Henüz daha
seçimlerden önce, yıllarını barış ve sosyalizm mücadelesine vermiş bazı kişiler
kuşkularını belirtmişlerdi Akıncı için...
Diyorlardı
ki; “Akıncı bir sosyalist değildir”, “amacı Kıbrıs’ın bağımsızlığı değildir”,
“değil işgale karşı mücadele etmek, işgal
kelimesini dahi kullanmayacak bir adaydır”...
Kabaca
yukardaki doğruları dile getirerek, -ki sanırım bunları Akıncı’nın kendisi de
reddetmez- Akıncı’yı destekleyen solcuları “ihanet” içinde olmakla suçlamaya
varacak söylemler geliştiriyordu bu değerli dostlar...
Bugün
seçimler sonuçlandıktan sonra ve Tayyip Erdoğan’ın agresif çıkışları ile
birlikte; ayni cepheden ayni sözler tekrarlanmaya devam ediyor...
Bu kez diyorlar
ki; “Akıncı’nın geçmişteki liderlerden
farklı davrandığını inkar etmiyoruz, ancak bu yetersizdir.”
Sonra da, “gerçek bağımsızlığın, ancak işgal karşıtı
bir mücadele ile yaşam bulabileceği, bunu da sosyalistlerin, komünistlerin
yapabileceği” genel doğrusunu dile getiriyorlar...
Peki,
insan nasıl sosyalist olur?
Ya da
nasıl olur da bir toplum geleceğini sosyalistlerin, komünistlerin ellerine
emanet eder?
***
Üniversitede
okuduğum dönemde, okul yemekhanesindeki fiyatların yüksekliğinden şikayet eden
tek bir sağcı ile karşılaşmadım...
Aksine,
suyun pahalı olmasından, yemeklerin fahiş fiyatlarından, yurt sorunundan,
ulaşım sorunundan bahseden hep solculardı...
Bu
solcular; koca koca felsefe kitapları okuyorlar, tarih ile ilgili kimsenin
bilmediği konuları tartışıyorlar, politik meselelerde derin analizler
yapıyorlar, sonra da gidip kantinin önünde yemek fiyatları ucuzlasın diye imza
topluyorlardı.
Sağcılar
ise imza standlarına saldırıp, “pis komünistler”
diyerek kendilerince solculara küfrediyorlardı...
Sağcılık,
yemek fiyatlarının yüksek olması gerektiğini savunan, öğrencilerin ulaşım
sıkıntısı yaşamasını isteyen veya yurtların problemli olmasından huzur duyan
bir ideoloji midir?
Okul
yemekhanesindeki fiyatların düşürülmesi mücadelesi bir sağcıyı neden rahatsız
eder?
Peki,
sayın Akıncı’nın “Türkiye ile kardeşçe
ilişki kurmak istiyoruz” demesi Tayyip Erdoğan’ı ve buradaki yerli
işbirlikçilerini neden rahatsız eder?
***
Okul
yemekhanesinin fiyatlarından şikayet edenlere saldıran sağcı, teorik olarak
değilse de pratik olarak gerçek bir bilgiye dayanarak hareket etmektedir. Tıpkı
Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi...
Sağcı
bilmektedir ki; bugün örgütlü bir şekilde okul yemekhanesine müdahele ederek
yakalanacak bir değişim, içinde ciddi tehlikeleri barındırır: Öğrenciler
birlikte hareket ederek kazanım elde edebileceklerini görürlerse; okul
dışındaki şeylere de müdahale etmek isteyeceklerdir. Bu yüzden de “yılanın başı küçükken ezilmelidir!”
Yoksa
mesele yemeğin fiyatı değildir...
Tayyip
Erdoğan bilmektedir ki; bugün “Türkiye ile ilişkilerde eşitliğe dayalı bir
kardeşlik” diyerek yakalanacak bir özgüven, içinde ciddi tehlikeleri
barındırır: Kıbrıslı Türkler birlikte hareket ederek kazanım elde
edebileceklerini görürlerse; Türkiye ile ilişkiler dışındaki şeylere de müdahale
etmek isteyeceklerdir. Bu yüzden de “yılanın
başı küçükken ezilmelidir!”
İşte
üniversitedeki sağcının, Ankara’daki Tayyip’in gördüğü; ancak bizdeki bazı
“sosyalistlerin” anlayamadığı budur...
***
Fidel
Castro, Küba’da Batista’yı devirdiğinde kesinlikle bir komünist değildi...
Veya Hugo
Chavez ülkesi Venezüella’daki adaletsizliklere isyan ettiği için girdiği
hapisanede Marx ile tanışana kadar kendini solcu diye bile tanımlamamaktaydı.
Her ikisi
de; “okumuş” solcuların küçümseyeceği kadar naif, imkansız ve “komik” isteklere
sahiplerdi... Ülkelerinin mevcut koşullarında, baştan ayağa her şeyi
değiştirmeden isteklerinin yaşam bulması mümkün değildi ama onlar hiçbir şeyi
değiştirmeden sonuç alabileceklerini düşünecek kadar “saf”tılar...
Onların
fark yaratmasının sebebi ise; derin teorik bilgileri ile her şeyi önceden gören
bilgelikleri değil; “komik” isteklerinde ısrarcı
ve samimi olmalarıydı...
İş
saatlerinin düşmesini isteyen, maaşının artmasını talep eden, iş güvencesi
arzulayan her işçi; pratik faaliyet içinde neyi öğreniyorsa; Fidel ve Hugo da
kendi ülkelerinde aynısını öğrendi: Basit görünen hayalleri, sistem için en
büyük tehlikeydi...
Ve onlar
samimi isteğinde ısrarcı olan herkes gibi; her yolu deneyerek, en sonunda
pratik aracılığıyla vardılar gerçeğin bilgisine, yani komünizme...
Ve bilinir
ki; gerçeğin bilgisine pratikten varmak, çoğu zaman kitaplardan geçerek
ulaşmaktan daha kalıcı bir öğretmendir...
***
Karl Marx
komünizmi şöyle tanımlar: “Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken
bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz,
bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin
koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar.”
Kendi
kafalarındaki “bağımsızlık idealini” ölçü alarak Akıncı’nın boyunu ölçmeye
çalışanların kaçırdıkları nokta işte budur.. Yemekhane fiyatlarına itiraz eden
naif bir yanı barındırmıyan herhangi bir “bağımsızlık” zaten mümkün değildir...
Mustafa
Akıncı, “Türkiye ile kardeşlik temelinde
eşit ilişki kurmak istiyoruz”, “biz
hep yavru mu kalacağız, hiç büyümeyecek miyiz” diyor ya; aslında Tayyip
Erdoğan’ı rahatsız eden şey, bu sözler değil... Bu sözlerin içerdiği
potansiyeldir...
Eğer
Akıncı ve onu bu sözlerinden dolayı destekleyen Kıbrıslı Türkler; yeterince
samimiyetle ve yeterince ısrarlı davranırlarsa; tüm yöntemler denendikten sonra
bu hayalin gerçek olmasının tek yolunun bağımsız ve halkları kardeş bir Kıbrıs
olduğu sonucu gün gibi açık çıkacaktır ortaya...
Mesele
Akıncı’nın niyetinin bizim istediğimizle örtüşüp örtüşmediği veya gerçekçi olup
olmadığı değildir...
Mesele
yemekhane fiyatlarında yatan sosyalizm potansiyelini görebilmektir... Çünkü
Akıncı ne istiyor olursa olsun “bağımsızlık olmadan herhangi bir eşitlik” zaten
mümkün değildir... Tam da bu yüzden “mümkün” olup olmadığı tartışması bir yana
bırakılarak, Akıncı’nın “Türkiye ile eşit ilişki” arzusunun yanında samimiyetle
saf tutmak ve bu arzuda ısrarcı olmasını sağlamak gerekir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder