Mont Pellerin ve Crans Montana trajedilerinden sonra
“bütünlüklü çözüm” cephesi ciddi sarsıntılar geçiriyor. Başını CTP’nin çektiği
her cephenin dağılışında olduğu gibi, bu meselede de kürkçü dükkanını terkeden
tilkiler kendi aralarında en büyük eleştirmen rolünü kapmak için yarışmaya
başladı.
Her allahın günü “rekabet, hırs, haset” eleştirisi
yapanların, dün omuzlarında taşıdıklarına, bugün “kim önce tekmeyi basacak”
diye itişip kakışmalarını izlemek keyifli olabilirdi... Eğer başka bir ülkede
yaşıyor olsak ve Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar, iktidar sorunu demek
olan Kıbrıs sorununun çözümüne dair kaygılarımız olmasa, gerçekten seyirlik bir
durumdur söz konusu olan.
Ancak bugün “parça parça çözüm”cüler ile “bütünlüklü
çözüm”cüler arasında cereyan eden “tartışmanın”; on yıllardır bu eski dostlara eleştiriler
yöneltenlerin esas vurguladığı noktaları silikleştiren bir işlevi de söz
konusu. Bu nedenle, önümüzde cereyan eden hengameyi bir miktar analiz etmek
şart...
At izi ile “tilki” izini birbirinden ayırmak istiyorsak
tabii...
***
Bugün adına “bütünlüklü çözüm” denilen ve “parça parça
çözüm” ile karşıtlık içerisinde sunulan olgu, aslında bildiğimiz “güven
arttırıcı önlemler” dizisi ile destekli bir yazılı anlaşma çerçevesinde
oluşturulacak federasyon projesidir.
Federasyon olgusu ortaya çıktığı ilk günden itibaren, en
azından teorik ve sözel düzeyde “güven arttırıcı önlemler” yaklaşımını hep
içinde barındıran bir yapıya sahip oldu. Bu önlemlerin ne olacağı, nasıl
uygulanacağı vb. noktalarda farklılıklar olsa da, federasyon fikrine sahip
çıkan hiçbir özne, güven arttırıcı önlemlerin gerekliliğini, en azından fikren
reddetmedi. Ama fikren reddetmemek ile fiilen uygulamak arasında da her zaman
bir açı oldu... Böylece sanki federasyonu savunmak ile güven arttırıcı
önlemleri uygulamak arasında bir bağdaşmazlık varmış gibi bir algı oluştu...
***
Devrimci sol, 1970’li yılların ikinci yarısında siyaset
sahnesine adımını attığı günden beri bu açının eleştirisi ve “görüşmelere
endeksli” çözüm anlayışının sorgulanması üzerine odaklandı. CTP çizgisi
“kapsamlı görüşmeler”in ne kadar hayati olduğunu, görüşmecilere uluslararası
baskının arttırılmasının sorunu çözecek ana unsur olduğunu vurgularken;
devrimciler de günlük hayatın ihmal edilerek “zirvelere odaklı” bir barış
sürecini başarıya ulaştırmanın imkansızlığına veya günlük hayat ile barış
arasındaki ilişkiyi gözden kaçırmanın sakıncalarına işaret etti. Güven
arttırıcı önlemlere dair söylenenler ise hep bu noktanın vurgulanması amaçlı
olarak dile getirildi...
Karşılıklı geçişlerin başlaması, kapıların açılması,
Maraş’ın açılması, Maronitlerin evlerine geri dönmesi vb. güven arttırıcı
önlemleri bile uygulatmakta başarısız bir uluslararası yapının, kapsamlı
müzakereleri sonuçlandırmak bakımından ne kadar işlevsel olacağı sorgulandı
devrimciler tarafından ve esas öznenin halklar olduğu vurgulandı...
Bu, “kapılar ve Maraş açılsın da tamamdır” anlamına
gelmiyordu...
Bu, “müzakerelere karşıyız siz kapıları ve Maraş’ı açın”
anlamına da gelmiyordu...
Bu tamı tamına şu anlama geliyordu; “Ne müzakerelere ne
güven arttırıcı önlemlere karşı değiliz. Ama siz kapıları veya Maraş’ı açmaya
bile gönüllü değilsiniz. Müzakereleri sonuçlandırmayacağınızı da buradan
anlıyoruz. Kapıları veya Maraş’ı açacak olan da Kıbrıs sorununu çözecek olan da
halktır.”
Böylece, yıllar boyunca Kıbrıs sorunundaki sol içi
kamplaşma; müzakere sürecini yürek çarpıntısı ile takip edip uluslararası
güçlerden medet uman CTP çizgisi ile, gündelik hayatın önemini vurgulayan ve
kapsamlı müzakereler denen sürecin bir hipnozdan ibaret olduğunu anlatmaya
çalışan devrimci çizgi arasında oluştu...
Hakkını yemeyelim; CTP etrafında oluşan cephe, son
noktanın kapsamlı müzakerelerle konacağını ancak güven arttırıcı önlemlerin de
bu yolda bir adım olduğunu her zaman söyledi. Ama her defasında “içinden
geçilen kritik dönemde” odaklanılması gereken çok önemli bir zirve vardı! Bu
yüzden de güven arttırıcı önlemler, “isteyerek değil, o günün koşulları gereği
mecburen” sonraya bırakıldı. Ardından zirve çöktü, kriz oldu, güven arttırıcı
önlemler unutuldu, görüşmeler durdu... Ta ki yeni bir “çok önemli zirve”
gündeme gelene kadar... Fikren reddedilmeyen güven arttırıcı önlemler, fiilen
ertelendi...
***
Bugün Crans Montana’dan sonra zirvelere ve liderlere dair
oluşan hayal kırıklıkları dizisinin doruk noktasındayız. CTP çizgisinden bir
grup, güven arttırıcı önlemlerin elli yıldır ertelenmesine artık tahammül
edemiyor ve derhal uygulanmasını istiyor. Geriye kalanları “parça parça çözüm”e
karşı çıkarak esas çözümü sonsuza kadar ertelemekle, yani statükoculukla
suçluyorlar...
Bereket versin ki, esen her rüzgarla pozisyonunu
değiştirmeyen ve durduğu yeri felsefi temelini de kavrayarak savunabilen Niyazi
Kızılyürek gibi “bütünlüklü çözümcüler” de var. Niyazi Kızılyürek, son yazısı
ile bir yandan güven arttırıcı önlemlerin neden “federal çözüm ile zıtlık
içinde” lanse edildiğini sorarken; eski dostlarının bu yeni çizgilerinde
kiminle yürüdüklerine dikkat etmesini salık veriyor... Bütün CTP’lilerin
korkulu kabusu Kudret Özersay oradaysa, sakın bu “parça çözüm” statükonun bir
oyunu olmasın?
Böylece sol çözümcüler arasındaki saflar netleşmiş
oluyor: Parça parça çözümcülere karşı, bütünlüklü çözümcüler! Her ki taraf da
diğerini klasik eleştirisi ile itham ediyor ve statükocu olduklarını ima veya
ifade ediyor. Ve bu kez her iki taraf da haklı...
Haklılar, çünkü statüko bölünmüşlüğün devamı kadar,
bölünmüşlüğü halkı dahil etmeden giderme girişimlerinin de adıdır.
Statüko, Kıbrıs sorununun “Kıbrıs halklarının söz, yetki,
karar, iktidar sorunu” demek olduğunu inkar etmenin ta kendisidir. İster parça
parça, ister bütünlüklü olarak yürütülsün halkın örgütlü gücü ile yürütülmeyen
her türlü süreç, statükonun pekişmesine varacaktır. “Kapsamlı müzakereler”e bel
bağlanarak elli yılda anlaşılan bu gerçek, “parça parça çözüm”e bel bağlanarak
elli yıl daha devam edecektir.
***
Gelin bir düşünelim...
Onlarca yıldır devam eden Kıbrıs sorunu müzakerelerinde
iki halkın yakınlaşması, kaynaşması, tanışması yolunda atılmış en önemli adım
nedir? Her iki milliyetçiliğin de en temelsiz efsanelerini kökünden sarsan ve
halkların birbirlerini somut olarak tekrar deneyimlemesine fırsat veren en
ciddi gelişme hangisidir? Karşılıklı geçişlerin serbest kalması değil midir?
Karşılıklı geçişlerin serbest bırakılmasını yada halk
arasında söylendiği şekli ile kapıların açılmasını sağlayan ne olmuştur?
Kapsamlı müzakereler mi yoksa parça parça çözüm
perspektifi ile yürürlüğe konulması kararlaştırılan güven arttırıcı önlemler
mi?
Cevabı hepimiz biliyoruz: Halkın fiili, meşru ve militan
mücadelesi...
İşte birbirini statükoculukla itham eden iki kampın da
küçümsediği ve hesaba katmadığı, tam da bu sebepten statükocu olarak
tanımlanmayı hak ettiği temel gerçek budur: Halk...
***
Kıbrıs sorununun çözümü mücadelesi, Kıbrıs halklarının
söz, yetki, karar, iktidar sorununun çözümü mücadelesidir. Bunun için de,
halkların somut sorunlarının somut bir örgütlülük içerisinde çözümü için
yürütülecek “kapsamlı mücadelelere” ihtiyaç vardır.
Devrimcilerin yıllardır söylediği de budur: Trafikte
yaşanan cinayetlere müdahale edemeyişimiz Kıbrıs sorundur. Orman yangınlarına
çözüm üretemeyişimiz, kadın cinayetleri, iş cinayetleri ve dinsel gericilik
karşısında elimizin kolumuzun bağlı oluşu Kıbrıs sorundur. Kıbrıs sorunu on iki
saat çalışan süpermarket kasiyeridir. Örgütlenemeyen özel sektör, artmayan
asgari ücrettir, deniz kıyısında cebimizden çalınan giriş ücretidir...
Özelleştirilen su, Karpaz’daki talan, betonla doldurulan denizler, sigortasız
çalıştırılan işçiler, soruşturulamayan yolsuzluklar, açılamayan kadın sığınma
evidir Kıbrıs sorunu...
Bu sorunu ancak günlük hayatın getirdiği sınıfsal
sorunlar karşısında, emek eksenli bir örgütlenme ile mücadele yürüten halk
çözebilir. Zaten sorunu çözmekte çıkarı olan tek kesim de gene halktır. İster
parça parça isterse de kapsamlı olarak hareket edecek halktan kopuk elitler,
sorunun devamından geçinen uzmanlar değil...
Bu yüzden trafik güvenliği, orman yangınları, kadın
cinayetleri gibi günlük konuların çözümüne dair mücadele, Kıbrıs sorununun halk
açısından çözümüne dair mücadeledir. İkisi arasında bir karşıtlık veya
ilişkiden değil, iki sorunun aynı şeyin farklı görünümleri olduğundan
bahsediyoruz. Bu “bütünlüklü ve parçalı çözümcülerle” aramızdaki ideolojik bir
farktır. Bağımsızlık Yolu “Beleş Deniz” mücadelesini sosyalizm mücadelesi
olarak görür; trafik sorununu da Kıbrıs sorunu olarak ve meseleyi siyasal,
örgütsel, nesnel ve öznel faktörlerin gereğine göre her iki yönünden de
tutabilir…
Oysa parçalı veya bütünlüklü çözümcü tilkilerin eninde
sonunda geri döneceği kürkçü dükkanı AB iken, mumları da bir sonraki “kritik
zirveye” kadardır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder