Yakın bir geçmişe
kadar ülkemizde emek hareketinin sorunlarından bahsedildiğinde konu, memurların
sıkıntılarından öteye gidemiyordu. Bunda kamu hizmetlerine yönelen saldırının
ve kamuda çalışan emekçilerin sendikalı olmasının da etkisi büyük.
Eğitim, sağlık vb.
hizmetlerin kamusal olarak sunulmaktan uzaklaşması için sistematik olarak
yürütülen niteliksizleştirme politikaları, kamu emekçilerinin hem özlük
haklarında hem de kamuoyu nezdinde itibarlarında ciddi bir gerileme ile paralel
gelişti. En bariz gösterenini Göç Yasası’nda bulan bu gerileme karşısında
kamuda örgütlü sendikaların neredeyse denemediği yöntem kalmadığı halde, hiçbir
başarı elde edilemedi. Bugün, Göç Yasası’ndan istihdam edilen memur sayısı
giderek artarken, kamu sendikalarının yönetimlerini elinde bulunduran Göç
Yasası öncesi memurlar ile Göç Yasası sonrası memurlar arasında da gözle
görülür bir duygusal gerilim tırmanmakta. Kısacası, Göç Yasası’nın geçişi
sadece yeni istihdamların özlük haklarını geriletmekle kalmadı, sendikaların
gücünü zayıflatan, birliğine sekte vuran bir etkide de bulunarak çifte zarar
verdi, halen de veriyor...
Tüm bu süreç boyunca
mevcut kamu sendikalarının yönetimleri, sürekli savunmada kalmayı tercih
ederek; genel olarak kamusal haklara yönelen saldırıyı tüm emekçi kesimlerini
kapsayan bir strateji ile göğüslememeyi tercih etti. Özel sektör çalışanlarının
dayanılmaz hale gelen sıkıntılarını sahiplenmek yerine, kamudaki sorunlara
sıkışıp kalan bir hat ısrarla bozulmadı. Hatta bu öylesine tutarlı bir hale
evriltildi ki; genel bir “Göç Yasası eleştirisi” dışında, Göç Yasası’ndan
istihdam edilen memurları dahi dışlayan bir sendikal duruşla duygusal, pratik
taban daraltıldıkça daraltıldı.
Sendikalar bugün
mahkum edildikleri yalnızlığı neredeyse bilinçli olarak seçti...
***
Bunun aksine, özel
sektörde artık dayanılmaz hale gelen koşullar nedeniyle ciddi bir öfke büyüyor.
Örgütlü olmanın güvencesinden yoksun olduğu için, aslında bir anlamda çaresiz
de olan özel sektör çalışanları için hayat her geçen gün daha da katlanılmaz
hale gelmekte.
İş cinayetleri, iş
kazaları, meslek hastalıkları, izin kullanma zorlukları, ek mesai mevhumunun
olmaması, bitimsiz ve sınırsız çalışma saatleri, insan onuruna yakışmayacak
muameleler, sigortasız çalışma, hastalık izni dahi kullanamama ve bazı
durumlarda maaşların geç ödenmesi hatta aylarca ödenmemesi gibi uygulamalar;
özel sektörü gittikçe bir köle pazarına çeviren şekil aldı.
Bu duruma basın
bildirisinin ötesine geçmeyen göstermelik tepkiler gösteren, hiçbir somut talep
ortaya koymayan ve en önemlisi kamu emekçileri ile özel sektör emekçilerini
birleştirecek hiçbir stratejisi olmayan sendikalar her şeyi seyretmekle
yetindiler. Ama mesele sendikalardan ibaret değildi, hala da değil...
Benzer bir kayıtsızlık
“sol, sosyalist vb.” örgütler ve hatta “aydınlar, kanaat önderleri” için
geçerli oldu. Özel sektör emekçileri sesini çıkaramadıkça, yaşadıklarını sineye
çektikçe ve tepki veremedikçe, yani “medyada görünür olamadıkça”, bu kesimler
tarafından da görmezden gelindiler. Retorik düzeyinde dahi sıkıntıların dile
getirilmesine gerek duyulmadı. Bunun yerine ciddi bir finansal, kitlesel imkana
sahip olduğu düşünülen, medya ve kamuoyu önünde de prestijli olduğu varsayılan
sendikaların kanatlarının altında siyaset yapmak tercih edildi.
Kamu sendikalarının
gündemleri terennüm edildikçe, büyüyen bir kitleselliğe ulaşılacağı, sol
hareketin kitle sorununun, aydınların finansal sorunları ile müzmin onaylanma
ihtiyacının bu yolla çözüme ulaşacağı varsayıldı.
Böylece özel sektöre
kör bir sendikal, siyasal, ideolojik “muhalefet” ortamı; neredeyse çöl gibi bir
siyasal iklim memlekete çöktü...
***
Bunun ne kadar yapay
ve kırılgan bir yanılsama olduğu ise artık son üç yılın pratiği ile görünür
halde...
Bağımsızlık Yolu’nun
“özel sektörde sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması” talebi ile başlattığı
çağrı, üç yılda çığ gibi büyüdü. Kampanyanın iş kazaları, özlük hakları,
insanlık onuru, dinsel gericilik, çocuk emeği, kayıt dışılık, kadın emekçilere
yönelik tacizler, ekolojik sorunlar ve siyasal alternatifsizlik ile bağ kuran
ısralı vurgusu siyasal görüşü ne olursa olsun tüm özel sektör çalışanlarının
kalplerine temas etti...
Özel sektörde sendika
olması durumunda, ülkemizde nelerin tartışılacağı, nelerin değişebileceği,
nelerin bu sendikasızlıktan fırsat sağlanarak rahatça yapılabildiği; basit,
gündelik ve net bir dil ile konuşulur hale geldi.
Bugün özel sektörün
sorunları üç yıl öncesine göre çok daha yoğun konuşuluyorsa, bunda söz konusu
kampanyanın büyük bir etkisi var. Üç yıl öncesine kadar görmezden gelinen
devasa bir sorun bugün artık sendikalarından, aydınlarına ve sol örgütlerine
kadar her kesimin dilinde...
Bunu görmek için,
Bağımsızlık Yolu’nun çalışma yaşamına dair tespitlerini ve önerilerini çürütmek
amacıyla farklı alternatifler türetmeye çalışan sağ, “sol”, sosyalist
kesimlerin ve AB’den maaşlı “aydınların” çırpınışlarına bakmak yeterli...
Üç yıl önce
gündemlerinde dahi olmayan bir soruna dair nasıl uzmanlık tasladıklarına,
Bağımsızlık Yolu tarafından önerilen sendika zorunluluğu ve Çalışma Dairesi’nin
etkinleştirilmesi önerilerinin boşa çıkarılması için nasıl çırpındıklarına
bakarak, aslında esas dertlerinin özel sektör emekçileri değil, onları “barışa
taşıyacak finansmanı elinde tutan” özel sermaye ile iyi ilişkilerini bozmamak
olduğu anlaşılabilir.
Ama en net kıyaslama
bir sonraki seçim döneminde siyasal seçim partilerinin özel sektörün
sorunlarına dair getireceği önerilerle, bir önceki seçim döneminde söylemiş
oldukları üzerinden yapılabilecek. Bir önceki seçim döneminde söylenenlerin
koskoca bir sıfır olduğu biliniyor. Bir sonraki seçim döneminde ise, özel
sektör emekçilerinin sorunlarının neredeyse Kıbrıs sorunu kadar konuşulacağını,
bu konuda suskun kalan partilerin ciddi bir tepki toplayacağını söylemek için
kahin olmaya gerek yok...
***
Ama özel sektör
emekçilerinin maruz kaldığı günlük zulümün gündeme gelmesi, konuşulması, bütün
boyutları ile masaya yatırılması, çözüm önerilerinin yarışması, geçmişe göre
bir olumluluk da olsa tek başına yeterli değildir. Bununla yetinilirse, özel
sektördeki sorunlar da dile düşen her mesele gibi seçim malzemesi yapılarak
laftan ibaret bir reklam kampanyasının parçası kılınacak, gündelik demagojinin
soğuk sularında boğulacaktır.
Bizim ihtiyacımız
olan, özel sektör emekçilerinin sorunlarını çözme iradesidir. Böylesi bir irade
ise, aydın bilgiçliği ile geviş getirerek veya seçim partilerine oy devşirerek
değil, sınıf mücadelesi perspektifi ile örgütlenerek oluşabilir. Kamuda ve özel
sektörde çalışan emekçilerin birleşik sınıfsal mücadelesi için daha yürünecek
çok yol vardır. Bağımsızlık Yolu, konuşmakla yetinmeyip, değiştirmek isteyen
her insanımızla birlikte; özel sektörde sendikal örgütlenmenin yaratılması için,
bu yolu santim santim açmaya kararlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder