak göçmen genç vardır. Ancak bunlar Kıbrıs’ın bütününü
etkileyebilecek şeyler değil. Göçmen kitleler ile daha kitlesel temelde bir
bütünleşme gereklidir. Bu sadece Baraka’nın yapabileceği bir şey değil. Bu
sendikaların, partilerin, demokratik kitle örgütlerinin ciddi ciddi kafa
yorması gereken bir şey. Üstelik salt AKP bu kitleyi üzerimize saldırtmasın
kaygısından dolayı da değil, Kıbrıs’taki emekçi kesimin çok büyük bir çoğunluğu
da göçmenlerden oluştuğu için...
Açıkçası toplumsal muhalefetin Türkiye’li göçmenlere
yönelik özel bir olumsuz yaklaşımı yok. Ama yeterli bir olumlu yaklaşımın da
varlığından söz edemeyiz. Özellikle günlük hayatta göçmenlere yönelik yanlış
tavır ve yaklaşımların değiştiirlmesi için önemli bir ideolojik-politik çaba
gerekiyor. İdeolojik olarak emek-insan temelli bir kardeşlik vurgusu, ırkçılık,
milliyetçilik karşıtı bir kültür ve devlet ile insanı birbirinden ayırmayı
hayati önemde gören bir hassasiyeti egemen kılmalıyız. Politik açıdan ise
Türkiye’den göçederek Kıbrıs’a yerleşmiş kitlelerin ekonomik-demokratik
sorunlarına odaklanan bir hattı örmeliyiz. Eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma
hakları başta olmak üzere; TC Elçiliği’nin yarattığı baskıcı anti-demokratik havaya
yönelik de açılımlar geliştirmeliyiz. Göçmen kitlenin “seni bir gecede evine
gönderirim” tehtidi altında tutulması, yeni nüfus taşınmasına olduğu kadar var
olan nüfusun adada eğreti durumda bulunması gibi olumsuzluklara karşı halkalr
arası bir güven ve dayanışma ağının oluşturulması acil ihtiyaçlarımız. Yoksa
Cemil Çiçek gibi sömürge bakanlarının yaratacağı provokasyonlara karşı
savunmasız olmaya devam edeceğiz. Bize göre yeni bir Kıbrıs, geldiği yere,
doğduğu ülkeleye, annesinin babasının kim olduğuna bakılmaksızın, geleceğini
Kıbrıs’ta gören, emeği ile yaşayan onurlu insanlar tarafından inşa edilecektir.
* Ankara para göndermese nasıl yaşayacaksınız diyenlere yanıt?
Kıbrıs’ta patates, narenciye, tütün, çilek, tahlı vb. binden fazla ekilebilir yenilebilir tarım ürünü vardır. Daha doğrusu vardı demek gerekiyor. Kıbrıs’ın kuzeyi 1974’ten hemen sonra alüminyum andolama fabrikalarından, plastik, boya vb. onlarca ürünü üretebilen muazzam bir hafif sanayi tesisleri kompleksine sahipti. Diğer yandan turizm ve tarih bakımından akdenizin sayılı ülkelerinden birisidir Kıbrıs. Kıbrıs daha 1980’lerin sonuna kadar İngiltere’ye, Irak’a, Suriye’ye mal satmaktaydı. Açıkçası Kıbrıs’taki üretimi bitiren, ülkemizdeki bütçe açığını yaratan ve bizi kendi parasına muhtaç hale getiren de Ankara’nın politikalarıdır.
Kıbrıs’a para göndermek ankara’nın kendi tercihi
olmuştur. 1986 yılında Kıbrıs’a gelerek fabrikalarımızın kapatılması talimatını
veren Turgut Özal’a üretim yapmadan nasıl yaşayacağımız sorulduğunda verdiği yanıt
önemlidir: “Siz istanbul’un bir mahallesinden kalabalık değilsiniz. Bir şey
üretmenize gerek yok, biz size para göndeririz.” Kıbrıs’taki mevcut
üretimsizlik Kıbrıslı Türklerin tercihi değil Ankara’nın dayatmasıdır. Bu durumun değişmesi de mümkündür. Kıbrıslı
Türkler Ankara’nın para göndermesine muhtaç değildir. Tek isteğimiz ankara’nın
bizi yönetme sevdasından vaz geçmesidir. Biz kendi kendimizi yönetmek
istiyoruz.
Diğer yandan “Ankara para göndermezse nasıl
yaşayacaksınız” diyenler, bizi çok düşündükleri veya bizim için çok
kaygılandıkları için değil; bizi yönetme durumlarına gereçke yaratmak için bunu
söylüyorlar. Oysa kendi kendini idare etmek isteyen bir halkın karşısında bu
argümanların hiçbir geçerliliği yoktur. Nasıl istersek öyle yaşarız. Bu kimseyi
ilgilendirmez. Bu bizim sorunumuzdur.
* Nasıl bir Kıbrıs istiyorsunuz?
Onurumuzla kendi kendilerimizi yönetmek istiyoruz. Barış
istiyoruz, demokrasi istiyoruz. Dünyanın tüm halkları ile eşitlik temelinde
ilişki istiyoruz. Saygı istiyoruz. Elbette eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma
haklarımızı ve özgün sosyal yaşam tarzımızın devamını da istiyoruz. Asimile
olmamak Kıbrıslı Türk olarak varlığımızı devam ettirmek istiyoruz.
Bunun nasıl mümkün olacağı konusunda daha önce söylediğim
gibi çeşitli kesimler arasında farklı fikirler vardır. Kimi AB’ye girerek, kimi
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönerek, kimi merkezi yanı güçlü federasyon, kimi merkezi
yanı zayıf federasyon yolu ile bunun mümkün olacağını savunuyor. Biz Baraka
olarak bağımsız ve halkları kardeş bir demokratik halk federasyonu çatısı
altında birleşmiş, toprağı bütün bir Kıbrıs istiyoruz. Ancak tüm bu taleplerin
ortak noktası; ister Türkiye ister Kıbrıslı Elenlerden gelsin Kıbrıslı
Türklerin kendi iradelerine sahip olma hakkı ve eşitlik özlemidir.
Kısacası barış istiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder