Başörtüsü Tüzüğü ile ilgili mücadelenin fay hatlarından birisi geçtiğimiz hafta hareketlendi. Bu tehlikenin farkındaydık ve ilk günden beridir elimizden geldiğince dikkatli olunması doğrultusunda uyarılarda bulunuyorduk.
Toplumun ezici bir çoğunluğunu harekete geçiren her türlü mücadelenin kendi içinde gerilimli unsurları barındırması doğaldır. Toplum çatışan çıkarlardan, farklı ideolojilerden, rekabet eden önceliklerden, ileri ve geri unsurlardan oluşan bir bütündür.
Ortak mücadelelerin hedefine
ulaşması için asgari müştereklere bağlılık ve birbirini zor durumda
bırakmayacak bir karşılıklı hassasiyet kritik önem arzeder. En az bunun kadar
önemli bir diğer nokta da, geri unsurların pratikten öğrenme kapasitesine inanmaktır.
Eğer halkın sizin vaazlarınızdan
değil kendi pratiğinden öğrendiğini ve sizin bildiğinizi anlamak için mücadele
içerisinde pişmesi gerektiğini anlayamamışsanız, halktan önce sizin öğrenmeniz
gereken şeyler var demektir. İlericilerin görevi halka doğruları tebliğ etmek
değil, o doğruları halkın kendi pratiği ile bulması için en uygun koşulları
yaratmaktır.
Gelin mücadeleyi kökünden
sallamış olsa da, şimdilik atlatılmış gibi görünen son sarsıntının
unsurlarından birisi olan “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” meselesi üzerine biraz kafa yoralım.
***
“Türkçe konuşan Kıbrıslılar”
ifadesi bir süreden beridir, “Kıbrıslı Türk” ifadesini ikame etmek iddiasıyla
kullanılıyor. Bu görüşe göre Kıbrıs’ta tek halk vardır, o halk da “Kıbrıslı”
halkıdır.
İddiaya göre “Kıbrıslılar”
arasında farklı diller konuşulmakta ve bu nedenle de “Türkçe konuşan
Kıbrıslılar” ile “Rumca konuşan Kıbrıslılar” olarak iki ana öbek bulunmaktadır.
Ama sonuçta tüm Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşları Kıbrıslıdır ve dil faktörü
sadece bir detaydır!
Bu tanım ikame etmek iddiasında
olduğu “Kıbrıslı Türk” kavramını kapsayamayan dar bir tanım olması yanında,
kendi içinde de çeşitli çelişkiler barıdırmaktadır.
Hür-İş Başkanı Ahmet Serdaroğlu,
“Geçit Yok” eylemleri ile ilgili gerilimler üzerine düzenlediği basın
toplantısında, “ne yani İngiltere’de de İngilizce konuşan İngiltereliler mi
yaşar” diye sorduğunda, bu çelişkilerden birisini ifade etmiş oldu.
Bir tanım anlık ihtiyaçlara göre
ve sadece sizin için geçerli olarak şekillendirilmişse, o tanımın bilimsel
hiçbir karşılığı yoktur. Gerçekten de bir kişinin kimliği, önce konuştuğu dil,
sonra yaşadığı “tanınmış” devlet üzerinden tanımlanıyorsa; Türkiye’de de Kürt
halkından değil “Kürtçe konuşan Türkiyelilerden” bahsetmemiz gerekecektir. Veya
bu tanım geçerliyse Filistin halkı yoktur “Arapça konuşan İsrailliler” vardır!
Dünyadaki tek milliyetçilik Türk
milliyetçiliğiymiş gibi davranıp kendi Kıbrıs Cumhuriyeti devlet
milliyetçiliklerini görmemekte ısrar eden bu kişiler, ya teorilerini
evrenselleştirip Kürt halkının da Filistin halkının da varlığını inkar etmek ya
da sebebini izah edemeyecekleri “Kıbrıs’ta böyle, Türkiye’de öyle” bilim dışı
tutumuna sarılmak dışında bir seçeneğe sahip değildirler!
***
“Kıbrıslılık” sadece Kıbrıs
Cumhuriyeti vatandaşlığı ile sınırlandırıldığında ve Kıbrıslı Türk halkının
varlığı inkar edilerek, bunun yerine “Kıbrıslılık” altındaki bir kategori
olarak “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” tanımlandığında, halkımızın büyük bir kısmı
dışarda bırakılmaktadır.
Mesela annesi de babası da
Türkiye kökenli olan, kendisi de Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğine sahip olmayan
Pınar Barut, bu tanımın dışındadır. Ama Ersin Tatar tartışmasız bir “Türkçe
konuşan Kıbrıslı” sayılmaktadır!
Benzer bir durum Kıbrıs
Cumhuriyeti kimliği alamamış karma evlilik çocukları için de geçerlidir.
“Kutsal” devletin kimliği alınamadıysa “Kıbrıslı” olunamaz! “Kıbrıslı”
olmayanlar da “Türkçe konuşan Kıbrıslı” olamazlar! Mesela “Türkçe konuşan
Kıbrıslı” olan Ulaş Barış’ın çocukları vatandaş olmadıkları için “Kıbrıslı” da
değildirler!
Teorisi “devlet”e göre olanların,
ebeveyn ile çocuğun arasına devleti sokanların “barışçı” sayıldığı; bu
kişilerin geriye kalanları “milliyetçi” diye suçlarken hiç yüzlerinin
kızarmadığı bir coğrafyadır Kıbrıs!
***
Bu labaratuvar imalatı, uydurma
tanımı neresinden tutsanız dökülür.
Mesela “Rumca konuşan
Kıbrıslılar”dan bahsedenler, Rumca diye bir dilin var olmadığını, Kıbrıslı
Elenlerin konuştuğu dilin Yunanca olduğunu bilmezler mi? Bilirler ama “Yunanca
konuşan Kıbrıslılar” derlerse, bu Kıbrıslı Türklere hiç de hoş duyulmayacaktır.
Bu nedenle dil, lehçe, ağız gibi kategorileri keyfe göre şekillendirmekte
sakınca görmezler.
Ne de olsa barış için her şey
mübahtır. Yunanca’ya “Rumca” demek de dilbilimin (lengüistik) ödemesi gereken
ufacık bir bedeldir.
Dahası Kıbrıs’ta tarihsel olarak
Ermeniler ve Maronitler de yaşamaktadır. Tutarlı olunacaksa bu kesimlere de
“Ermenice konuşan Kıbrıslılar”, “Arapça konuşan Kıbrıslılar” demek
gerekecektir. Oysa bu çakma teorinin çakma teorisyeni Halil Karapaşaoğlu, Maronitlere
“Kormacit’te yaşayan Gıbrıslılar” demektedir.
Dahası Karpaz’da yaşayan Kıbrıslı
Elenlere de “Karpaz’da yaşayan Gıbrıslılar” ismini takmıştır. Karpaz’da
başkaları da yaşamaktadır ama Halil Karapaşaoğlu için bu insanlar zaten yoktur!
Kısacası çok ilginç bir teori ile
karşı karşıyayız. Bu teori sadece Kıbrıs’ta geçerlidir ve o da ihtiyaç hasıl
olduğunda dile göre değil yaşam alanına göre şekil alan esnek bir yapıya
sahiptir.
***
İnsan düşünmeden edemiyor: İngiltere’de
yaşayan dayımın Türkçe bilmeyen torunlarına “İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı” mı
yoksa “İngilizce konuşan Kıbrıslı” mı demek lazım? Ama her iki durumda da
arkadaşım Phaedon’un, İngiltere’de yaşayıp Yunanca bilmeyen akrabaları ile
karışacakları kesin!
Yeğenlerim Türkçe bilmedikleri
için “Türkçe konuşan İngiltereliler” de diyemeyeceğimden, Ahmet Serdaroğlu’nun
öfkeyle sorduğu “İngilizce konuşan İngiltereliler” dışında bir çözüm de
üretemiyorum. Tabii bir de çok saçma da olsa “Türkçe konuşamayan Kıbrıslılar”
tanımı var. Artık hangisini beğenirseniz veya hangisi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
işine daha fazla gelirse. Ne de olsa önemli olan devlet!
Bir kez düşünmeye başlayınca
kendimi durduramadığımdan şu soruları da sormam lazım: Kıbrıs Cumhuriyeti
vatandaşı olan ve hatta kendi partilerini de kurmuş olan Rusları nasıl
adlandırıyor acaba Halil Karapaşaoğlu? Benim aklıma “Rusça konuşan Kıbrıslılar”
gibi bir tanım geliyor ama haddim olmayan şeylere de karışmak istemem. Bendeki
de merak işte!
Annesi Türkçe, babası İspanyolca
konuşan ablamın oğlu da; evde konuşulan ortak dil Rusça olduğu için ilk
kelimelerini Rusça söylemiş, uzun süre rahmetli annemle iletişim kuramamıştı.
İyi ki ikinci bir Kıbrıs sorunu vakası yaşanmadan Türkçeyi öğrendi diye hâlâ
şükrederim!
Ama yeni doğmuş çocuklara “henüz konuşamayan
Kıbrıslılar” demek gerektiği konusunda net bir eğilimim var. Eniştem tarafından
yeğenime İspanyolca öğretmek konusunda gösterilen üstün çabalar sonuç verseydi,
ilk kelimeleri Rusça değil İspanyolca da olabilirdi. Bu durumda kendisi
“İspanyolca konuşan Kıbrıslı” olurdu. Bu nedenle henüz konuşmayan hiçbir
Kıbrıslı hakkında peşin hüküm vermemek gerektiğini düşünüyorum.
Bu noktada tüm Kıbrıslılar içinde
en Kıbrıslı olanların, hiçbir zaman konuşamayacak olan dilsiz Kıbrıslılar
olduğunun altını çizmeme izin verin!
***
Hiçbir şeyi izah edemeyen, kendi
içinde tutarsız, Kıbrıs dışına çıkıldığında ise tamamen buharlaşan bir kimlik
tanımı olarak “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” ifadesi, sadece gülmek için
kullanılabilecek bir kafa karışıklığı terminolojisidir.
Bağımsızlık Yolu olarak biz
devletlere, dile, dine veya etnisiteye dayalı tanımların hayatın gerçeği
karşısında tuzla buz olacağını ve dünyanın neresine giderseniz gidin geçerli
olacak tanımın sosyo-ekonomik tanım olduğunu söylüyoruz.
Belli bir ekonomik altyapıda
yaşayan ve bu temelden yükselen üstyapı kurumlarından etkilenen insanlar,
toplumları oluştururlar. Her toplumun ilerici unsurları da o toplumun halkını
oluşturur. Kendine yeni bir altyapı ve buna özel üstyapı kurumları yaratma
iradesi ile toplumların bağrından tarih sahnesine çıkan topluluklar da
halklaşmış topluluklardırlar. Toplum inşaasını tamamlayıp tamamlayamayacakları
veya başka toplumlar içerisinde eriyip erimeyecekleri; tarihsel
haklılık/haksızlık gibi ahlaki standartlarla değil, çıplak güç ilişkileri ile
belirlenir.
Yani aynı eğitim, sağlık, ulaşım
ve üretim ilişkilerini paylaşan (altyapı) ve bu üretim ilişkilerinin yasal
çerçevesinden (üstyapı) etkilenen insanlara biz Marksistler “toplum” diyoruz. Bu
tanım evrenseldir.
Bu tanım dünyanın neresine
giderseniz gidin, tüm koşullara uygulanabilir ve anlaşılabilirdir. Dil, din,
ırk, devlet ve etnik kökenden bağımsızdır. Bu unsurlar tarafından etkilenir ama
bu unsurların esas belirleyicisidir. Yani diliniz sosyo-ekonomik ortamınızı
belirlemez, aksine sosyo-ekonomik ortamınız dilinizi belirler! Sosyo-ekonomik
koşullar devlet kurar, devlet yıkar; din kurar din bozar… Üstelik bu tanım
tarihsel değişimi anlama ve izah etme üstünlüğüne de sahiptir.
Kıbrıslı Türk toplumu (ve onun
ilerlemekten çıkarı olan kesimlerinin toplamı olarak Kıbrıslı Türk halkı) bizim
arzu, istek, niyet veya korkularımızdan bağımsız olarak vardır. Nesnel
gerçeklik bizim keyfimize göre oluşmaz ve gözümüzü kapattığımız zaman da yok
olmaz. Bilimin birinci kuralı budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder