İki yabancı uyruklu işçinin, ikamet izinsiz olarak adada bulunmaları gerekçesiyle mahkeme önüne çıkarılmaları sonrası yaşananlar, dün gündemde yer buldu. Davaya bakan yargıç işçileri dinlerken; her iki işçi de farklı yerlerde çalıştıklarını, çalışma izinlerinin yapılmadığını, maaşlarını alamadıklarını ve patronları tarafından bu duruma düşürüldüklerini ifade ettiler!
Polise işçilerin iddiaları konusunda bir tahkikat yapıp yapmadığını soran yargıç, böyle bir araştırma yapılmadığını öğrenince, “işverenler” hakkında soruşturma başlatılması emir verdi. Mahkemenin bu kararı birçok gazetede ön sayfalardan verilirken, gündem hakkında yorum yapan çeşitli kanallarda uzun uzun aktarıldı.
Ülkemizde giderek genişleyen bir özel sektör çalışanları kitlesi var. Biz sosyalistler bu kesime işçi sınıfı diyoruz. Ancak “sınıf” kelimesine bile alerjik olan toplumsal muhalefet, bu tür vakaları “kötü işveren”, “ahlaksız kişi” zemininden değerlendirmekle yetiniyor!
Sınıfsal olguları, ahlaki bir zeminden
değerlendirdiğinizde, sokak hayvanlarına duyduğunuz sempatinin bir kısmını da
işçilere yönlendirerek meseleyi kendi vicdanınızda kapatabiliyorsunuz! Nitekim
olaya verilen tepkilere bakıldığında bu tutumu görmek hiç de şaşırtıcı değil:
“Garibanı soyuyorlar”, “ahlaksız işveren”, “insanlık ölmüş”!!!
***
Bağımsızlık Yolu’nda örgütlü
devrimciler ise, paçalarından duygusallık akan bu dili kullanmak yerine şu beş
somut talebi dile getirilyorlar:
1- İş mevzuatı İngilizce’ye
çevrilsin!
2- İş mahkemeleri kurulsun!
3- Sendikasız işçi çalıştırmak
yasaklansın!
4- Yasalara göre yasak olan “işçi
bulma” kuruluşları ve insan tüccarlığının üzerine gidilsin!
5- Kayıt dışı işçi çalıştıran
patronlara, işçiyi bir yıl boyunca istihdam etme zorunluluğu getirilsin!
***
Şu noktayı anlamak zorundayız,
kapitalizmde patronun varlık koşulu emek sömürüsüdür! Emeği sömürmeyen patron
olamaz ve kim daha çok sömürürse o daha büyük patron olur! Eğer sömürüyü
dizginleyecek kurumsal mekanizmalar mevcut değilse, ister ahlaklı olsun ister
ahlaksız tüm patronlar sömürüyü arttırmak konusunda birbirleri ile yarışmak
zorundadırlar. Aksi takdirde rakipleri karşısında ayakta kalamazlar! Durum
böyleyken esas olan sömürüyü ortadan kaldırmak, yani sosyalizmi kurmaktır. Ama
o güne kadar da sömürüyü dizginlemenin tek bir yolu vardır: Patronlar
karşısında emekçilerin güçlendirilmesi!
Emekçilerin güçlendirilmesi
sadece sendikal örgütlülükten ibaret bir şey değil elbette. Siyasal partilerin
emekten yana tutumu, yasaların emekçileri koruyacak şekilde yapılması, hukuki
destek mekanizmaları, basında kullanılan dil, emekçi olmanın saygınlığı gibi
başlıklarla bu uzatılabilir. Bunların hepsi, toplumsal yaşamdaki güç dengeleri
ile ilgilidir!
Bir toplumda hangi sınıfın güçlü
olduğunu, sokakta çalınan şarkıdan, popular olan filimden, yasaların kimi
gözettiğinden, basında kullanılan dilden, şairin şiirinden anlayabilirsiniz!
Bizim toplumumuzda hem maddi güç,
hem entelektüel güç, hem siyasi güç patronlardan yanadır! Güç patronlardan yana
olduğu için de, “ahlaklı patron” batmaya mahkumdur! Kapitalizmi ahlak ile
dizginleyemezsiniz; Örgütlülükle ve yasalarla dizginleyebilirsiniz. Çünkü
“maddi güç ancak maddi güçle yenilebilir” ve Marx’ın da söylediği gibi
“fikirler de kitleler tarafından kavrandığında maddi bir güç haline gelir.”
***
Bu meselede, işçilere en çok
acıyan, en “yüce gönüllü” olanlarımız dahi, “patron” kelimesini kullanmıyor
mesela... Bunun yerine işveren diyorlar! İşveren, işsizlere iyilik yapıp, onların
aç kalmaması için “iş veren” kişiler! Bunun “ekmeğini ben veriyorum” söyleminden
ne farkı var?
Sanırsınız ki bu patronlar, kimse
işsiz kalmasın diye hayrına iş kurmuşlar! Kendileri için hiçbir şey
istemiyorlar da, hayattaki amaçları işçilere iş bulmak! Oysa “iş verdikleri”
kadar, işten atan da aynı patronlar. Ama kimse “işsiz bırakan” diye hitap
etmiyor patronlara!
Diyebilirsiniz ki “işveren”
terimi yasada yazıyor! Peki “kaçak işçi” ifadesi hangi yasada yazıyor? Ben
söyleyeyim, hiçbir yasada yazmıyor! Yasaya göre konuşacaksak, kullanılması
gereken kelime “kayıt dışı işçi”dir.
Çalıştırdıkları işçileri kayıt
altına almak, patronların yasal yükümlülüğüdür. Hiçbir işçi kendi kendini
kaydedemez! Eğer bir işçi kayıt dışı ise, onu kaydetmemekten çıkarı olan,
maaşını, vergisini, yatırımını ve özlük haklarını kayıttan kaçarak cebine indiren
bir patron vardır! Ve “kaçak işçi” diyen herkes, bilerek veya bilmeyerek bu
patronun suçunun gizlenmesine yardım ve yataklık yapmaktadır! Kaçak olan işçi
değldir, kayıttan kaçan her zaman patronlardır. Çünkü kayıttan kaçmak karlıdır!
***
Dünkü olaya en çok tepki veren,
en duyarlı gazeteler bile “kaçak işçi” dilini kullanarak patronun sorumluluğunu
gizlemeye, patronlara “işveren” diye hitap ederek onların toplumsal konumlarını
yüceltmeye devam ettiler. Çünkü Marx’ın da dediği gibi “Egemen sınıfın düşünceleri,
her çağda egemen düşüncelerdir. Yani toplumun maddi egemen gücü olan sınıf,
aynı zamanda egemen fikirsel gücüdür.” Ve düzen içi kaldıkları, düzeni yıkmayı
hedeflemedikleri sürece, muhalifler de bundan muaf değildirler!
Hala ikna olmadınız mı? O halde
dünkü gazeteleri alın, bu konuda duygularınıza en çok tercüman olan
haberi/yazıyı açın ve bakın… Orada işçilerin fotoğraflarını göreceksiniz, orada
işçilerin açık ismini göreceksiniz! Ama patronun adını göremeyeceksiniz! Patronun
adı yoktur, çünkü patron muhaliflerin de patronudur. Patron dokunulmazdır hem
kişisel olarak hem de sınıfsal olarak! Ve bu böyle devam edecek, ta ki işçi
sınıfı sendikal, siyasal, kültürel ve hukuki gücünü bu rejimin tepesine
indirene dek!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder