4 Temmuz 2024 Perşembe

Patronun Adı Yok!

İki yabancı uyruklu işçinin, ikamet izinsiz olarak adada bulunmaları gerekçesiyle mahkeme önüne çıkarılmaları sonrası yaşananlar, dün gündemde yer buldu. Davaya bakan yargıç işçileri dinlerken; her iki işçi de farklı yerlerde çalıştıklarını, çalışma izinlerinin yapılmadığını, maaşlarını alamadıklarını ve patronları tarafından bu duruma düşürüldüklerini ifade ettiler!

Polise işçilerin iddiaları konusunda bir tahkikat yapıp yapmadığını soran yargıç, böyle bir araştırma yapılmadığını öğrenince, “işverenler” hakkında soruşturma başlatılması emir verdi. Mahkemenin bu kararı birçok gazetede ön sayfalardan verilirken, gündem hakkında yorum yapan çeşitli kanallarda uzun uzun aktarıldı.

Ülkemizde giderek genişleyen bir özel sektör çalışanları kitlesi var. Biz sosyalistler bu kesime işçi sınıfı diyoruz. Ancak “sınıf” kelimesine bile alerjik olan toplumsal muhalefet, bu tür vakaları “kötü işveren”, “ahlaksız kişi” zemininden değerlendirmekle yetiniyor!

Sınıfsal olguları, ahlaki bir zeminden değerlendirdiğinizde, sokak hayvanlarına duyduğunuz sempatinin bir kısmını da işçilere yönlendirerek meseleyi kendi vicdanınızda kapatabiliyorsunuz! Nitekim olaya verilen tepkilere bakıldığında bu tutumu görmek hiç de şaşırtıcı değil: “Garibanı soyuyorlar”, “ahlaksız işveren”, “insanlık ölmüş”!!!

***

Bağımsızlık Yolu’nda örgütlü devrimciler ise, paçalarından duygusallık akan bu dili kullanmak yerine şu beş somut talebi dile getirilyorlar:

1- İş mevzuatı İngilizce’ye çevrilsin!

2- İş mahkemeleri kurulsun!

3- Sendikasız işçi çalıştırmak yasaklansın!

4- Yasalara göre yasak olan “işçi bulma” kuruluşları ve insan tüccarlığının üzerine gidilsin!

5- Kayıt dışı işçi çalıştıran patronlara, işçiyi bir yıl boyunca istihdam etme zorunluluğu getirilsin!

***

Şu noktayı anlamak zorundayız, kapitalizmde patronun varlık koşulu emek sömürüsüdür! Emeği sömürmeyen patron olamaz ve kim daha çok sömürürse o daha büyük patron olur! Eğer sömürüyü dizginleyecek kurumsal mekanizmalar mevcut değilse, ister ahlaklı olsun ister ahlaksız tüm patronlar sömürüyü arttırmak konusunda birbirleri ile yarışmak zorundadırlar. Aksi takdirde rakipleri karşısında ayakta kalamazlar! Durum böyleyken esas olan sömürüyü ortadan kaldırmak, yani sosyalizmi kurmaktır. Ama o güne kadar da sömürüyü dizginlemenin tek bir yolu vardır: Patronlar karşısında emekçilerin güçlendirilmesi!

Emekçilerin güçlendirilmesi sadece sendikal örgütlülükten ibaret bir şey değil elbette. Siyasal partilerin emekten yana tutumu, yasaların emekçileri koruyacak şekilde yapılması, hukuki destek mekanizmaları, basında kullanılan dil, emekçi olmanın saygınlığı gibi başlıklarla bu uzatılabilir. Bunların hepsi, toplumsal yaşamdaki güç dengeleri ile ilgilidir!

Bir toplumda hangi sınıfın güçlü olduğunu, sokakta çalınan şarkıdan, popular olan filimden, yasaların kimi gözettiğinden, basında kullanılan dilden, şairin şiirinden anlayabilirsiniz!

Bizim toplumumuzda hem maddi güç, hem entelektüel güç, hem siyasi güç patronlardan yanadır! Güç patronlardan yana olduğu için de, “ahlaklı patron” batmaya mahkumdur! Kapitalizmi ahlak ile dizginleyemezsiniz; Örgütlülükle ve yasalarla dizginleyebilirsiniz. Çünkü “maddi güç ancak maddi güçle yenilebilir” ve Marx’ın da söylediği gibi “fikirler de kitleler tarafından kavrandığında maddi bir güç haline gelir.”

***

Bu meselede, işçilere en çok acıyan, en “yüce gönüllü” olanlarımız dahi, “patron” kelimesini kullanmıyor mesela... Bunun yerine işveren diyorlar! İşveren, işsizlere iyilik yapıp, onların aç kalmaması için “iş veren” kişiler! Bunun “ekmeğini ben veriyorum” söyleminden ne farkı var?

Sanırsınız ki bu patronlar, kimse işsiz kalmasın diye hayrına iş kurmuşlar! Kendileri için hiçbir şey istemiyorlar da, hayattaki amaçları işçilere iş bulmak! Oysa “iş verdikleri” kadar, işten atan da aynı patronlar. Ama kimse “işsiz bırakan” diye hitap etmiyor patronlara!

Diyebilirsiniz ki “işveren” terimi yasada yazıyor! Peki “kaçak işçi” ifadesi hangi yasada yazıyor? Ben söyleyeyim, hiçbir yasada yazmıyor! Yasaya göre konuşacaksak, kullanılması gereken kelime “kayıt dışı işçi”dir.

Çalıştırdıkları işçileri kayıt altına almak, patronların yasal yükümlülüğüdür. Hiçbir işçi kendi kendini kaydedemez! Eğer bir işçi kayıt dışı ise, onu kaydetmemekten çıkarı olan, maaşını, vergisini, yatırımını ve özlük haklarını kayıttan kaçarak cebine indiren bir patron vardır! Ve “kaçak işçi” diyen herkes, bilerek veya bilmeyerek bu patronun suçunun gizlenmesine yardım ve yataklık yapmaktadır! Kaçak olan işçi değldir, kayıttan kaçan her zaman patronlardır. Çünkü kayıttan kaçmak karlıdır!

***

Dünkü olaya en çok tepki veren, en duyarlı gazeteler bile “kaçak işçi” dilini kullanarak patronun sorumluluğunu gizlemeye, patronlara “işveren” diye hitap ederek onların toplumsal konumlarını yüceltmeye devam ettiler. Çünkü Marx’ın da dediği gibi “Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşüncelerdir. Yani toplumun maddi egemen gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen fikirsel gücüdür.” Ve düzen içi kaldıkları, düzeni yıkmayı hedeflemedikleri sürece, muhalifler de bundan muaf değildirler!

Hala ikna olmadınız mı? O halde dünkü gazeteleri alın, bu konuda duygularınıza en çok tercüman olan haberi/yazıyı açın ve bakın… Orada işçilerin fotoğraflarını göreceksiniz, orada işçilerin açık ismini göreceksiniz! Ama patronun adını göremeyeceksiniz! Patronun adı yoktur, çünkü patron muhaliflerin de patronudur. Patron dokunulmazdır hem kişisel olarak hem de sınıfsal olarak! Ve bu böyle devam edecek, ta ki işçi sınıfı sendikal, siyasal, kültürel ve hukuki gücünü bu rejimin tepesine indirene dek!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder