Rosa’nın yaşadığı dönem; bir yandan işçi sınıfının
kendiliğinden mücadelelerinin doruğunda siyasal parti bayrağının dalgalanmaya
başladığı, diğer yandan kapitalizmin emperyalist aşamasına ulaşması ile
birlikte milliyetçi ve revizyonist akımların yükselişe geçtiği bir dönemdir.
İşte Rosa bu akımlar karşısındaki duruşuyla devleşmiş, tarihe adını “Kızıl
Rosa” olarak yazdırmayı başarmış bir devrimcidir.
Tarihsel Arka Plan
İşçi sınıfının kendiliğinden mücadeleleri 1752
yılında İngiltere’de ilk sendikaların ortaya çıkması ile örgütsel form kazanır.
1824’de örgütlenme karşıtı yasaların kalkmasıyla çığ gibi büyüyen sendikal
hareket tüm Avrupa’ya yayılacaktır. Eş zamanlı olarak tüketim kooperatifleri,
dayanışma sandıkları, grev fonları gibi modellerle gelişen sınıf mücadelesi,
1848’de “Komünist Manifesto” ile siyasal bir programa kavuşur: Artık
hareketin bayrağında “üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmesi” yazmaktadır.
Marx ve Engels 1848 Avrupa Devrimleri’nin
yenilgileri ışığında bu programın bir siyasal parti aracılığı ile yürütülmesi
gerektiği sonucuna varırlar. 1850’de yayınlanan “Merkez Komitesi’nin
Çağrısı” şöyle demektedir: “İşçiler her yerde, işçi partisinin bağımsız
bir örgütünü kurmalıdırlar.”
Buna verilen ilk yanıt 1869’da kurulan Alman
Sosyal Demokrat İşçi Partisi’dir. 1911’e gelindiğinde Çin ve Japonya dahil
hemen her ülkede, diğer muhalefet partilerinden bağımsız bir işçi partisi
mevcuttur. Bu sürecin doruk noktası 1889’da kurulan ve ilkinden farklı olarak
Marksist partilerden oluşan İkinci Enternasyonal’dir.
Hareket ulusal ölçekte güçlenip uluslararası
ölçekte örgütlenirken; reformizm de hareketin içinde yayılmaya başlamıştır. Alman
partisi içerisinde reformist fikirlerin ilk sözcüsü Eduard Bernstein’dir.
Bernstein 1879 yılında görüşlerini yazılı hale getirdiğinde Marx ve Engels’in
sert tepkisi ile karşılaşmış ve sahte bir sessizliğe bürünmüştür. Engels’in
1895’de ölümünden hemen sonra, “Sosyalizmin Sorunları” başlıklı bir yazı
dizisi ile yeniden gün yüzüne çıkan Bernstein revizyonizmi, karşısında bu kez
Rosa’yı bulacaktır.
Bernstein kapitalizmin bir uyum yeteneği
geliştirdiğini, çelişkilerinin şiddetlenmediğini ve sendikaların mücadelesi ile
işçilerin yaşam koşullarının iyileştiğini söyleyerek; kapitalizmi devrimci bir
tarzda yıkmak yerine onu reformlar yoluyla ehlileştirmeyi önermektedir. Sendikalar
içerisinde kökleşmekte olan bürokrasi, emperyalist kârlarla semiren işçi
aristokrasisi ve kariyer hedefi ile hareket eden parti içi sağ kanat bu
görüşleri sahiplenir. Reformcular kısa süre sonra, işçi partilerinin burjuva koalisyonlara
katılımını savunmaya başlayacaklar, Dünya Savaşı ile birlikte de Enternasyonal
kararlarının aksine savaş bütçelerini onaylayan milliyetçi bir tutum
geliştireceklerdir.
Marksizmin Kalesi Rosa Luxemburg
Rosa Luxemburg, 1899’da “Toplumsal Reform mu,
Devrim mi?” başlığı ile kitap haline getirilen yazıları ile parti içi sol
kanadın en etkili önderi olarak öne çıkar. Yirmi sekiz yaşında Polonya doğumlu
bu Yahudi kadın, Bernstein’in tüm tezlerini teker teker çürüterek, uluslararası
tanınırlığı olan bir figüre dönüşecektir.
Luxemburg sendikal mücadelenin sınırlarını,
kapitalizmin uyum yeteneğini geliştirmesi gibi görünen olguların aslında sosyalist
inşanın koşullarını hazırladığını, reformlar ile devrimin birbirinden ayrılamayacak
bir bütünün parçaları olduklarını bilimsel temelde ortaya koyar. Ayrıntılı bir
şekilde çürütülen revizyonizm, örgütsel kaynakları kurutulamadığı için giderek
parti yönetimini ele geçirirken, Rosa da parti içi muhalefetin sözcüsü
pozisyonuna yerleşir.
İşçi partilerinin reformları ilerletmek için burjuva
koalisyonlara katılması gerektiğinin savunulması üzerine; Enternasyonal’in 1900
yılındaki Paris Kongresi’ne bir karar önergesi sunan Rosa, bugün Bağımsızlık
Yolu’nun fikirleriyle bire bir örtüşen bir metin hazırlar. Metinde şöyle
denmektedir: “Kongre… sosyalistlerin burjuva hükümetlere katılmasını
reddeder. Burjuva toplumda sosyalizm, karakteri gereği bir muhalefet partisi
olmalıdır; sadece burjuva devletin yıkıntıları üzerinde, devrimden sonra bir
hükümet partisi olabilir.” Ancak öneri reddedilecek ve revizyonizm sosyal
demokrat partiler içerisinde yayılmaya devam edecektir.
Bu sürecin doruğu; sosyal demokrat partilerin
Birinci Dünya Savaşı’nda emperyalist burjuvazi ile milliyetçi temelde
buluşmaları ve savaş bütçelerinin onaylanması olacaktır. Rosa “Alman Sosyal
Demokrasisi, 4 Ağustos 1914 itibariyle kokuşmuş bir cesettir” cümlesini
bunun üzerine yazar.
Tavizsiz bir enternasyonalist olarak, Lenin ile
birlikte, Enternasyonal’in “emperyalist savaşı iç savaşa çevirin”
kararına bağlı kalan Rosa, savaşı hapiste geçirecektir. Ölümü de, hapisten
çıkar çıkmaz katıldığı Alman Devrimi’ni boğan sosyal demokratların, bu karşı
devrimci faaliyetleri için işbirliği yaptıkları Freikorps çetesinin dipçik
darberleri altında olmuştur. Rosa reformizmle mücadele içerisinde devleşmiş,
ölümü de reformislerin elinden olmuştur. Sosyal demokrasi ve komünistler
arasına Rosa’nın kanı girmiştir...
Rosa Luxemburg’un Yanılgıları
Rosa Luxemburg ve Lenin revizyonizme karşı ve
enternasyonalizm temelinde yürüttükleri ortak mücadele yanında birçok konuda da
fikir ayrılıklarına düşmüşlerdir. Rosa’nın hapisteyken kaleme aldığı, ancak
sonradan görüşlerini büyük ölçüde değiştirdiği için yayınlamadığı “Rus
Devrimi” broşürü, ölümünden sonra yayınlanarak Bolşeviklere karşı, tavuğa
benzettiği sosyal demokratlar tarafından, kullanılmak istendiğinde Lenin şu
satırları yazar:
“Kartalın uçuşu, onu tavukların uçabildiği
seviyenin altında seyrettirebilir, ama tavuklar hiç bir zaman kartalın
yüksekliğine erişemezler. Rosa Luxemburg Polonya’nın bağımsızlığı sorununda
yanıldı; 1903’de Menşevizmi değerlendirmesinde yanıldı; Sermaye birikimi
kuramında yanıldı; 1914 Temmuz’unda Bolşeviklerin Menşeviklerle birleşmelerini
savunduğunda yanıldı; 1918 hapishane yazılarında yanıldı (ki 1918 sonunda
hapisten çıktıktan sonra ve 1919 başında yanılgılarını büyük ölçüde düzeltti).
Tüm bu hatalarına rağmen, O bir kartaldı ve bir kartal kalacak; ve O’nun
hatırası, sadece tüm dünyanın komünistleri için büyük bir değer olarak kalmaya
devam etmeyecek, aynı zamanda biyografisi ve tüm eserlerinin yayımlanması dünya
çapında komünistlerin bir çok kuşağının yetiştirilmesinde son derece faydalı
olacaktır.”
Tam da Rosa’nın isteyebileceği açıklıkla ortaya
konan bu yanılgıların hepsinde Lenin haklı çıkmıştır. Gene Lenin tarafından
belirtildiği gibi, Rosa bu yanılgılarını 1919 başında büyük ölçüde
düzeltmiştir. Özellikle parti ile ilgili konularda geç kalmış olmak, Rosa’nın
hayatına mal olmuştur.
Rosa ile Lenin “Ulusların Kendi Kaderini Tayin
Hakkı” konusunda yaşam boyu uzlaşamadılar. Rosa kadın özgürleşmesi ve tarım
reformu gibi diğer demokratik haklarda takındığı mesafeli tutumu, Polanya’nın
bağımsızlığı konusunda da sürdürmüştür. Uzlaşmaz anti-emperyalizminde ve
tavizsiz enternasyonalizminde ne kadar haklıysa, emperyalizmin dünya ölçeğine
yayılınca çöküşe gireceğine dair sermaye birikimi teorisinde de o kadar haksız
çıkmıştır.
Parti meselesinde Lenin disiplinli, devrimci
programa bağlı, demokratik merkeziyetçi bir modeli savunurken Rosa bugün
“kendiliğindencilik” diyebileceğimiz bir tutumu savunur. 1903’de ortaya çıkan
bu ayrılık, 1914’de Enternasyonal’in Rusya sorumlusu olan Rosa’nın
Bolşeviklerle Menşeviklere birleşme talimatı veren karara ortak olmasıyla devam
etti. Bununla tutarlı olarak Spartakistler 1918’e kadar sosyal demokratlardan
kopamadılar ve Alman Devrimi’ni program temelinde birleşmiş bir parti olmadan
karşıladılar. Dahası olağanüstü koşullarda ‘parti önderliğinin yeraltına
çekilerek korunması’ gibi Leninist illegalite unsurlarını tamamen reddeden
Rosa, savaşı hapiste geçirerek örgütlenme için çok değerli bir zamanı yitirmiş
oldu. Rosa bu görüşlerini değiştirip sosyal demokratlardan kopsa ve 31 Aralık
1918’de Alman Komünist Partisi’nin kuruluşuna katılsa da hem kendi yaşamı için
hem de devrim için bu çok geç kalınmış bir hamleydi.
Lenin’in sözünü ettiği “1918 hapisane yazıları”,
Rosa’nın yayınlamaktan vazgeçtiği ancak bugün hâlâ sosyal demokratlar ve her
meşrepten reformist tarafından istismar edilmekte olan “Rus Devrimi”
broşürüdür. Rosa bu broşürde köylülere toprak ve halklara ayrılma hakkı
verilmesini eleştirirken, Bolşevikleri “sınıfın diktatörlüğü yerine partinin
diktatörlüğünü” kurmakla da itham eder. Rosa’yı istismar etmeye çalışanlar,
onun hiçbir zaman değiştirmediği toprak reformu ve kendi kaderini tayine
ilişkin ilk iki görüşünü değil, Sovyet (Şura) modeline ilişkin son görüşünü ön
plana çıkarmayı tercih etmektedirler.
Rosa’nın eleştirisi Bolşevikler tarafından Kurucu
Meclis’in feshedilmesi ve Sovyet sistemine dayalı bir rejim inşa edilmesine
yöneliktir. Kurucu Meclis’in feshini antidemokratik bir tutum olarak eleştiren
Rosa bunun Bolşevik Parti’nin diktatörlüğü anlamına geldiğini söylemektedir.
Rosa hapisten çıkar çıkmaz başlayan Alman Devrimi,
ona bu konudaki hatasını düzeltmek için rehber olacaktır. 29 Kasım 1918’de “Rote
Fahne (Kızıl Bayrak)” gazetesinde Rosa’nın bu konudaki görüşleri şu
şekildedir: “Başka meselelerde olduğu gibi, bu meselede de
yalnızca iki konum mümkündür. İnsan ya proletaryayı sınıf enerjisini felce
uğratarak ve nihai sosyalist hedeflerini bulutumsu bir ışıkta eriterek hileyle
iktidarından yoksun bırakmak için Ulusal Meclis’i ister. Ya da bütün iktidarı
proletaryanın eline vermek, zaten sosyalizm hedefiyle güçlü bir sınıf
mücadelesi halinde gelişmekte olan devrimi geliştirmek ve bu amaçla emekçi
halkın büyük kitlelerinin siyasi hâkimiyetini, yani işçi ve asker şûralarının
diktatörlüğünü tesis etmek ister. Sosyalizme ya taraftarsınızdır ya karşı,
Ulusal Meclis’e ya karşısınızdır ya taraftar, üçüncü bir seçenek yoktur.” 31 Aralık 1918’de Alman Komünist Partisi
kurultayında yaptığı konuşmada bu konuya yeniden dönecektir: “İşçi ve asker
şuraları, Rus devrimine proleter, sosyalist devrim damgasını basan anahtar
kelimeler bunlardır.”
Lenin’in dediği gibi en kritik meselelerde Rosa
fikirlerini düzeltmiştir. Ölmeden hemen önce artık programa dayalı, demokratik
merkeziyetçilik ilkelerinde buluşmuş partiyi ve burjuva demokrasisine karşı
proleter demokrasisinin organları olarak Sovyetleri savunmaktadır.
O Bir Kartaldı
Rosa “Rus Devrimi” broşüründe, henüz
görüşlerini değiştirmeden önce bile şöyle demektedir: “Lenin,
Troçki ve arkadaşları dünyadaki proletaryaya örnek olan ilklerdir; şimdiye
kadar Hutten gibi bağırabilecek olan sadece onlardır: ‘Ben göze aldım!’… Ve bu
anlamda gelecek her yerde Bolşevizmindir.”
O bir kartaldı! Bunun nedeni sadece sosyal
demokrat parti içerisinde ortaya çıkan reformist ve revizyonist sapmayı en
başından çürütmesi veya emperyalizme karşı kararlı enternasyonalizmi veya
siyasal polemiklerinde dahi muhataplarının hakkını teslim eden bilimsel etiği
değil; hatalarından ders çıkarmayı bilen, kendi yanlışlarını gördüğü anda
düzelten ve bunu kişisel hiçbir komplekse kapılmadan yapan devrimci
tutarlılığıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder