Geçtiğimiz haftanın yoğun gündeminde kendine hızla yer
açan ve halkın büyük bir çoğunluğu tarafından kaygıyla takip edilen bir yasal
değişiklik söz konusu: Din İşleri (Değişiklik) Yasa Tasarısı. Tasarı bir
süreden beridir ilgili Meclis Komitesi’nde görüşülmekte olduğu halde ne yazık
ki bu süre zarfında kamuoyunun bilgisine gelmemiş ve ancak ilgili Komite’de oy
birliği ile onaylandıktan sonra Meclis dışı muhalefetin çabaları sonucu gündem
olabilmiştir. Sadece bu olgu bile, Meclis içinde halkın konulara müdahil
olabilmesi kaygısı ile hareket eden bir öznenin eksikliğinin göstergesidir.
Halkımızın sadece bugününü değil, çocuklarımızın geleceğini de yakından
ilgilendiren böylesi bir konunun; yeterince tartışılmadan apar topar ve oy
birliği ile Genel Kurul gündemine alınabilmesi kaygı vericidir.
Peki bu Değişiklik Yasası’nda neler var, gelin yakından
bakalım...
Siyasal İslam
Yasal
Şu an yürürlükte olan mevcut Yasa’nın 6. Maddesi’nde Din
İşleri Dairesi’nin görevleri arasında “İslam
dinini taassup, gerici, istismarcı ve siyasi faaliyetler dışında tutumak”
da var. Oysa Komite’den oy birliği ile geçen Değişiklik Tasarısı bu ifadeleri
tamamen kaldırıyor. Buna göre artık Din İşleri Dairesi, İslam dininin taassup,
gericilik ve siyaset aracılığı ile istismar edilmesini engellemekle yükümlü
değil. Siyasal İslam’a yasal zemin sunan bu değişikliğin yanında, Daire’nin
görev ve yetkileri genişletilerek “halkı
din konusunda aydınlatmak için yazılı ve görsel programlar yapmak ve yaptırmak,
hizmet içi eğitimler vermek, hac ve umre organizasyonları yapmak ve yaptırmak”
gibi görevler de Yasa’ya giriyor. Bu amaç çerçevesinde 7. Madde’ye “Din Hizmetleri ve Halklar İlişkiler Birimi”
isimli bir birim eklenerek, dinsel eğitim, basın ve yayın gibi görevler bu
birime veriliyor. Buna ek olarak 8B Maddesi aracılığı ile “Din İşleri Komisyonu” isimli yeni bir komisyon kuruluyor. Bu
komisyon hafızlık eğitimi yapmak, sınav düzenlemek, belge vermek, işe
girecekleri yeterlilik sınavına tabi tutmak gibi görevlerle donatılıyor. Kısacası
kamuda İslam dininin ülkemiz dışından gelen bir çeşidinin siyasal olarak
örgütlenmesi için gerekli tüm kurumlar oluşturuluyor.
İslamın siyasallaşmasının önünü yasal olarak açan bu
değişikliklere ek olarak, Din İşleri Dairesi Başkanlığını yürütecek olan yani
esasen üst düzey bir kamu görevlisi olan kişi için İslam’a göre hareket etmek
zorunlu hale getiriliyor. Değişiklik Tasarısı ile 8. Madde’de “Başkan hizmetlerini İslam dininin
esaslarına uygun olarak yürütür” denilerek, bir kamu görevlisine İslam
dininin esasları ile hareket etme mecburiyeti getiriliyor. Oysa bir kamu
görevlisinin Anayasa ve yasal mevzuata uygun davranmak dışında bir mecburiyeti
olmaması, hukuk devletinin esasıdır.
Siyasal bir erk haline getirilen ve Anayasa’nın değil
İslam’ın esaslarına göre hareket etmesi beklenen Başkan’a 8A Maddesi ile iki de
yardımcı sunuluyor. Bu yardımcıların siyasi atama ile göreve geleceğini, zaman
içinde müşavir ordusunun daha da büyüyeceğini ise söylemeye bile gerek yok.
Din İşleri
Bakanlığı!
Yukarda sayılan siyasal gücün ifa edilebilmesi için
gerekli finansal özerklik de Değişiklik Tasarısı ile sağlanmış durumda. Mevcut
durumda, Din İşleri Dairesi’nin bütçesi Vakıflar’a bağlı ve harcamalar için
Bakanlar Kurulu onayı gerekirken, tüm bunlar değişiklikten sonra kalkmış
olacak. Din İşleri Dairesi hiçbir harcamasında ne Vakıflar’ın ne de Bakanlar
Kurulu’nun onayına gereksinim duymayacak, hatta bilgilendirmesi dahi
beklenmeyecek. İslam dininin ilkeleri ile hareket etme şartı getirilen Din
İşleri Başkanı, aynı zamanda finansal olarak da tamamen serbest olacak.
Ayrıca Din İşleri Dairesi’nin “yurtiçi ve yurt dışından yapılan bağışları kendi bütçesine alıp
harcama yetkisi” olacak. Bu da sadece para harcamak bakımından değil,
kaynak yaratmak bakımından da tamamen serbest bir Din İşleri Dairesi anlamına
geliyor. Bütünü düşünüldüğünde devlet içinde devlet, hiçbir Daire’nin sahip
olmadığı tam bir serbestlik ve kendi başına bir Bakanlık gibi hareket etme
imkanı anlamına gelen bu değişikliklerin yasal hale gelmesi, sizce de ciddi
tehlikeler barındırmıyor mu?
Din Görevlileri
Değişiklik ile, Din İşleri Dairesi Yasası’nın 2.
Maddesi’ne “Din Görevlisi” diye yeni bir
tanım getiriliyor. Buna göre, din görevlisi tanımına uyan kişiler tıpkı diğer daire memurları,
gibi asıl ve sürekli görevleri yerine getiren ve daire bütçesinden aylık alan
kişiler olacak. Bu aslında şu anlama geliyor: Aynı değişikliğin 7A Maddesi
TC-kktc arasında imzalanan protokoller uyarınca yurtdışından gelen din
görevlilerinin devlet memuru olacağını belirtiyor. Yani Din İşleri Dairesi’nde,
Türkiye’den gelen din görevlileri, devlet memuru gibi çalışacak ve maaş alacak.
Bunun
Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtelim. Anayasa’nın 120 ve 121. Maddelerindeki
düzenleme “Devletin genel yönetim
ilkelerine göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asıl ve
sürekli görevler, kamu görevlileri eliyle yürütülür" olgusunu şart
koşuyor. Ama Din İşleri (Değişiklik) Yasa Tasarısı, önce 2. Maddede “Din
Görevlisi” diye bir tanım yaratıp ardından da 7A maddesi aracılığı ile
Türkiye’den protokol gereği gelecek personeli bu tanıma sokup, devlet memuru
statüsü kazandırarak Anayasa’yı ihlal ediyor.
Bilindiği
gibi ülkemizde dinsel inancını salt İslam çerçevesinde ifa etmeyen birçok
topluluk mevcut. Ancak İslam inancı da onlarca farklı coğrafyada, yüzlerce
değişik biçimler almış bir yaşam biçimi. Bizim ülkemizde de İslam’ın özgün bir
yorumu ve Türkiye’den farklı bir uygulaması yaygın. Bu özgün biçim yüzyıllar
içinde gelişmiş, halkımıza karakterini veren temel öğelerden biri. Oysa şimdi,
Türkiye’nin kendine özgü İslam yorumu, devlet eli ile baskın kılınmak üzere
harekete geçilmiş durumda. Kişisel olarak her bireyin hangi dinsel pratiği
tercih ettiği veya doğru bulduğu kendi bireysel kararıdır. Ancak bir ülkede
yaygın olarak bulunan bir pratiğin, devlet eli ile başka bir ülkenin pratiğine
doğru evriltilmesi; üstelik bunun için Anayasa’nın da ihlal edilerek, bir takım
protokollerle geçici olarak görev yapan kişilere devlet memuru statüsünün
sağlanması bir toplum mühendisliği projesidir. Kabul edilebilir bir yanı
yoktur.
Kur’an Kursları
Geçmişte
yasal olup olmadığı sıkça tartışılan Kur’an Kursları, Yasa’nın 6. Maddesi’nde
yapılan değişiklik ile Daire’nin görevleri arasına ekleniyor. Bu kursların “Eğitim Bakanlığı ile istişare içinde”
gerçekleştirileceği yazılmasına rağmen, bunun Daire dışından bir kurumca
herhangi bir onaya veya denetime tabi olmayacağını da belirtelim. Ama bundan
çok daha önemlisi Kur’an kurslarının yasallaşarak yaygınlaşacak olması ve her
bölgede dinsel gericiliğin devlet eli ile örgütlenmesidir. Üstelik bu kurslar
için hiçbir pedagojik şart, yaş sınırı vb. düzenleme getirilmiyor. Her yaştan
çocuk, henüz soyut düşünme noktasında zihinsel olgunluğa erişmeden, bilim dışı
bir “eğitim” ile karşı karşıya kalacak. Ve bu artık yasal olacak!
Din İşleri Dairesi: 67
Kişiden 364 Kişiye
Yukarda
sayılan siyasi, eğitimsel ve finansal erkin icra edilebilmesi için Din İşleri
Dairesi’nin personel sayısı da arttırılıyor. Mevut durumda 67 kişi olan Din
İşleri Dairesi personel sayısı, değişiklikten sonra 364 kişiye ulaşacak.
Daire’nin bir bakanlık veya başlı başına bir devletçik gibi davranacağı, sadece
eklenen yeni kadro sayısına ve hizmet sınıflarına bakarak bile anlaşılabilir.
Daire’nin kadrolu memurları arasına; imam-hatip, müezzin-kayyum, mimar, mühendis,
idare memuru, kitabet memuru gibi görevliler eklenerek 297 yeni istihdam
hedefleniyor.
Ufak
bir kıyaslama yapılabilmesi için, Çalışma Dairesi’nin kadro sayısını göz önünde
bulundurabiliriz: Çalışma yaşamı ile ilgili her türlü düzenlemeyi yapmakla yükümlü
olan Çalışma Dairesi’nin yasasında kktc geneli için sadece 89 kadrolu memur
öngörülmüş durumda. Bu 89 kişi ile Daire; tüm işyerlerinin kaydını, denetimini,
iş kazalarının önlenmesini, işçiler için iş ve patronlar için işçi bulmayı,
maaş, yıllık izin, ek mesai, haksız işten durdurma gibi konuların kontrolünü,
meslek hastalıklarının önlenmesini, özürlü bireylerin istihdamını, istihdam
edilemeyen özürlü bireylerin finansmanını, kayıt dışı işçiliğin önlenmesini,
çalışma izni prosedürlerinin yerine getirilmesini, sendikal konuların karara
bağlanmasını, tüm bunlarla ilgili sorunların uyarılmasını, cezalandırılmasını
ve mahkemeye taşınmasını yürütmek durumunda. Fiili personel sayısı ise
öngörülen kadronun yarısından biraz fazla, Daireye de 12 yıldır tek bir kadrolu
personel istihdam edlmiş değil!
Nasıl Bir Laiklik?
Laik
bir devletin, her dine eşit mesafede durması ve vatandaşlarının dinsel
inançlarını veya inançsızlıklarını huzur içinde yaşayabilmesi için uygun
koşulları yaratması gerektiği açıktır. Ülkemizde sadece İslam dinine mensup
bireylerin yaşamadığı, çok geniş bir Alevi topluluğun varlığı, hiçbir inanca
mensup olmayan bireylerin yaygınlığı ve kendi imkanları ile varolmaya çalışan
Hristiyan topluluklar olgusu da bilinen gerçeklerdir.
Tüm
bunlar ortadayken, İslam dininin tek bir mezhebini ve onun da sadece tek bir
yorumunu “din” olarak kabul eden bir “Din İşleri Dairesi”, nasıl bakarsanız
bakın Laiklik tanımına denk düşmez. Öte yandan müslüman veya değil her bireyin
dinsel inançlarını huzur içinde yaşayabilmesi için devletten bazı haklar talep
ediyor olması da anlaşılır bir durumdur.
Bazı
kişilere göre her köyde bir veya iki cami, Kur’an kursları, külliyeler, 364
kişilik personeliyle ve siyasal, eğitimsel, finansla yetkileriyle devasa bir
Din İşleri Dairesi temel bir ihtiyaç olabilir. Ama her köyde bir sağlık ocağı,
her köyde ilkokul olması da bir ihtiyaçtır. Kadın cinayetleri artarken
ülkemizde tek bir sığınma evi dahi yok, iş cinayetleri rekor kırarken Çalışma
Dairesi’nin yasal kadrosu 90 kişi bile değil, devlet okulları, devlet
hastaneleri parasızlıktan dökülüyor, toplu taşımacılık veya sosyal konut gibi
kavramlar ağıza dahi alınmıyor. Tüm bunlara ayıracak bütçesi olmayan bir
devletin, bir dinin bir mezhebi için 300 kadrolu personel almasını önermek
makul değildir.
Laik
bir devlet söz konusuysa, binlerce Alevi yurttaş tek bir Cemevi’na sahip
değilken, ilkokuldan fazla camisi olan bir coğrafyada yeni camiler yapmak üzere
mühendis, mimar kadroları açmak makul değildir. Üstelik bu durum, değil laik
bir devlet için, vatandaşlarının eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gbi temel
ihtiyaçlarını önemseyen bir İslam devleti için bile makul değildir.
Yapılmaya
çalışılanın İslam çerçevesinde bile kabul edilebilir olmadığı, aslında dini
istismar ederek siyasal ihtirasların aleti kılmak çabası olduğu açıktır.
İğneyi Kendimize Batıralım
Dinsel
gericiliğe ve istismara karşı yürütülen mücadelenin, dine karşı bir
mücadeleymiş gibi gösterilmesi en sık kullanılan manipülasyon yöntemlerinden
biridir. Bu çerçevede “türban özgürlüğü” “Kur’an kursu alma özgürlüğü” ve “yasakçı,
zorba laiklik anlayışı” gibi argümanlar sık sık kullanılır. Ve ne yazık ki,
emek eksenli bakmaktan yoksun, sınıfsal perspektifini yitirmiş sözde çağdaş
siyasal pratikler de böylesi eleştirilere haklılık zemini sunar. Gelin
Değişiklik Yasası’nın en çok tartışılan boyutu olan Kur’an kursları meselesine
bu çerçeveden bakalım ve siyasal, sendikal pratiğimizi yeniden düşünelim.
Bilindiği
gibi bütünü Komite’den oy birliği ile geçen Değişiklik Tasarısı’nın, teker
teker tartışılan maddelerinden sadece Kur’an kursları ile ilgili olanına itiraz
geldi. İtiraz, bugüne kadar yasadışı sayılan durumun yasal hale gelmesini
kabullenip yapılacak olan kursların tüm prosedürünün en ince detayına kadar
yasaya yazılması savunusuyla yapıldı. Laikliğin yukardan ve baskı ile
uygulanmasına en uygun örnek burada görülebilir: Dine dair her şeyi
yasaklayabiliyorsan yasakla, yasaklayamıyorsan boğucu bir denetime tabi tut!
Oysa
benimseyelim veya benimsemeyelim, her fikri pratik gibi din olgusunu da,
yasaklamalarla veya boğucu bir denetimle sindirmek mümkün değildir. Nitekim
bugün, çocuklarını Kur’an kurslarına yazdıran aileler büyük oranda bunu kendi
gönüllü iradeleri ile yapmaktadırlar. Ve bu kursların yapılmasına yönelik
talebin varlığı, birçok liberalin “yasaklarsak yer altına iner, yasallaştırıp
biz denetleyelim” şeklindeki fikrine vesile olmaktadır. Oysa emek eksenli,
devrimci bir laiklik yaklaşımı daha vardır.
Öncelikle,
bugün ülkemizde çocuklarını dini cemaatlere emanet eden veya yaz dönemlerinde
Kur’an kurslarına yazdıran ailelerin birçoğunun dinsel değil yaşamsal
motivasyonlarla hareket ettiğini görmek gerekiyor. Birçoğu özel sektörde
çalışan, işyerinin sunduğu bir kreş imkanına sahip olmayan, gece geç saaatlere
kadar eve uğrayamayan ve özel okula verecek parası olmayan aileler için;
ücretsiz Kur’an kursları, yaşamsal bir alernatiftir. Dinsel inancı olmayan,
Kur’an kurslarını onaylamayan veya Alevi olduğu bilinen birçok ailenin
çocuklarını Kur’an kurslarına yazdırmak zorunda kaldığı bir olgudur. Çünkü bu
kurslar ücretsiz bir şekilde “çocuk bakımı” hizmeti sunmaktadır.
Kur’an
kurslarını yasaklayarak ortadan kaldırmayı hedefleyen üst sınıf veya küçük burjuva
anlayışın algılayamadığı şey işte budur. Özel sektör emekçilerinin birçoğuna
Kur’an kurslarından farklı başka bir imkan sunulmamaktadır.
Şimdi
bir düşünelim: Sendikalaşmış bir özel sektörde, çalışanların çocukları için
ücretsiz kreş, etüd imkanları sunulsa; devlet 297 yeni istihdamla Din İşleri
Dairesi’ni şişirmek yerine, yaz döneminde bilim, müzik, tiyatro, edebiyat,
sağlıklı beslenme, satranç gibi kurslarla ücretsiz alternatifler yaratsa ve
aileler makul saatlerde işlerinden çıkıp insanca bir aile ortamında
çocuklarıyla vakit geçirebilseler, yıllık izin kullanıp yaz döneminde çocukları
ile olabilseler; Kur’an kurslarına talep şimdiki gibi fazla olacak mıdır?
Devlet
vatandaşlarının dinsel ihtiyaçlarını karşılayacak önlemleri alırken, bilimsel
zemindeki tartışmadan tek bir geri adım atmadan hareket etse; yani bireysel
vicdani terche saygı ile felsefi-bilimsel kıyasıya mücadeleyi el ele yürütse;
dinsel düşünce bu kadar yaygın olacak mıdır?
Elbette
siyasal islamı devlete egemen kılmak isteyen insanlar yine olacak, onları
destekleyen bir kitle de bulacaklardır. Ancak ne kitle tabanları ne de siyasal
güçleri bugünkü gibi olabilecektir.
Oysa
ülkemizin “sol” partileri bugüne kadar yoksulluğun ve alternatifsizliğin
yarattığı siyasal din olgusuna yasak veya denetim dışında bir alternatifi ne
önerdiler ne de uyguladılar. Benzer şekilde özel sektörün sendikalaşması için
kılını kıpırdatmayan kamu sendikaları, en azından yaz döneminde özel sektörün
çocukları için ücretsiz bir kurs altternatifi yaratmak zahmetine katlanmadılar.
Çaresiz insanlara, öğütler ve nasihatler vererek, olmayınca da yasaklara
başvurarak sorunları çözme çabası nafiledir.
Belki
bugün, Din İşleri (Değişiklik) Yasası’na karşı mücadele ederken, özel sektörde
sendikalaşmayı, devletin ücretsiz ve yaygın yaz kursları sağlama görevini, bireylerin
vicdani tercihlerine saygı duymak ile bilimsel düşüncenin yaygınlaştırılması
için dinsel bağnazlığa karşı mücadelenin ayrılabileceğini yeniden düşünmemizin
de zamanı gelmiştir.
Çok geç olmadan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder