Çığ gibi büyüyen bir desteğin
arasından bazı dudak bükmeler, eleştirel yorumlar da görülmüyor değil…
Huyum kurusun, ne zaman
kitlesel bir coşku sarmalı ile karşılaşsam, aykırı seslere odaklanırım…
Çoğunluğun manipüle edilmiş
olma olasılığını görmezden gelmek istemem, farklı olanın, sesi az çıkanın haklı
olabileceği ihtimalini göz önünde tutmaya çalışırım…
1990’larda genç olmaktan
kaynaklı bir alışkanlıktır belki de…
Belki de adı yenilgi ile
özdeşleşmiş bir fikriyatın inatçı müdavimi olmamdan gelen bir refleks…
***
Denize beleş girmeyi
savunanlar ne diyor?
“Plajlar halkındır”
diyorlar…
“Anayasal olarak bu hakkımız tanınmıştır”
diyorlar…
“Tesislerin sunduğu hizmetlerden
yararlanmayacaksak, bizden para istenemez” diyorlar…
“Canımız ister de tesisin hizmetlerinden
faydalanmaya karar verirsek, hangi hizmetten faydalanacağımıza biz karar
veririz, hem duş hem şezlong hem tuvalet, hem kabin parası ödemek zorunda
değiliz” diyorlar…
“Tesisler piknik buzluklarımıza,
suyumuza, biramıza, kolamıza karışamaz” diyorlar…
Peki bu konuya eleştirel
bakanlar ne diyorlar?
“Tesisler oraya yatırım yaptı, nereden
para kazanacak bu insanlar” diyorlar…
“Girişte para alınmazsa, donla
girenler, güneş gözlüğü olmayanlar, ‘kırolar’ da denize girecek, ıııığğğkkk” diyorlar…
“Plajı temizleyen işletmelerdir,
her hizmetin bir bedeli var” diyorlar…
“Halk plajları da var, oraya neden
gitmezsiniz, bizim piyasa mekanlarımızdan uzak durun” diyorlar…
Kısaca böyle gördüğüm
argümanlar…
***
Gayet net görülüyor ki; bu kez
“azınlıkta” olanlar, gerçekten de azınlıkta olanlar…
Bir avuç zengin ve onlara
özenen yaşam tarzını sürdürmeye fırsatı olan bazı sermaye aşığı “beyaz Kıbrıslı
Türk”ün sözlerinden ibaret yukardaki ifadeler…
Denizlere giriş ücretleri ve
tesislerin kapıda kurduğu “denetim mekanizması” tartışılmaya başlandığı andan
itibaren; yabancı düşmanlığı, yoksullardan nefret, sermayedarlara hayranlık ve
piyasa türü yaşam tercihleri ön planda olan “elit” zihniyet, tedirgin olmuş
durumda…
Ve aslında bu tedirginlikte de
haklılar, çünkü yoksullar denize girmek istiyor…
Giriş ücreti olarak kişi başı
20 TL verip ayda en az 80 TL’yi gözden çıkaramayanlar kapılarına dayanıyor ve
hijyenik yalıtılmışlıklarına, pürüzsüz manzaralarına; gerçek hayatın “kara”
lekesini bulaştırıyorlar…
Üstelik bunu, rica, minnet,
lütuf, acındırma ile değil, HAK eksenli bir noktadan dayatıyorlar…
Mesele yoksullara acımaktan
ibaret olsaydı, “bu fakirlerin durumu ne olacak” ekseninde kalsaydı; gözleri
yaşararak hep beraber bizim için ağlayacak olanlar, şimdi tedirgin, huzursuz,
rahatsız, mutsuz…
***
Avusturalyalı radikal
psikiyatrist Wilhelm Reich şöyle der: “Asıl açıklanması
gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen kişinin grev yaptığı değil,
neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve
gitmediğidir.”
Biliyorsunuzdur ya ben gene de
tekrar edeyim…
Bu ülkede toplu taşımacılık
yok, sosyal konut yok, kamusal eğitim dahi paralı, kamusal sağlık hizmetleri
komada…
Para vermeden yaşamınızı idame
ettirebilmenizi sağlayacak hiçbir kamusal hakkınız yok…
Ücretsiz su dahi bulmanız
mümkün değil…
Aklınıza gelebilecek her şey,
ama her şey parayla alınıyor, satılıyor…
“İnsan ile insan arasında katıksız
çıkardan, katı nakit ödemeden başka bir bağ kalmamamış*” durumda…
Şunu da biliyorsunuzdur ya ben
gene de tekrar edeyim…
Bu ülkede müthiş bir işsizlik
var…
Ama çalışanların durumu da
çalışmayanlardan pek farklı değil…
Asgari ücret yıllardır
artmıyor, özel sektörde sömürü gittikçe derinleşiyor.
Çalışanların nefesi
kesildikçe, hükümet sermayedarlara yeni teşvikler vererek sorunu çözeceğini
iddia ediyor…
Kamuda da durum farklı değil;
maaşlar sürekli geriliyor, geçici, sözleşmeli, hizmet alımı ve taşeron
statüsünde çalışanlar artıyor, kamudaki durum giderek daha çok özele benziyor…
Gelir dağılımındaki
dengesizlik arttıkça, azınlık zenginleşiyor, çoğunluk fakirleşiyor…
Bunu bilmeyebilirsiniz,
söyleyeyim…
Fakirleşen insanlar
bütçelerini planlarlar…
Gelirlerini ve giderlerini
hesaplarlar, temel ihtiyaç kategorisinde olmayan ve vazgeçebilecekleri
harcamalarından vazgeçerler…
Mümkünse gelirlerini
arttırmaya çalışırlar…
Geliriniz az ve giderek
azalmaktaysa; sağlık, eğitim, ulaşım, barınma giderleriniz sürekli artmaktaysa…
Denize girmek için 20-25 TL
veremezsiniz…
Verebilseniz dahi vermek
istemezsiniz…
Çünkü o parayı
harcayabileceğiniz, harcamanız gereken, harcamanızı gerektirecek çok daha
yaşamsal kalemler vardır…
İşte bununla yüzleştiğinizde;
denize beleş girme talebi, soyut bir ahlaki talep olmaktan çıkar, kaçınılmaz
bir tercih, söke söke alınacak bir hak kategorisine girer…
O güne kadar, “belayı satın
alıp” parasını ödeyen insanlar, “hayır” demeye başlar…
Elit züppelerin ve zenginlere
özenen küçük burjuvaların sızlanmaları bunu durduramaz…
***
Bunlar daha iyi günleriniz,
sızlanmak yerine tadını çıkarmalısınız…
Kamusal olan her şeyin
geriletildiği ve ücretsiz hiçbir yaşamsal hizmetin kalmadığı bu ada yarısında;
rehin aldığınız insanların sayısı giderek artıyor…
Kimisi yoksul, kimisi
yoksullaştığının farkında, kimisi ise sıranın kendisine geldiğini görüyor…
Bugün denize beleş girmek
talebi ile yükselmekte olan “hak mücadelesi”; yarın, eğitimin, sağlığın,
ulaşımın, hükümetin ve zenginlerin kapısına dayanacak…
İşte o gün, havuzlu
villalarınız, yüksek çekilmiş duvarlarınız, steril yaşamlarınız için de tehlike
çanları çalacak…
İşte “o gün size
tanrılar bile kurtaramayacak…**”
* Komünist Manifesto
** Cemal Süreya
** Cemal Süreya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder