Boykot,
sadece seçim dönemlerinde uygulanabilecek bir faaliyet değildir…
Bizim
ülkemizde etkin olarak uygulanmış başka herhangi bir biçimi olmadığından,
birçok insan tarafından sadece seçimlerle ilgili sanılsa da, dünyada birçok
etkili boykot örneği seçim dışı süreçlerle bağlantılıdır aslında...
Hapishanelerde
uygulanan kıyafet giymeme boykotları, yemek yememe (açlık grevi), marka
boykotları, gazete boykotları, firma boykotları ve resmi kurumlara karşı yürütülen
halk boykotları gibi etkili boykot biçimleri vardır.
Seçim boykotları ise yöneticileri seçme
hakkının halk eli ile yürütülmesinin yaygınlaşması sonucu gündeme gelmiş,
nispeten yeni bir olgu…
***
Tüm
farklılıklarına rağmen bu boykotların ortak olan bazı özellikleri de var:
-
Yaşanan tüm boykotlarda, boykot yapan öznenin somut talepleri vardır.
-
Boykot yapan özne, bu talepler yerine getirilmediği sürece, talepleri reddeden,
görmezden gelen taraf ile işbirliğini kesmektedir.
-
Boykot aracılığı ile, talepleri reddeden tarafa ya maddi yada manevi bir zarar
verilir, böylece taleplerin dikkate alınması sağlanmaya çalışılır.
Maddi
zarar, özellikle alışveriş boykotlarında ön plana çıkan bir olgudur. Manevi
zarar ise, talepleri reddedenin meşruluk zemininin yıpratılması yolu ile
sağlanır. Çeşitli sivil itaatsizlik ve pasif direniş pratikleri bu duruma
örnektir.
En
önemli nokta şudur ki; boykotun hedefi talepleri reddeden tarafı yok etmek
değil, varlığını ve taleplerini ona kabul ettirmektir. Saygı görmek istediği
için de bu faaliyeti “karşıtına” saygı göstererek yürütür.
Hapishanede tek tip
kıyafet giymeyi reddeden mahkumlar, bunu yaparken serbest bırakılmayı değil, adli
suçlu kategorisinden çıkarılarak siyasi bir muhatap olarak kabul edilmeyi talep
ederler…
Açlık grevi, belli bir haksızlığın
bizzat haksızlığı uygulayan özne tarafından sonlandırılması amacıyla yapılan ve
kamuoyu vicdanına seslenen bir eylem biçimidir.
Marka
ve firma boykotlarında amaç söz konusu markayı/firmayı yok etmek değildir. Tam
aksine marka yetkililerinin doğaya, işçilerine, tüketicilerine verdikleri
belirli bir zarara dikkat çekmek ve onları bu faaliyetlerinden vazgeçmeye ikna
etmektir.
Gazete
boykotlarında da söz konusu gazetenin kullandığı dili değiştirmesi, taraflı
habercilik anlayışından vazgeçmesi veya belli bir kesimi görmezden gelme
pratiğini sona erdirmesi talepleri ön plandadır. Amaç gazeteyi yok etmek değil,
gazete yönetimini “yanlış” pratiğinden vazgeçirmektir.
Yani boykot yapan taraf ile boykot
edilen taraf arasında
(en azından boykot yapan için) bir ilişki
vardır. Boykot yapan, boykot yapılanı tanımakta, ona saygı göstermekte
ancak boykot edilenin “saygısız” ve “reddeden” tavrı nedeniyle pasif direniş
içerisinde girmektedir. Amaç, yeni bir
uyum, diyalog zemini yaratmaktır.
***
Tarihte
bu ikna, vazgeçirme, kabul ettirme sürecinin en kapsamlı uygulandığı ve sistematik
olarak da tariflendiği örnek Hindistan bağımsızlık mücadelesidir. Bu
mücadelenin önderi Gandhi'nin satyagraha kavramı aracılığı ile
ortaya koyduğu temel fikirlerden birisi de yukarıda
izah ettiğimiz yaklaşımdır.
Satyagraha, düşmanını değiştirerek
başarıya ulaşmayı amaçlar. Sonuçta zafer ya da yenilgi yoktur. İki
tarafın ortaklaşacağı yeni bir uyum vardır.
Bu
noktada Gandhi, tarihte ilk kez boykotu bir taktik
olarak değil, temel bir strateji olarak uygulamış, belirli bir alanla sınırlı
tutmayarak kapsamlı bir bütünlük içerisinde yaşama geçirmiştir. Hindistan
bağımsızlık mücadelesi; tuz vergisi ödemenin reddedilmesi (vergi boykotu),
Britanya malı kumaşların satın alınmaması (alışveriş boykotu), rejimle
işbirliğinin reddi gibi farklı boykot türlerinin yaşamın her alanına
yayılmasından oluşan bütünlüklü bir halk boykotudur.
Gandhi tarafından formüle edilen ve Hindu
felsefesi ile de derin bağlara sahip bu boykot türü, satyagraha ve ahimsa
ilkelerine göre yürütülerek, dünyanın o dönemki koşullarının da etkisiyle
başarıya ulaşmıştır.
Satyagraha
felsefesi, pasif direniş, doğruluğa bağlılık, gizliliğin reddi ve şiddetsizlik
(ahimsa) ilkelerine dayanır. Bu felsefeye göre, düşmanından nefret etmek, onu
yok etmek istemek, düşmanını yenmeyi amaçlamak yanlıştır. Doğru olan düşmanını
sevmek, yanlışından onu vazgeçirmeye çalışmak ve bu vazgeçirme çabasından zarar
görmek pahasına vazgeçmemektir.
Hindistan’ı
işgal edip yüzyıllarca boyunduruk altında tutan İngiltere için Gandi şöyle
demiştir: “İngiltere’ye yönelik nefreti
kalbimizden söküp atmalıyız. En azından benim kalbimde böyle bir nefret yok.
Aslına bakılırsa, İngilizlerin her zamankinden daha çok dostuyum.”
***
Görüldüğü
gibi, siyasal bir strateji olarak uygulanmayan boykot çeşitlerinde olsun,
satyagraha stratejisinin parçası olarak uygulanan boykotlarda olsun temel
nokta: Yeni bir uyum ve diyalog zemini yaratmak üzere, “yanlışın safındaki” düşmanımızı
dönüştürme çabasıdır. Bu yapılırken “yanlış” davranış” net bir şekilde tarif
edilir ve düşmana değil, “davranışa” odaklanılır. Amaç, düşmanı yenmek değil,
yanlış davranışından vazgeçirmek yoluyla onu doğruya davet etmektir.
Bu
çerçeveden bakıldığında ülkemizde uygulanmakta olan seçim boykotlarının Gandhi
tarafından tariflenmiş olan satyagraha ile herhangi bir bağı olmadığını
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ülkemizde
seçim boykotu uygulayan (seçim boykotu çağrısı yapan) hiçbir siyasal örgüt,
çevre; bu tavrını seçimler dışındaki herhangi bir alanda sürdürmemektedir. Vergi ödememe, Türkiye
mallarını satın almama, TC kurumları ile işbirliğinden kaçınma veya tanınmadığı
iddia edilen kktc’nin kimlik, doğum belgesi, evlilik belgesi, mahkeme kararı
vb. resmi uygulamalarını reddetme çağrısı tartışma dahi yapılmamıştır. Aksine,
boykotu destekleyen ve boykotçu örgütlere para yardımı yapan birçok sermayedar
devlet ihalelerine girmekte, vergilerini vermekte, rejimin (parlamenter
kurumları dışında) tüm kurumlarının bileşeni olmaktadırlar. Seçim boykotu
yürüten örgütlerde aktif bireyler hatta çekirdek üyeleri dahi, seçimlerde oy
vermemek dışında rejim ile her türlü bağını sürdürmeye devam etmektedir. Zaten
örgütlü oldukları yapıların da aksi yönde herhangi bir çağrısı yoktur, bu
yapıların hemen hepsi rejimin kurumlarında kayıtlı, yasal yapılardır.
Burada
ifade etmeye çalıştığımız, söz konusu örgütlerin/bireylerin suçlanması değil,
satyagraha felsefesinin öngördüğü bütünlüklü bir muhalefet tavrı içerisinde
olmadıklarının altının çizilmesidir.
Ülkemizde
uygulanmakta olan seçim boykotları, yalnızca ve sadece seçim boykotu olarak
işlev görmektedirler. Rejim ile olan tüm diğer ilişkiler seçim dönemleri
dışında normal seyrinde ilerlemektedir.
***
Bu
noktada akla gelen, herhangi bir gazetenin veya markanın boykot edilmesine
bezer konu bazlı bir seçim boykotu ile karşı karşıya olup olmadığımız
sorusudur.
Herhangi
bir gazete boykot edilirken; gazetenin kullandığı cinsiyetçi dil, halkın belli
bir kesimini görmezden gelen yayın politikası veya buna benzer somut bir konuda
değişiklik talep edilir demiştik.
Ülkemizde yürütülen seçim
boykotlarında bu noktada ciddi bir muğlaklık vardır. Öncelikle seçim boykotları
için formüle edilmiş, açık ve bilinir bir talepler dizisi söz konusu değildir.
Her
çevre kendi somut durumuna göre seçimleri boykot etmekte veya etmemektedir.
Bazı durumlarda seçim boykotu yürüten bir çevre, başka bazı durumlarda
seçimlere katılmakta veya bir partiyi/adayı desteklemektedir. Boykot çağrıcıların
tamamı ortak bir pratikte buluşmadığı gibi, teker teker örgütlerin/çevrelerin
hiçbirinin istikrarlı bir boykot pratiği de yoktur. Hatta bu “övünülecek bir
durum” olarak sunulmakta; “boykotun
koşulları her seçimin kendi özel durumunda değerlendirilir ve karar ona göre
verilir” denmektedir. Demek ki, belirli bir seçime girmemiş bir çevrenin
bir sonraki seçime girmesi durumunda önceden dile getirdiği
“sıkıntıların” sonraki seçimde çözümlenmiş olduğu, artık söz konusu olmadığını
(en azından o örgüt için) varsaymamız gerekir. Ya da
boykotun tamamen keyfi bir şekilde uygulandığını, ülkenin koşullarına değil,
örgütün koşullarına göre boykot kararı alındığını kabul etmemiz gerekir.
Eğer
böyle bir şey varsa, boykot tespit edilmiş bir sorunun çözülmesi için
egemenlere yönelik bir mücadele aracı olarak değil, ilgili örgütün kendi
koşullarının gösterişli bir isim ardına gizlenerek o seçimlik zevahirin
kurtarılması aracı olarak işlev görüyor demektir.
***
Ülkemizdeki seçim boykotları, konu
bazlı boykotların temel ilkesi olan “karşı tarafı yok etmek değil onu ikna
etmek” ilkesi ile yürütülmemektedir.
Kabaca
ifade edilirse boykotçuların büyük bir kısmının ortak fikrine göre; kktc’deki
seçimler göstermeliktir, işgal altında seçim yapmak işgalcinin
meşrulaştırılmasına hizmet eder, ülkedeki nüfus yapısının değişmesi nedeniyle
seçim sonuçları sahtedir ve seçime girmek tüm bu olumsuzlukları onaylamak
demektir. Boykot yapmaktaki amaç da, “belirli bir sorunun giderilmesi için diyalog
kurmak” değil, “işgalcinin defedilmesi için halk hareketi yaratmaktır.” Yani
diyalog yolları kapalıdır, ikna söz konusu değildir ve amaç “işgalcinin
yenilmesidir.”
Bu
durumda neden satyagraha felsefesine uygun bütünlüklü bir halk boykotu
uygulanmadığı ama konu bazlı, sadece seçimlere sıkıştırılmış bir boykot pratiği
ile yetinildiği sorusu cevapsız kalmaktadır.
***
Sonuç
olarak; ülkemizdeki seçim boykotları ne konu bazlı, diyaloğa dayalı, belirli
talepler dizisinden şekillenen ve karşıtını iknaya dayalı bir
pratiktir ne de satyagraha felsefesi temelinde
yaşamın diğer alanlarında da yürütülen bütünlüklü bir stratejinin seçimlerdeki
yansımasıdır.
Görüldüğü
kadarıyla, siyasal olarak açmaz içerisinde olan örgütlerin kendi zaaflarını
gizlemek için yürüttüğü ve bireylerin ümitsizliğinden beslenerek var olabilen
tepkisel bir olgu ile karşı karşıyayız.
Not: Boykot
olgusunu çeşitli boyutları ile incelemeye fırsat buldukça devam edeceğiz. Bu
tartışmanın özellikle seçim dönemi dışında yürütülmesini anlamlı buluyoruz.
Çünkü seçim dönemlerinde boykot çağrısı yapanlar, bu tür tartışmaları “saldırı”
olarak yorumlamakta daha istekli davranmakta, böylesi gerekçelendirmeler de
tartışmama pratiklerine mazeret olabilmektedir.
Boykot’un
bir siyasal mücadele biçimi olup olmadığını tartışan önceki yazı için:
http://www.ankaradegillefkosa.org/boykot-ve-siyasal-mucadele-munur-rahvancioglu/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder