Bir saptama yapalım; “genel bir kanı
olarak, sol düşünce ‘kuru bir insan severlik’ olarak anlaşılmaktadır.” Bu
saptamadan yola çıkarak bazı sonuçlara varacağız. Ancak öncelikle saptamamızı
güçlendirmek için bazı örnekler verelim: Mesela, solcu yazarlar devlet
egemenlerinin, polisin vb. yaptığı insan hakları ihlallerini işaret ederek
toplum vicdanına seslenirler, toplumda ise solcuların genellikle herkesi
sevdiği, yardımseverliği öğütledikleri, yardımlaşma ve eşitlik idealleri için
mücadele ettikleri şeklinde bir inanç vardır.
Herkesin kabul edeceği gibi; bencil, ikiyüzlü, ve rekabetçi kapitalizmi yerden yere vuran bir solcunun - bir dilenciye para vermemesi şaşkınlıkla karşılanır. Oysa bu ne kadar zavallı bir görüştür. Her mantıklı insanın kavrayabileceği gibi, önüne çıkan her dilenciye para veren bir insan çok geçmeden kendisi de dilenmeye başlayacaktır. Kaldı ki, dilenmeye neden olan olguları ortadan kaldırmadan sağa sola para dağıtarak sorunu çözeceğini zanneden bir şahsiyet; Sosyalist değil olsa olsa bir ROMANTİK olur.
Herkesin kabul edeceği gibi; bencil, ikiyüzlü, ve rekabetçi kapitalizmi yerden yere vuran bir solcunun - bir dilenciye para vermemesi şaşkınlıkla karşılanır. Oysa bu ne kadar zavallı bir görüştür. Her mantıklı insanın kavrayabileceği gibi, önüne çıkan her dilenciye para veren bir insan çok geçmeden kendisi de dilenmeye başlayacaktır. Kaldı ki, dilenmeye neden olan olguları ortadan kaldırmadan sağa sola para dağıtarak sorunu çözeceğini zanneden bir şahsiyet; Sosyalist değil olsa olsa bir ROMANTİK olur.
Gelelim herkesi sevme meselesine:
Sınıflara bölünmüş bir toplumda herkesi sevmek mümkün müdür? Mümkün olduğunu
varsayalım, peki işlevsel midir? Bir para babası kapitalist ile sömürülen bir
emekçi aynı oranda sevilecekse, sevmek ediminin manası kaybolmaz mı?
İnsanlar arasında ekonomik, sosyal, sınıfsal farklılıklar vardır. Ve bizim için
bir insana değer katan veya değerini azaltan şey; o insanın bu farklılıklar
karşısındaki yaşam pratiği(yani
duruşu)dur. Bu yüzden herkesi sevmemiz mümkün olmadığı gibi, sırf “işçidir”
diye veya “insandır” diye örneğin bir faşisti sevmemiz de mümkün değildir.
Bu noktada en çok kafa karıştıran olgu
şudur ki, solculuktan dem vuran insanlar genellikle, sevdiklerini söyledikleri
halkı değil kafalarında yarattıkları soyut bir halk imgesini sevmektedirler. İş
bekledikleri gibi gitmeyince de, “bu halk koyun yahu”, “bu halk uyuyor be” gibi
saçma laflar ederler. En çok düştükleri hata ise kapının önünü süpüren işçiyi,
İŞÇİ SINIFI zannetmektir. Bu tip bir solcunun dünyası, işçinin sudan bir
sebepten onu dövmesi ile paramparça olabilir ve zat-ı şahsiyetleri anında sağcı
kesilir.
Burada amacımız sosyalizmin insan
görüşünü anlatmak olmadığından konuyu fazla uzatmayacağız ancak varacağımız
yere (yazının amacına) ulaşmak için devam edeceğiz.
Şimdi; bir işçinin yaptıkları tüm işçi
sınıfına mal edilemez dedik. Bu olgu tam tersi için de geçerlidir. Yani işçi
sınıfının yaptıkları veya ona yüklenen anlamlar örnek olarak seçeceğimiz bir
işçi için de geçerli olmaya bilir. Bazı sabırsızlar diyecektir ki: “Eeeee..?”
E’si şu ki, bir kapitalist de, bir
asker veya bir polis de “iyi-insan”, “gerçek devrimci”, “ilerici” vs. olabilir.
Burada sabitleyici, yargıya varmamıza yardımcı olan öğe kesinlikle insanların “yaşam içindeki duruşlarıdır.”
Sistem hergeçen gün kendisini yeniden
üretmektedir: Ve burada sorun sistemle işbirliği yapıp yapmama sorunudur. Ben
her gün avazım çıktığı kadar Sosyalizm çağrısı yapsamda, pratiğimle bilerek
sistemi üretiyorsam işbirlikçi-ikiyüzlünün tekiyim demektir.
Öğretmenleri ele alalım. Her ne kadar
yazacaklarım teker teker öğretmenleri bağlamasada, bir sosyal tabaka olarak
öğretmenler için doğrudan geçerlidir. Özel dersten özel derse koşuşturan bir
öğretmen, sınav yarışını, rekabetçi bireylerin oluşumunu, sistemin para
döngüsünü her geçen gün yeniden üretmektedir. Toplumsal sorunlardan, barıştan
vb. dem vuran öğretmenler sadece kendi sorunları için aktif eylem koymakla
inandırıcılıklarını kaybetmektedirler. Aynı oranda tepkiyi PASAPORTLAR, PİLEYE
GEÇİŞLERİN ENGELLENMESİ, İKİ TOPLUMLU GÖRÜŞMELER, BOSTANCI’YA FAŞİST SALDIRI
olayları için de göstermiyorlar. Burada önemle belirteyim ki: “Aynı oranda
tepki” derken kastım bildiri yayımlamak değilidir. Kendi paraları için
yaptıkları oranında bir eylemdir. Mesela; pasaport olayında- toplu pasaport başvurusu, Pile’ye
geçişlerde- toplu Pile yürüyüşü, iki
toplumlu görüşmelerde- havaalanı eylemi,
Bostancı olayında- sembolik bir Bostancı
barikatı vb. eylemler. Ayrıca belirtmeliyim ki ben kişisel olarak bu tür
eylemleri öğretmen camiasından talep ederek herşeyi onların üzerine yıkmaya
çalışmıyorum. Ancak kendi maaş problemlerini “TOPLUMSAL VAROLUŞ MÜCADELESİ’ne”
çeviren bir kesim, eğer Varoluş
Mücadelemizin Öncü Müfrezesi ise yukarıda sözünü ettiğim eylemleri yapmamış
olmakla suçludur.
Sınavları (kolej-ÖYS) boykot çağrısı,
her gün faşist öğeler taşıdığını söyledikleri ders kitaplarını boykot ederek
dersi kitapsız anlatma, alternatif müfredat, alternatif ders kitapları ve daha
nice eylemler yapılabilir, zor değildir ve yapılmalıdır.
Ancak bunun yerine özel derslerde,
sınıflarda, okul aile birliği toplantılarında sistemi yeniden ve yeniden
üretirken; öteki taraftan “Parasal Varoluş Mücadelesini”- “Toplumal Varoluş
Mücadelesi” olarak lanse ederek imajı(görüntüyü) kurtarmak yetiyor. Bunu yutan
yutuyor, yutmayan ise “aman öğretmen camiasını karşımıza almayalım” korkusu ile
susuyor.
Evet, öğretmenler sadece bir örnekti.
Başından beri anlattığım gibi birey olarak elinden gelen herşeyi yapan
öğretmenlerin varlığı yargıda hiçbirşey eksiltmez, nasıl ki; tüm işçi sınıfı
bireyleri teker teker faşist olsalar bile bu, işçi sınıfının modern toplumun
devrimci POTANSİYELİNİ oluşturduğu gerçeğini değiştirmezse…
Onun için biz, bireylere bakarak
karar veremeyiz. Birey kararını kendi verir; bizim yanımızda veya yanlışını gördüğü halde, grubunun yanında.
Ne bir işçinin dinci olması bizi
şaşırtır, ne de zengin bir insanın devrim davasına para yatırması. Son
tahlilde devrimi yapacak olan işçilerdir, karşı-devrimciler ise
kapitalistler arasından çıkacaktır. Her iki ana sınıfta da ve her kesimde
dostlarımız ve düşmanlarımız vardır. Biz onları “DURUŞLARINDAN” tanırız.
Ve asla tüm insanlığı sevmeyiz. Toplumsal mücadelemizde devrimci
sınıfımızın yanında saf-tutanları severiz. Marx’ın da dediği gibi,
“insani olan hiçbirşey bize yabancı değildir- hümanizm dışında.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder