12 Şubat 2014 Çarşamba

Adalet Yoksa Barış da Yok



Siyasal görüşlerimle ilgili netleşmeye başlayıp çevremde ne olup bittiğine bakmaya başladığım ilk günlerden itibaren farkına vardığım bir olgu dikkatimi çekmişti: Ülkemde siyasal bölünmenin ana ekseni Kıbrıs’ta bir barış/çözüm isteyenler ve bundan tedirgin olanlar/istemeyenler olarak ayrılıyordu.
Benim için de Kıbrıs’ın ve Kıbrıs halklarının yeniden birleşmesi/kardeşleşmesi olmazsa olmazlar arasındaydı ancak mesele bununla kalmıyordu...
Kıbrıs’ta barış isteyen bir insan olarak, “liderler arası” görüşmeler ilgimi çekmiyordu! Doruk anlaşmaları, imzalar, sözler, taahütler, garantiler, kırmızı çizgiler vb.  beni heyecanlandırmıyordu! Köyün kahvehanesinde Kıbrıs sorunu ile ilgili yürütülen tartışmalarda adanmış bir CTP üyesi olan babam da, köydeki UBP’liler de aynı tutku ile tartışıyorlardı. Ancak asgari ücret, zamlar, işsizlik vb. konularda aynı tansiyon oluşmuyordu...

Bense 1990’lı yıllarda siyasallaşmış birisi olarak Kıbrıs sorunundan çok özelleştirmeler, emeğin gerileyen hakları ve alternatif direniş yöntemleri gibi konularla daha çok ilgileniyordum. Bende heyecan yaratan konular şirketlerin günlük hayata nasıl egemen olduğu, eğitim ve sağlıkta kaybedilen hakların nasıl geri kazanılabileceği gibi meselelerdi.
Yanlış anlaşılmasın, Kıbrıs’ta bir barış ve çözümü şiddetle arzuluyordum. Ancak CTP’li babam ile farkımız şuydu: O, ancak barış olduktan sonra emeğin haklarını kazanabileceğini düşünürken; ben, emeğin haklarını kazanması mücadelesi olmadan gerçek bir barışın hayal bile edilemeyeceğini savunuyordum...
Sanırım bu yüzden, ne zaman bir anlaşma, çözüm, barış, görüşme süreci yoğunlaşsa kendimi uzaylı gibi hissettim hep...
***
Kıbrıs’ın tarihi, bugünü ve geleceği ile ilgili olarak kendi arasında şiddetle tartışan insanlar; özelleştirmeler, eğitim ve sağlık haklarının gasbı, ekolojik sorunlar, toplumsal cinsiyet eşitliği vb. konularında nasıl oluyordu nda neredeyse hemfikir oluyorlardı?
Görüşmelerin yeniden başlaması ve “liderlerin” ortak açıklaması konusunda yapılan konuşmalara bakın; “Rumlar yine hayır der mi?”, “Bizim haklarımızı koruyan bir anlaşma sağlanacak mı?”, “Taraflar karşılıklı iyi niyet gösterecek mi?” vb.
Bu gibi söylemlerde emekçilerle sermayedarları aynı torbaya dolduran “Rumlar” genellemesi, Eroğlu ile beni birleştiren “biz” ifadesi ve Kıbrıslı Elen emekçilerle aramıza ayrım çizen “taraflar” kamplaştırması her zaman kulağımı tırmaladı...
Anastaiadis ile Eroğlu görüşmelere başlamış ve Eroğlu “biz”i temsil ediyormuş... CTP Gençlik kolları gidip Eroğlunu alkışlamış...
Oysa bana göre görüşme masasında sadece sermayenin temsilcileri var. Kendi aralarında ve kendi sorunlarını çözmek üzere görüşen temsilciler...
Evet Kıbrıs sorunu yine bu sermaye temsilcilerinin kendi aralarındaki sorunlardan kaynaklı olarak ortaya çıktı. Her iki halkın emekçilerinin de başına bela olan sorunların kaynağı Kıbrıslı Elen burjuvazisi ve Kıbrıslı Türk yukarı sınıfıdır... Bu yüzden de onların görüşmesi, sorunlarını çözmeye çalışması normal kabul edilebilir...
Ama belki başka bir normallik düzeyinden bakıldığında yapılması gereken; her iki egemen sınıfın ve uluslarararası hamilerinin devre dışı bırakılması; masaya emekçiler tarafından el konulmasıdır.
Bunun şimdilerde mümkün olmadığını biliyorum. Ancak Eroğlu’nu kendimizden sayıp “biz” diye konuştuğumuz, Kıbrıslı Elen emekçileri “diğer taraf” olarak kabul ettiğimiz sürece de mevcut duurumun değişmeyeceğini de iddia ediyorum...
Kendime “uzaylı” derken ne demek istediğimi sanırım şimdi daha iyi anladınız...
***
Kıbrıslı Türk “barış savunucuları” meseleyi sadece barıştan ibaret gördükleri sürece giderek daha fazla sermayeye yedeklenecekler ve bir gün sermayenin ta kendisi olacaklar...
Kimbilir belki de oldular bile...
Asgari ücreti komik düzeyde tutan, öğrencilerin bursalarını kaldırmaya çalışan, elektriğe, ekmeğe, tüpe, akaryakıta zamlar yağdıran, Günay Çerkez’in vergi borcunu affeden, eğitimi, sağlığı piyasalaştıran, özelleştirmelerin önünü açan bizim barışçılarımız değil mi?
Emekçilere savaş ilan eden barışseverler...
Arabahmet Kültürevi’nin özelleştirilmesi konusunda “kamusal” kaygılarla konuşmayı beceremeyen; GAÜ’ye verilmesini normal karşılayan Ümit İnatçı gibi “barış” savunucularımız var bizim...
Belediye Emekçileri ile, Telefon Emekçileri ile, Elektrik emekçileri ile sürekli kapışan ama “Kıbrıs’ta çözümü arzulayan” barışçı bir hükümetimiz var bizim...
Can Yücel’den çağrışımla bu “barış sevicileri” ile aramızdaki fark ise şu:
Onlar barış/çözüm için her şeyi mübah olarak görüyorlar... Biz ise emekçi sınıfların en temel haklarından ayrı, bu hakların üzerinde, bu haklardan bağımsız herhangi bir barışa inanmıyoruz...
Çok sevdikleri deyime şiddetle itiraz ediyoruz; Hayır! Kıbrıs Sorunu bütün sorunların anası değildir...
Bütün sorunların anası emek-sermaye çelişkisidir. Kıbrıs Sorunu’nun da kaynağı budur...
Ve emekçi sınıflar için adalet yoksa, bu adalet sağlanana kadar barış da yoktur...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder