1 Haziran 1996 Cumartesi

Kıbrıs’ta Örgütlenme(me) Sürecinin Eleştirisi



Öncelikle ve özellikle belirtmek isterim ki; bu yazıda öncelikli ve özellikli amaç, örgütlenme adı altında –bir örgütün ne demek olduğunu bile bilmeden- girişilen ve örgüt kelimesinin içini boşaltmak suretiyle onu anlamsız kılan Kıbrıs örgütlenme pratiğini eleştirmektir. Başlıktan yanlış olarak algılanabileceği üzere, örgütsüz mücadeleyi seçen insanların hatalı, yanlış vs. pozisyonlarda oldukları gibi bir anlam ve/veya amaç bu yazıdan çıkartılamaz.
Çünkü bugünkü “örgütsel” yapılarda örgütlenmenin anlamına dair hiçbir kırıntı olmadığından ve bu yapılar –sırf bu yapılarından ötürü- sadece ve sadece birer masturbasyon (kendi kendini tatmin) olarak adlandırılacaklarından, örgtülenmemeyi seçen insanların (bilinçli veya bilinçsiz) en iyisini yaptıkları düşüncesinin hakim olduğu bir yazıyı okuyorsunuz. Ve belirtmek istediğim bir gerçek daha vardır ki, bu belki de daha önemlidir; şu anda Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan ve varlığı yokluğundan sadece seçimlere girmesi ve herhangi bir binanın üstünde tabelasının bulunmasıyla ayırdedilen ve yine bundan ötürü yazarın “tabela partisi” diye adlandırdığı tüm “partisel” örgütlenmeler yazının kapsamı dışındadır. Onların ne olup olmadıkları, ürettikleri (aslında üretemedikleri) politikalarından ayırdedilebilmektedir.  Ordan burdan apartmalarla fotokopi çektikleri tüzükleri ve mutlaka başkalarının çıkarlarını temsil eden programlarıyla ağlanacak haldedirler zaten. Ancak yine de söyleyelim ki bu yazıda konu edilecek olan gençlik örgütlenmelerindeki tüm örgütsüzlükler onlar için de (doğrudan ve/veya dolaylı) geçerlidir. Şimdi yazının kapsamını daha fazla daralatmaya devam edemeyeceğim için üzülerek, yazıya başlamak zorundayım. Çünkü eminim yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyorsunuz. Ama yine de anlamadığım bir noktaya daha temas etmek istiyorum. Bunca yıldır, bunca içi boş ve maket olarak önünüze sürülen şeyden rahatsız olmayan siz sevgili okuyucular, yazı sahibinin konuyu geciktirmesi ve anlamsız yere uzun uzun cümleler kurmasından nasıl rahatsızlık duyabiliyorsunuz? Rahatsız olma duygunuzu yitirmediğinize memnun olarak belirteyim ki; bu ülkedeki her şey gibi bu yazıda bir masturbasyondur ve bu yazıya cevap verecek olan herkesin bunu bilmesi faydalı olacaktır sanırım.
Şimdi isterseniz biraz örgütün ne olup ne olmadığından bahsedelim. En basit tanımıyla örgüt, bir tek insanın fikirleri doğrultusunda yapabileceği bir şeyin daha fazlasının o fikre sahip insanların birliği aracılığıyla yapılmasıdır. Yani örgüt dediğimiz şey:
a) Onu-bunu protesto ederek kendinizi yükümlülüklerinizden arındıracağınız bir yer değildir,
b) bir ağlama duvarı değildir,
c) mazeret gösterip kaytarma yeri değildir
d) iş yapma yeridir
e) yaptığınız işin yalnız başına bir insanın yapabileceği işten kat kat fazla olması şarttır.
Bir örgüt yapısı içinde yaşama tavır alacak olan insanların bilmesi gereken en temel şeyler bunlardır. Bunların bir teki bile olmadan yapılabilecek herhangi bir şeyin ne olduğu yazının ilk paragrafında açıklanmıştır.
Örgütlsel birlik, fikirsel ve gönüllü bir birliktir. Kimse herhangi bir örgüte üye olmaya zorunlu değildir. ve bir örgüte fikirleri dolayısıyla gönüllü olarak katılan bir kişi için bir şey yapmama mazereti diye bir şey söz konusu olamaz. Böyle bir şeyin söz konusu olduğu bir “örgüt” örgüt değildir.
Şimdi yazıda geçen argümanlar ışığında Kıbrıs’ın kuzeyindeki gençlik örgütlenmelerine bir bakalım. Ne görüyoruz? Koskoca bir HİÇ. İstisnasız tüm “ben gençlik örgütüyüm” diyen “örgütler” için kullanabileceğimiz bu HİÇ (Hiçbirşey İçin Çokşey) aslında kelimenin Türkçedeki anlamıyla gerçekten bir hiçtir.
Yazarın hiçbir dipnot, kaynak ve/veya kaynakça göstermeden devam edeceği bilimsel olmayan yazıda şimdiki amacı; bu “örgütlenmelerin” daha önce belirttiği beş maddelik “örgütlenmenin ne olduğu ile ilgili” önermeye ne kadar uygun olduklarını incelemek. Ama öncelikle söylenecek şey; ideoloji dediğimiz, Türkçe’de “dünya görüşü” diye nitelenen şeyin bu yapıların hiçbirinde mevcut olmadığıdır. Bilindiği gibi dünya görüşü dediğimiz şey; dünyayı pembe görmek, ters görmek, düz görmek, şaşı görmek ve normal görmek gibi göz organı ile ilgili bir görme eylemi değildir. daha çok beyin organı ile ilgili bir şeydir. Ve geçmiş, bugün, gelecek üçlemesinin insan ve toplum hayatına uyarlanmış halidir. Tekrar söylemek gerekirse; ilkeli ve amaçlı bir birliktelik için olmazsa olmaz olan bu bakış açısı bu “örgütlerin” hiçbirinde mevcut değildir. zaten mevcut da olmaz çünkü bir bakış açısı için konumlandığınız bir yer olması gerektiği ilkesinden yola çıkarsak bu yapılar için varacağımız nokta onların nerede olduklarının bile belli olmadığıdır.
Şimdi birer gençlik örgütü olduklarını iddia etmekte ısrar eden bu yapıların ne olmadıklarını anlamak için 5 maddelik argümanımızı yineleyelim ve her madde için birer değerlendirmede bulunalım.

a) Örgüt denen yer onu bunu protesto ederek kendisinizi yükümlülüklerinizden arındırdığınız bir yer değildir.
Bahsettiğimiz ve bahsetmeye devam edeceğimiz, “örgütlenmelerin” “örgütsel” yaşamlarının %70’den fazlasının kınama ve protesto bildirilerinden oluştuğunu ne kadar düşünürsek, elbette ki bunların örgüt olmadıklarını o kadar anlarız.
Bir şey yapmadan yaparmış gibi görünmek için sayfalar dolusu bildiri yayınlamak başkadır; yaptığın şeyleri, yapılmayan ve yanlış yapılan şeyleri duyurmak için bildiriler çıkarmak başkadır.  Ama sadece bu argümanla kimseyi yargılayamayız. B izim itiraz ettiğimiz, çok laf az iş değildir. çünkü çok laf yapıp hiç iş yapmamanın yanında bu bile bir şey olurdu.
İşin kötü tarafı; bu bildiri yayımlamakla geçen yaşamlarından memnun olan üyelerin “örgütler” içinde çoğunlukta olmalarıdır.

b) Örgüt dediğimiz şey bir ağlama duvarı değildir.
Çünkü ağlamak, yakınmak, şikayet etmek için örgütlenilmez. Daha çok ve bildiğim kadarıyla; şikayet ettiğiniz olumsuz durumu değiştirmek amacıyla örgütlenilir. Örgüt yeri ordan, burdan yakınma yeri değildir.  çünkü zaten örgütlenen kişinin o olumsuz koşulları belli bir bakış açısından yola çıkarak değiştirmek amacında olmasının özünde bulunmaktadır örgütlenmenin mantığı.
Ancak bu örgüt olmayan örgütlerin, “örgütsel” bileşenlerine (üyelerine) baktığımız zaman gördüğümüz ve görebileceğimiz tek şey; ondan bundan şikayet eden, olumsuz koşulları devamlı yineleyerek bir şey yapmamanın teorisini yapan insanlar topluluğudur. Bu da sözü geçen insanların neden örgütlendikleri sorusunu karşımıza çakaracaktır ki bu sorunun cevabı yazının ilk paragrafında geçen mastürbasyon kelimesi ile verilmiştir.

c) Örgüt dediğimiz şey, mazeret gösterip kaytarma yeri değildir.
 İçinde bulundukları yapılara örgüt demekte ve kendi kendilerini bu yolla tatmin etmekte ısrar eden, sözü geçen insanlar, olumsuzluklardan yakındıkları oranda bu olumsuzlukları mazeret olarak kullanmaktadırlar. Bunun yanında “örgüt” hayatına sekte vuracak denli yaygın bir başka davranış şekli vardır ki o da; en basit işlerini bile, yapmaları gereken ve yapmazlarsa içlerinde bulundukları yapının işlerliğini tehlikeye sokacak olan bir göreve tercih etmeleridir.  Bu, kelimenin tam anlamıyla iki yüzlülüktür. Ve ne yazık ki bahsettiğimiz “örgütlerin” tamamının içinde bulunan bireyler tarafından utanmazca sergilenmektedir.
Bu davranış şeklinin sonucu, yalnız kalan ve işleri yalnız başına yürütmeye çalışarak sivrilen birkaç kişidir. Yalnızca üstüne düşen görevi yapması, bir kişinin bugünkü yapılarda sivrilmesine yeterli olmaktadır. “Örgütler” de o bireylerin isimleri ile anılmaya başlanmış, “örgüt” o bireyler olmuştur. Çarpıklık diz boyunu aşmış gırtlağa dayanmıştır. Çünkü bu notada paylaşım, etkileşim, birlikte üretim sıfırdır.

d) Örgüt dediğimiz yer, iş yapma yeridir.
Bildiriler çıkartmak, arada bir yürümek, üç-beş panel düzenlemek; tüm bunlar bir örgütün yapmakla yetinemeyeceği şeylerdir. Ne örgüte insan kazandırmak için, ne var olan insanları motive etmek için ne de verili koşulları zorlamak için yeterli olmayan bu izci kampı eylemleri, komik olmaktan öteye –örgüt kelimesinin içini her defasında daha da boşaltmakla, sanki örgüt dediğimiz şeyin bütün amacının bunlar olduğu gibi bir yanılsama yaratmakla- ağlanacak şeylerdir.
İş yapmak, üretmek ve paylaşmaktan yukarda bahsettiğimiz şeylerin dışında bir şey anlamayan insanların oluşmasından başka bir şeye hizmet etmeyen dar kafalılık, sadece kendi ufkunu karartmakla kalmıyor, toplumun bütününün üstünde bir umutsuzluk, alternatifsizlik dalgasını hakim kılıyor.
Kendi tarzını, ekolünü, nefesini bu topluma veren, insanlara alternatif heyecanları hissettiren bir örgütlenme anlayışı yaratılmazsa; ne yaşam tarzı, ne insanlar arası ilişkiler anlamında bugünkü “örgütlenmeleri” oluşturan insanlarda bir değişiklik olmayacaktır. Genel ve soyut 3-5 teorinin insan kafasında yer bulması, o kişinin veya kişiler topluluğunun somut politikaları olacağı anlamına gelmez. Kaldı ki bahsettiğimiz “örgütler” alternatif bir yaşam tarzını somut anlamda hayata geçiremediklerini kendileri kabul etmek durumundadırlar.

e) Bir örgütte yapılan işin, yalnız başına bir insanın yapabileceği işten kat kat fazla olması şarttır.
   Yukarda bahsettiğimiz tüm olumsuzlukların kaçınılmaz sonucu olarak, yapılması gerekenler tek tek bazı bireylerin üzerine kalmaktadır. Bir tek birey belki de yalnız başına çok güzel ürünler verebilecekken, çok ağır örgüt işlerinin altında ezilmektedir. Ortaya çıkan ürün, bir tek kişinin gerçek ürünü bile değildir. ve bunun adı kısırlıktır.
Sadece bu önerme bile bahsedilen “örgütlerin” örgüt olmaktan ne kadar uzak olduklarını açıklayabilmektedir.

Söylenenlerin hepsinin önyargı/duygu vs. olduğu gibi bir düşünceyle –kendi kendini kandırarak devam ettiği yaşantısına- bundan sonra da böyle devam etmek isteyen talihsiz arkadaşlarımız aranızda çoğunlukta olabilir. Onların en başta yapması gereken bu yazıyı okumamaktı. Ancak yazar tarafından bilerek uyarılmadılar. Çünkü insan ne kadar kör olursa olsuntek duyu organı göz olmadığına göre, mutlaka bir şekilde gerçekleri hissedecektir.
Yapılması gerekenin; bugünü bilmek, hataları görerek yarını inşa etmeye yine bugünden başlamak olduğunda ısrar ederek sürecek olan yazıda belirtilecek bir iki nokta daha var:

a) Yukarda bahsedilen yapıların hiçbiri kendilerini birer örgüt olarak tanımlamakta ısrar etmesinler, çünkü değildirler. Her “örgüt” için teker teker yazılar hazırlamak gerekirse bunun da yapılabileceğinin okur tarafından bilinmesi gerekir.
b) Yeniyi kurmak, olması gerekeni yaratmaya şimdiden başlamak için çabalanmalı, birleşilmeli, elbirliği edilmelidir. Teker teker bireylerin yaptıklarından ibaret olan bu yapılar, aynı bireylerin birbirlerine karşı olumsuz duygularıyla ayrı saflarda bulunabilmektedirler. Bunu “bazı kişilerin” sorumsuzluğuna mı yoksa o “bazı kişilerin” sözünden çıkmayanların saflığına mı bağlamak en doğrusu olur, buna tabii ki okuyucu karar verecektir.
c) Tarafınızdan bilinmesini isterim ki, bu yazının yazarı, eğer herhangi bir “örgüt”e üyeyse bu o “örgütün” yukardaki eleştirilerle bir ilgisi olmadığından değil; yazarın dılardan mücadele yerine, içerden mücadele yöntemini seçip orada bulunuyor olmasındandır.
Karamsar tablolar çizip, kimsenin moralini, şevkini bozmak gibi bir amacım yoktur. Emin olabilirsiniz ki, sırf bugün bu kadar kötü olduğu için geleceğe mecburuz. Ve “yeni” bugünün tekrarı olmayacaksa; bugünü bilerek, görerek ve değiştirmek isteyerek hakkıyla yaşadığımız için olmayacaktır.
Gelecek, aralarında paylaşım, üretim ve ideolojilerinin yansıması olan bir yaşam tarzının egemen olduğu, bireylerden oluşan, sorumlu, tutarlı örgütlerin kardeşçe birliğince kurulacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder