Niyazi Kızılyürek’in Heterotopia Yayınları’ndan çıkan son
kitabı “Şiddet Mevsiminin Saklı Tarihi”, daha bitirmeden size bir eyleme
katılmış hissi uyandıran ender eserlerden birisi. Niyazi Kızılyürek, Kıbrıs ve
şiddet üzerine çalıştığı daha büyük bir projenin özel bir bölümünü işlemiş bu
kitapta; böylece hem tarihimizin saklı kalan önemli bir boyutunu önümüze
sermiş, hem de samimi bir yüzleşme için önemli bir tartışma zemini sunmuş...
Kitap okuyucusuna
1958 yılında TMT’nin organizasyonu ile gerçekleşen eylemler dizisinin
ayrıntılı bir resmini sunuyor. 27-28 Ocak Olayları, Mayıs 1958’de başlayan
solcu Kıbrıslı Türklere saldırı dalgası, Türk Haberler Bürosu bombalaması ile
provoke edilen “Kara Haziran”, hemen ardından temmuz ayında gerçekleşen Gönyeli
Katliamı ve belediyelerin ayrılması; her biri kitabın ayrı birer bölümünde
incelenmiş.
Bu olaylar içerisinde özellikle Gönyeli Katliamı, ilk kez
bu kadar ayrıntılı ve titiz bir çalışma ile halkımızın gündemine getirilmiş
oluyor. Yıllar yılı çeşitli söylentiler ve resmi tarihin çarpıtma girişimleri
içerisinde görünmez kılınan bu ‘kan banyosu’; İngiliz savcısının raporu, olayın
içindeki ve çevresindeki Kıbrıslı Elenlerin tanıklıkları, sözlü tarih
çalışmaları yolu ile derlenen Kıbrıslı Türk tanıklıklar ve doğrudan TMT
kaynaklarından toplanan bilgiler ışığında bütünlükü bir analize tabi tutulmuş.
Gönyeli katliamında iki halkın önceki olaylar sonucunda içerisine çekildikleri
atmosferin ne kadar etkili olduğu çok net bir şekilde görülüyor. Ancak İngiliz
yetkililerin sorumluluğu, Kıbrıslı Türk provokatörlerin rolü ve halen devam
eden ‘saklama’ girişimleri bağlamında geçmişle yüzleşme çağrısı da olayların
aktarımında etkili bir unsur olarak kitapta kendine yer bulmuş...
Yazarın başarısı; 1958 yılında gerçekleşen tüm bir
olaylar zincirini birbiri ile bağlantılıları içerisinde anlamlı bir bütün
olarak sunarken, hem tarihsel (yerel ve
uluslararası) bağlamı hem de tüm tarafların pozisyonlarını doğrudan kendi
kaynakları aracılığı ile aktarmasında yatıyor. Üstelik yazar tüm bunları
yaparken, kendi çıkarımlarını okuyucuya, akademik kriterler çerçevesinde
kalarak, aktarmaktan bir an bile geri durmuyor. Bu da kitabı bir eylem
kitabına, mesajını da yüzleşme çağrısına dönüştürüyor.
Neden Bir
Yüzleşmeye İhtiyacımız Var?
Bölük pörçük yazılardan, bütünlüksüz değinmelerden ve
zaman zaman ortya konan itiraflardan biliyorduk ki: 27-28 Ocak olayları Türk
faşistlerin ortaya attığı bir yalan sonucu İngiliz Sömürge İdaresi’ne Kıbrıslı
Türk halkının kanını döktürme projesiydi. Bu olayın hemen ardından gelen solcu
Türklerin öldürülme dalgası ve solcu sendikalardan zorla istifa ettirmeler;
TMT’nin toplumu zapturapt altına alma girişiminden başka bir şey değildi. Türk
Haberler Bürosu’na atılan bombanın Kıbrıslı Türkler tarafından atıldığı ve bu
olay sonucunda yüzlerce insanın ölmesine neden olan kan banyosunun bilinçli bir
şekilde planlandığı da biliniyordu. Belki Gönyeli Katliamı hakkında çok fazla
bir
şey konuşulmuyordu ama bu olayı Kıbrıslı Türklerin
yaptığı da, ardından gelen Belediyelerin ayrılmasında İngiliz makamları ile
yakalanan defakto işbirliği de ayan beyan ortadaydı.
Niyazi Kızılyürek, “şiddet mevsimi” adını verdiği 1958
yılının bütününü önümüze sererek; bu olayların birbirinden bağımsız münferit
olaylar değil, içsel bir şekilde birbirleri ile ilişkili bir sürecin parçaları
olduğunu da göstermiş oluyor. Bu tabloda her kesimin sorumluluğu var. Ancak
hiçkimsenin sorumluluğu bir diğerininkini temize çıkarmıyor.
Kitapta atarılan ve 2011 yılında Gönyeli’de gerçekleşen
bir sözlü tarih çalışması, yüzleşme ihityacının aciliyetini gösteren
traji-komik bir durumun işareti:
“Bu arada Ali Mulla
içeri girdi. Kördemen olayları ile mülakat yaptığımı ona da bildirip o yangını
kimin çıkardığını sordum.
A: Türkler yaptı.
Ne soran bunu?
E: Ödevim var ona
yazacam.
A: Rumlar yaptı.
E: Nasıl? Türkler
yaptı demedin mi?
A: Rumlar yaptı.”
Geçmiş ile yüzleşme, geçmişte yaşanmış bir durumun
itirafından ibaret değildir. Geçmişle yüzleşme, bir süreç, bir kültürel dönüşüm
ve tarihten ders çıkarma eylemidir. Bu yüzden itiraftan ibaret olmadığı gibi,
basit bir özüre de indirgenemez; nedenleri, gelişimi, sonuçları titizlikle
tartışılan ve bugün için takınılması gereken hukuki, psikolojik, etik, politik
tutumlarla birlikte düşünülmesi gereken bir hakikat arayışıdır. Bu, bir toplum
adına o toplumun entellektüellerince başarılamaz; böylesine samimi bir tarihsel
eylem ancak toplumun kendisi tarafından yapılabilir. Ancak entellektüeller
bunun yolunu açabilir, siyasetçiler zeminini oluşturabilir ve o toplumun
demokratik örgütleri, ilericileri ve devrimcileri de takipçisi olabilir. Geleceği
kurmakla, geçmişle yüzleşmek arasında kopmaz bir bağ vardır. Bunu yapamayan her
toplum, içine sızan yalan tarafından yavaş yavaş zehirlenmeye ve gerçeklerin
inkarına dayalı bir paranoya tarafından esir alınmaya mahkumdur.
Bu yüzden geçmişimiz ile yüzleşmekten çekinmek demek;
kendi geleceğimizden korkmak, daha da vahimi, kendi geçmişimizi zehirleyen
acılara gelecek kuşakları da mahkum etmek demektir.
Niyazi Kızılyürek, bu değerli çalışması ile Kıbrıslı Türk
toplumunun geçmişi ile yüzleşmesine tarihsel bir fırsat sunuyor. Sonuç
bölümünde ifade edildiği gibi; “Gerçekten
de, 1955-58 döneminde yaşanan şiddet ve uygulanan kolonyal politikalarla dış
müdahalelerin en somut sonucu, daha birkaç yıl öncesine kadar kendini ‘azınlık’
olarak tanımlayan Kıbrıslı Türklerin ‘siyasi eşit toplum statüsüne’ yükselmesi
oldu. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken Kıbrıslı Türkler biraz da bu ‘kurucu
şiddet’ sayesinde eşit toplum statüsüne kavuştu.”
Gene kitaptan vurgulandığı gibi, “kurucu şiddet”in
sonuçları bundan ibaret değildi. Kan bir kez akmaya başlayınca kıvrıla kıvrıla
yayılacak, vicdanlara kadar bulaşacaktı. “Rumlar yaptı” diyerek inkar etmeye
çalıştığımız tarih; her defasında “beklenmedik”, “istenmeyen”, “üzücü”
olayların yatağı olacaktı... Ta ki biz, geleceğimizi inşa etmek için,
geçmişimizdeki gerçekleri tüm boyutları ile masaya yatırmayı kabul edinceye
veya kendi yarattığımız kabusun içinde kaybolup gidinceye kadar...
“Şiddet Mevsiminin Saklı Tarihi” her şeyin henüz
bitmediğini, hala nabzımızın attığını gösteriyor; daha fazla beklemeye ise ne
gerek var, ne takat...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder