Baraka
Kültür Merkezi kurulduğu günden bu yana birçok sloganla anıldı: Köpek yarışları
protestolarında “Barışa Evet, Köpek
Yarışlarına Hayır”, Çağlayan Parkı mücadelesinde “Ankara Değil Lefkoşa”, 8 Mart’larda “Şiddet Erkeklikse Bizler
Erkek Değiliz”, 1 Mayıs’larda “Bağımsız
Kıbrıs Tek Yol Devrim”, 14 Ağustos’larda “Evine Dön Ayşe”, 1 Eylül’lerde “Barış
Bizlerin Ellerindedir”, Argasdi logosu altında “Her Şey Herkese Kendimize Hiçbir Şey”, Toplumsal Varoluş
Mitingleri’nde “Ankara Elini Yakamızdan
Çek” ve daha onlarca eyemde yüzlerce slogan kullandı Baraka...
Ancak
bizim ilk göz ağrımız, logomuzun altında gururla taşıdığımız sloganımız her
zaman “Başka Bir Kültür Mümkün”
sloganı oldu. Baraka, daha yayınladığı ilk bildiride, 16 Temmuz 2002 tarihinde
şöyle diyordu; “Yaşamak,
kültürel bir varoluş şeklidir. Farklı yaşamlar, farklı kültürlerden beslenir.
‘Başka bir Dünya Mümkün’ dendiği zaman, bu ‘Başka Bir Kültürel Seçenek Mümkün’
de demektir.”
Sloganlar,
kısa ve özlü cümlelerdir. Kimi zaman bir itirazı, kimi zaman bir arzuyu, kimi
zaman bir imkanı, kimi zaman ise bir isyanı dile getirirler... Bez pankarta
yazılabilir, kartondan dövizde taşınabilir, duvarlara kazınabilir, ağızda
bağırılabilirler... Hatılaması, ezberlemesi, tekrarlaması kolaydır. Ama bir o
kadar da tehlikedir sloganlar... Eğer sloganlar belirli bir tartışma, sorgulama
ve okuma sürecinin ürünü değillerse; yüzeysel düşünme eğilimine hizmet ederler.
Ve eğer sloganlar kişilerin hayatlarında uygulanmazlarsa; şekilci bir yaşamın
emrindedirler...
Kıbrıslı
Türk halkı ve onun kültürel değerleri, ciddi bir asimilasyon saldırısı
altındayken; sosyal yaşamdan yer/kişi isimlerine; konuştuğumuz dilden inanç
sistemimize; ekonomik ilişkilerimizden dinlediğimiz müziğe; kılık
kıyafetimizden siyasal yapımıza kadar değiştirilmeye çalışılırken; yapılması
gereken tüm bu değerlere sahip çıkmak değil midir?
O zaman ne
demektir “Başka Bir Kültür”? Ve Baraka neden başka bir kültür istemektedir?
Dahası verili kültürde Baraka’nın itiraz ettiği nedir?
Bu soruya
soru sorarak cevap verirsek: Bugün Kıbrıslı Türklerin maruz bırakıldığı
asimilasyon, Türkleştirme ve Müslümanlaştırma siyasetlerinin tek alternatifi
geriye dönmek midir? Veya soruyu daha düzgün bir şekilde sorarsak; geçmiş
tarihsel, sosyal, ekonomik, siyasi koşullarda oluşmuş kültürel formları bugün
veya gelecekte tekrar etmek mümkün/istenir midir? Kültürel değerlerimizi
“korumak” demek, onlara müzelik birer antika muamelesi yapmak ve aslında günlük
yaşamımızdan ayırarak birer sergi nesnesi haline getirmek mi demektir?
Baraka,
mevcut asimilasyon saldırısına karşı direnişin geçmişe dönerek değil geleceğe
doğru ilerleyerek yürütülebileceğine inanmaktadır. Kültürü dondurup
idealleştiren, mistifiye edip kutsallaştıran bir anlayışı reddetmekte, tam
tersine sosyal yaşamın asli bir öğesi olarak görmektedir. Bu yüzden de kültürel
algısını geçmiş üzerine değil, geçmiş-bugün-gelecek üçlüsü üzerine inşa
etmektedir.
Üstelik
kültürel yapımız sadece Türkleştirme ve Müslümanlaştırma saldırılarının basıncı
altında değil... Evet bunlar var, ama en az bunlar kadar etkili olan; rekabet
ve neo-liberal talan kültüründen de etkilenmekteyiz...
Baraka,
ilk bildirisinde şöyle diyordu; “Bugün en genel
anlamıyla insanlık, en özel anlamıyla ise kuzey kıbrıs; rekabetçi ve
neo-liberal kültürel duruş tarafından gün be gün fethedilmektedir... kültürel
alan işgal edilmiştir. Kendimizi anlamanın, anlatmanın, ifade etmenin ve
gerçekleştirmenin araçları olan kelimeler ellerimizden alınmıştır. Kahve
içişimiz, futbol maçı izleyişimiz, sevgi sözcüklerimiz, kitap okumamız,
oturuşumuz, giyinişimiz ve konuşmalarımız; tüketim kültürünün rekabetçi
müdahaleleri ile her geçen gün daha da yıpranmaktadır.”
Geçtiğimiz
ay aramızdan ayrılan Arif Hasan Tahsin “Aynı
yolu yürüyenler farklı yerlere varamazlar” diyerek; farklı bir sonuca
varmak için farklı bir yolda yürümek gerektiğine işaret etmişti. O halde sadece
başka bir dünya, başka bir Kıbrıs istemek yeterli değildir. Aynı zamanda başka
bir kültürel seçenek de inşa etmek gerekmektedir. Çünkü insan toplumları, adına
kültür denen zeminin içerisinde varolurlar... Eğer üzerinde hareket ettiğimiz,
içinde varolduğumuz zemin; rekabetle, bireycilikle, hazıra konuculukla, köşe
dönmecilikle, kurnazlıkla, kestimecilikle, kolaycılıkla, tüketimcilikle,
nemelazımcılıkla damgalıysa; kuracağımız yeni toplum, varacağımız yer,
ulaşacağımız sonuç da bunlardan pek farklı olmayacaktır. O halde farklı bir yol
yürümeli, eğer böyle bir yol yoksa bu yolu biz inşa etmeliyiz...
Baraka’nın
devrimciliği de buradadır. Baraka hazır yollarda yürümeyi değil, farklı yerlere
varabilmek için farklı yollarda yürümeyi; bunun için gerekirse bu yolları
açmayı önüne koymuş bir yapıdır. Ursula Le Guin’in “Mülksüzler” isimli
romanında yazdığı gibi “Devrim
yapamazsınız, devrim olabilirsiniz ancak...”
Peki
bu “başka” kültür nasıl bir kültürdür? Sadece “farklı” olması yeterli midir?
Elbette
hayır...
Yazının
başında sloganlar için sözü edilenler, “Başka Bir Kültür Mümkün” sloganı için
de geçerlidir... Varmayı hedeflediğimiz “yer”i, yürüdüğümüz “yol” ve onu
“nasıl” yürüdüğümüz belirleyecektir. Tıpkı aynı romanda Le Guin’in söylediği
gibi “araç amaçtır”.
İlk
paragrafta sayılan eylemlilik süreçlerine ve oralarda kullanılan sloganlara
bakın; “başka” bir kültür yürüyüşünün ayak izlerini göreceksiniz. Ekolojik bir
toplum, bağımsız bir Kıbrıs, onurlu bir halk, barış, dayanışma ve toplumsal
cinsiyet eşitliği taleplerini haykıran sloganları, o sloganların
dillendirildiği eylemlilik süreçlerini inceleyin; “Başka Bir Kültür”ün mümkün
olduğuna siz de hak vereceksiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder