16 Ocak 2013 Çarşamba

Onur ve Özelleştirme



Kıbrıslı Türkler olarak, “onur” duygumuzu kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz...
Dışımızda sert bir kabuk, içimiz ise ha boşaldı ha boşalacak...
Utanç, pişmanlık ve üzüntü gibi duygulanımlar uğramıyor bize uzunca bir zamandır. Utanmak yerine kızmayı ve küsmeyi tercih eder olduk. Bağırmayı, tepki göstermeyi, feveran etmeyi bir savunma mekanizmasına çevirdik...

***
Kıbrıslı Türkler olarak, “onur” duygumuzu kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz...
Bu hem toplumsal hem de bireysel anlamda geçerli bir durum gibi görünüyor.
Elbet istisnalar mevcut, elbet sadece kendisi için değil toplumun diğer bireyleri için de derin bir utanç hissedenlerimiz var içimizde. Ancak bu istisnalar pek fazla değil ve giderek de azalıyorlar ne yazık.
Parmakla gösteriliyorlar, enayi diye niteleniyorlar, saf bulunuyorlar ve takdir edilmiyorlar...
Onlar, örnek alınacak değil uzak durulacak insanlar...
***
Onur ve utanç arasında, utanç ve pişmanlık arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Kendine saygısı olan bir birey, kendine saygısı olan bir toplum, herhangi bir onurlu özne; utanç içindeyken, bu özsaygıyı koruyabilir mi? Onurlu birinin utanmıyor olması beklenmez mi?
Utanmak ve onurlu kalmak, pişmanlık ve onur uyumsuz birer ikili gibi mi gözüktü size de?
Oysa hiçbir çelişki yok utanç ve onur arasında bence...
Utanabilmek, pişmanlık hissine sahip olmak ve bunu hiçbir örtme, gizleme girişimine tabi tutmadan açıkça ifade etmektir bence, onurlu kalmanın birinci şartı...
Yanlışı, eksiği söylendiğinde triplere giren, inkarlara başvuran, küsmelere sığınan, öfkelere gark olan bir kişi midir onurlu insan?
Yoksa onurlu insan; hata yapmaz, yanılmaz, eleştirilemez ve dokunulmaz bir mükemmel kişi midir?
***
Kıbrıslı Türkler olarak, “onur” duygumuzu kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz...
Tek tek bireylerimizden, toplumsal kurumlarımıza kadar böyle bu...
Tek bir özeleştiri öğesi sunmadan sürekli karşımızdakileri eleştiriyoruz...
Veya hiçkimseyi eleştirmiyoruz ki, kimse de bizi eleştirmesin...
Bir kişi hatamızı söylemeye görsün, şimşek olup çakıyor, yıldırım olup yağıyoruz...
Hatalıysak da böyle yapıyoruz, hatasızsak da böyle yapıyoruz...
Tek bir kılımıza dahi toz kondurmuyoruz...
Şöyle bir kez bile durup düşünsek, “acaba söylenenlerde gerçeklik payı var mı acaba” diye, sanki dünya o vakit yıkılacak gibi davranıyoruz...
“Onur” duygumuzu kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz ya; utanmamayı, pişman olmamayı onurdan sayıyoruz; onurun yerine koyuyoruz...
Oysa sadece utanç ve pişmanlığı hakkıyla yaşayabilenlerin onurlu kalabileceğini hiç hesaba katmıyoruz...
***
Geçenlerde bir toplantıya katıldım. Özelleştirmeyi savunan ama bunu açık açık söyleyemeyen bir siyasal öznenin hiddet gösterisini izledim ilgiyle...
Öfke nöbetlerini, azarlamalarını, burnundan kıl aldırmaz kibirini seyrettim...
Kabahatim, kabahatimiz; geçmiş pratiğin hatırlatılması ve bugün güvenebilmek için “özelleştirmeye karşı olunduğunun” açık ve net ifadesini talep etmekti...
Oysa kibirli öznemiz, UBP’nin ihanetinin kendisinin aklanmasına yettiğini düşünmekteydi...
Başkasının eksiğini kendi fazlası olarak görmekteydi...
UBP’den kurtulmak için kendisini sorgulamamamızı beklemekteydi...
Tek bir kelimeyi mazeret bilip üstün bir öfke gösterisi performansı sundu bize. Sonra da havasını atıp gitti...
Utançtan ve pişmanlıktan azade; dışı sert, içi boş bir öznenin mükemmel performansını alkışlamak geçti içimden. Gülümsemekle yetindim...
Gerçek duyguların, taklit edilemezliğine sevinip; gerçek insanların özlemiyle ürperdim...
***
Bulmak mümkün mü ki bir insan veya toplum tertemiz?
İnkarla ikna edilebilir mi, hatasızlığımıza çevremiz?
Utanarak ve pişmanlıkla mı, yoksa sıraladığımız mazeretlerle mi eksiliriz?
Kıbrıslı Türkler olarak, “onur” duygumuzu kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz...

* Bu yazı 16 Ocak 2012 tarihli Afrika Gazetesi'nde yayınlanmıştır...


AKINTIYA KARŞI

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktvisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder