Yasaklar ve özgürlük arasındaki ilişki her zaman sorunlu
olageldi...
Bir kişinin veya bir grubun önündeki yasaklar/kurallar ne
kadar az ise, o kadar özgür olduğu varsayıldı...
Peki gerçekten de öyle mi?
***
Yasakların pek de hoş şeyler olmadığı doğrudur. Hiç kimse
ne yapıp ne yapamayacağını, ne düşünüp ne düşünemeyeceğini, nasıl yaşayıp nasıl
yaşayamayacağını dikte eden kurallar tarafından baskı altına alınmaktan
hoşlanmaz...
Ancak biraz düşündüğümüzde, ortada bizi baskı altına alan
hiçbir kural yokken de davranış, düşünce ve yaşamlarımızın şekillendirile
bileceğini görürüz. Yasakların ortadan kaldırılması özgürlüğün garantisi
olmadığı gibi, ortada bazı yasakların bulunması da özgür olmadığımız anlamına
gelmez.
Kırmızı ışıkta geçmek, komşularımız evini yakmak,
çocukları apartman damından atmak gibi şeyler yasaktır. Her yasağın olumsuz
olduğu ezberi de her ezber gibi sıkıntılıdır...
Özgürlük ve baskı gibi olguları değerlendirirken; yüzeysel
ve basmakalıp çıkarımlara itibar etmemek ise en doğrusudur.
***
İçinde yaşadığımız çağın özgürlük deyince düşünmemiz için
bizi şartlandırdığı temel yaklaşım, “seçme özgürlüğü” ile sınırlandırılmışken;
yasak ve özgürlük arasındaki ilişki hakkında ezbere dayalı olmayan düşünce
şekilleri geliştirmek gerçekten zor.
Bireylere indirgenmiş bir varoluşta, bizim irademiz
dışında maruz kaldığımız olaylar çerçevesinde, yine bizim dışımızda şekillenen
seçenekler arasında seçim yapmamız bekleniyor. Sırf seçim yapıyor oluşumuz ise
bize özgürlük olarak sunuluyor.
Bireyler olarak varoluşumuz, kolektif kaygıların geri
planda kalması; başımıza gelen olaylar ve her bir durumda önümüzde bulduğumuz
seçenekler yelpazesini ise bir doğa olayıymışçasına “kaçınılmaz” bulmamız beklenmektedir.
Aksini düşünmemizi yasaklayan görünür hiçbir kural yoktur. Ama birçok insan bu
sayılanların aksine hiçbir tutum geliştirmemektedir.
Oysa asıl sorgulanması gereken budur, çünkü;
“Sistemin sunduğu seçenekler içerisinden tercih yapmaktan ibaret bir
özgürlük, en iyi ihtimalle özgürlüğün karikatürü olarak anlaşılabilir. Oysa
gerçek özgürlük kendi seçeneğini yaratabilme seçeneğini de içermelidir.”(1)
***
Yasak ise, seçeneklerimizi kısıtlayan bir “sıkıntı”
olarak kavrandığından; “özgürlüğün önündeki temel engel” olarak
algılanmaktadır. Oysa özgürlüğün verili seçenekler arasından seçim yapmak ve
yasakların ise salt baskı demek olmadığı biraz düşündüğümüzde nettir...
Yasaklar, kurallar, düzenlemeler; haklar ve özgürlükler
gibi, verili bir sistemdeki ilişkileri tanımlayan temel parametrelerdir.
Hangisinin, kime ne özgürlük sağladığı ve neyi, kimin için yasakladığı; üstelik
bizim hangi tarafta olduğumuz gibi olgular; bunların olumlu veya olumsuz
anlamda değerlendirilmesine etki edecektir.
Kısacası soyut özgürlük, soyut baskı diye bir şey yoktur.
Baskı ve özgürlük her zaman somut ilişkiler içerisinde anlam bulur. Bu
ilişkileri kavramadan, özgürlükler ve yasaklar hakkında konuşmaksa; hemen her
zaman egemen kesimlerin işine yarar...
***
Bir ilişkiler bütününü değiştirebilmek, bir sistemi
çözümleyebilmek için onu tanımlanmış bir bütün olarak kavrayabilmemiz gerekir.
Bu da yasakları ve sunduğu özgürlükler içerisinde onu bir bütün olarak
görebilmeyi gerektirir.
Bu şekilde, belki de bazı kesimler için “özgürlük” olan
şeyin; başka bazı kesimler için baskı, yasak ve kısıtlama olduğu ortaya
çıkacaktır. O zaman da, baskı altındakilerin özgürleşmesi için; egemenlerin
özgürlüklerinin yasaklanması gerektiği sonucuna varılacaktır...
Yasakların görünür olmadığı sözde bir özgürlükler
toplumunun belki de en olumsuz yanı budur: İnsanlar yasakları kolayca
göremediğinden kendilerini özgür saymakta vekendilerini özgürleştirecek olanlar
dahil “her türlü yasağa” karşı durmaktadırlar...
İşte bu yüzden, gelmiş geçmiş baskı sistemleri içerisinde
ezilenler açısından en olumsuz yasak; özgür oldukları düşüncesinin dışına
çıkmak ve sistemi tanımlayarak onu anlamak yönünde içselleştirilen düşünme yasağıdır...
(1) Hemen Şimdi, Kolektif, Argasdi Kitaplığı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder