Dışımızda sert bir kabuk, içimiz ise ha
boşaldı ha boşalacak...
Utanç, pişmanlık ve üzüntü gibi duygulanımlar
uğramıyor bize uzunca bir zamandır. Utanmak yerine kızmayı ve küsmeyi tercih
eder olduk. Bağırmayı, tepki göstermeyi, feveran etmeyi bir savunma
mekanizmasına çevirdik...
***
Kıbrıslı Türkler olarak, “onur” duygumuzu kaybetmek
tehlikesiyle yüz yüzeyiz...
Bu hem toplumsal hem de bireysel anlamda
geçerli bir durum gibi görünüyor.
Elbet istisnalar mevcut, elbet sadece kendisi
için değil toplumun diğer bireyleri için de derin bir utanç hissedenlerimiz var
içimizde. Ancak bu istisnalar pek fazla değil ve giderek de azalıyorlar ne
yazık.
Parmakla gösteriliyorlar, enayi diye
niteleniyorlar, saf bulunuyorlar ve takdir edilmiyorlar...
Onlar, örnek alınacak değil uzak durulacak
insanlar...
***
Onur ve utanç arasında, utanç ve pişmanlık
arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Kendine saygısı olan bir birey, kendine
saygısı olan bir toplum, herhangi bir onurlu özne; utanç içindeyken, bu özsaygıyı
koruyabilir mi? Onurlu birinin utanmıyor olması beklenmez mi?
Utanmak ve onurlu kalmak, pişmanlık ve onur
uyumsuz birer ikili gibi mi gözüktü size de?
Oysa hiçbir çelişki yok utanç ve onur
arasında bence...
Utanabilmek, pişmanlık hissine sahip olmak ve
bunu hiçbir örtme, gizleme girişimine tabi tutmadan açıkça ifade etmektir bence,
onurlu kalmanın birinci şartı...
Yanlışı, eksiği söylendiğinde triplere giren,
inkarlara başvuran, küsmelere sığınan, öfkelere gark olan bir kişi midir onurlu
insan?
Yoksa onurlu insan; hata yapmaz, yanılmaz,
eleştirilemez ve dokunulmaz bir mükemmel kişi midir?
***
Kıbrıslı Türkler olarak, “onur” duygumuzu
kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz...
Tek tek bireylerimizden, toplumsal
kurumlarımıza kadar böyle bu...
Tek bir özeleştiri öğesi sunmadan sürekli
karşımızdakileri eleştiriyoruz...
Veya hiçkimseyi eleştirmiyoruz ki, kimse de
bizi eleştirmesin...
Bir kişi hatamızı söylemeye görsün, şimşek
olup çakıyor, yıldırım olup yağıyoruz...
Hatalıysak da böyle yapıyoruz, hatasızsak da
böyle yapıyoruz...
Tek bir kılımıza dahi toz kondurmuyoruz...
Şöyle bir kez bile durup düşünsek, “acaba
söylenenlerde gerçeklik payı var mı acaba” diye, sanki dünya o vakit yıkılacak
gibi davranıyoruz...
“Onur” duygumuzu kaybetmek tehlikesiyle yüz
yüzeyiz ya; utanmamayı, pişman olmamayı onurdan sayıyoruz; onurun yerine
koyuyoruz...
Oysa sadece utanç ve pişmanlığı hakkıyla
yaşayabilenlerin onurlu kalabileceğini hiç hesaba katmıyoruz...
***
Geçenlerde bir toplantıya katıldım. Özelleştirmeyi
savunan ama bunu açık açık söyleyemeyen bir siyasal öznenin hiddet gösterisini
izledim ilgiyle...
Öfke nöbetlerini, azarlamalarını, burnundan
kıl aldırmaz kibirini seyrettim...
Kabahatim, kabahatimiz; geçmiş pratiğin
hatırlatılması ve bugün güvenebilmek için “özelleştirmeye karşı olunduğunun”
açık ve net ifadesini talep etmekti...
Oysa kibirli öznemiz, UBP’nin ihanetinin
kendisinin aklanmasına yettiğini düşünmekteydi...
Başkasının eksiğini kendi fazlası olarak
görmekteydi...
UBP’den kurtulmak için kendisini
sorgulamamamızı beklemekteydi...
Tek bir kelimeyi mazeret bilip üstün bir öfke
gösterisi performansı sundu bize. Sonra da havasını atıp gitti...
Utançtan ve pişmanlıktan azade; dışı sert,
içi boş bir öznenin mükemmel performansını alkışlamak geçti içimden. Gülümsemekle
yetindim...
Gerçek duyguların, taklit edilemezliğine
sevinip; gerçek insanların özlemiyle ürperdim...
***
Bulmak mümkün mü ki bir insan veya toplum
tertemiz?
İnkarla ikna edilebilir mi, hatasızlığımıza
çevremiz?
Utanarak ve pişmanlıkla mı, yoksa sıraladığımız
mazeretlerle mi eksiliriz?
Kıbrıslı Türkler olarak, “onur” duygumuzu
kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz...
* Bu yazı 16 Ocak 2012 tarihli Afrika Gazetesi'nde yayınlanmıştır...
AKINTIYA KARŞI
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktvisti
munur.rahvancioglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder