2 Mayıs 2001 Çarşamba

Kendimize Gelme Gerekliliği Üzerine


“Yani” diye devam etti Titorelli, “Sen çökmüş bir davayı savunuyorsun.
Çoktan kaybedilmiş bir davayı savunan adam biraz komik olur. O role soyunan adam için komiklik gerekli birşeydir. Sen ciddi davranmak için kendini çok zorluyorsun. Kendin ol: Yani gülünç ol!”
Derviş Zaim, Ares Harikalar Diyarında


Kıbrıs’ta yaşıyoruz. Bölünmüş Kıbrıs’ın TC devleti tarafından idare edilen tarafında sosyalist olmak, hele hele Marxist olmak ne demektir? Koşullar nedir ve bu koşullarda sosyalistlerin görevleri nelerdir?

Sadece bunlara cevap vermeye çalışan ampirik ve bilimsel bir yazı ortaya koymaya çalışmak bile birkaç ciltlik bir kitap ortaya çıkarabilir. Bir makale ise bu sorulara ne kadar sağlıklı bir yanıt verebilir? Bu tartışılabilecek bir şeydir. Ancak düşünmeye başlamak açısından kimi zaman bir makale de yeterli olabilmektedir.
İşte okuyacağınız satırlar bunun bilinciyle ve başta sorulan sorulara yanıt verme amacıyla yazılmışlardır.

Özne var mı? Özne Nerde? Özne Yok!
Öncelikle kabaca da olsa bir durum tespiti yapmalıyız. Kıbrısın Kuzeyinde bugün KKTC adı verilen TC alt-emperyalizminin uzantısı niteliğinde halktan kopuk bir devlet vardır. Seçimler göstermeliktir ve demokrasi ordunun postalları altında kalmış bir masaldır. Bu konu ile ilgili ve bunu tespit eden çok kapsamlı kitaplar, makaleler, röportajlar ve gazete haberleri olduğundan bu konuya derinlemesine girmiyorum. Ama seçim zamanları taşınan nüfus, askerin limanlarda, polis üzerinde ve hükümetle ilgili anormal etkinliği, TC Dışişleri Bakanının KKTC Cumhurbaşkanı’ndan daha etkili bir pozisyonda oluşu yeterli örneklerdir.[1]
Ayrıca kuzey kıbrıs’ta Marxistlerin politikalarını üzerine dayayacakları bir sanayi ploreteryası yoktur. Hafif sanayinin varlığından ötürü bir işçi sınıfı mevcuttur ancak bu da son 27 yıllık üretimden koparma politikaları neticesinde büyük ölçüde azalmıştır. Bu anlamda işçi sınıfı diyebileceğimiz kesim sanayi bölgelerinde sıkışmış 10-20 kişilik üretim merkezlerinde, kapitalistlerin değil de daha çok esnaf ve zanaatkarın yanında çalışan örgütsüz bir azınlıktır.[2] Bu durum zaten başlı başına bir sorunken bir de kaçak işçi denilen Türkiye’den taşıma ucuz emek gücünü de düşündüğümüzde içinden çıkılmaz hale gelmektedir.
İşçi sınıfının durumu böyleyken geriye kalan kesimlere de bakmakta fayda var. İşçi sınıfı yok denecek kadar azdır dediysek kapitalist de yoktur sanılmasın. Her ne kadar kelimenin Avrupa anlamında bir kapitalist sınıftan bahsedemesek de, gelirini legal ve/veya illegal yollardan belli işler yaparak elde eden bir zenginler zümresinin varlığı kesindir.
Halk kesimlerine bakacak olursak: memurlar, öğrenci ve çalışan(işsiz) gençlik, esnaf ve öğretmenlerden bahsedebiliriz. Ve tabii bunun yanında örgütsüz, dağınık bir durumdaki özel sektör çalışanları yani hizmet proleteryası.
Bu kesimlerin her biri için uzun ve ayrıntılı değerlendirmeler yapılabir. Ancak kısaca söylenecek olursa bunların her birinin eylemliğinin yükseldiği, sarsıcı hareketlere giriştiği dönemlerden bahsedilebilse de, hiçbirisi yeni bir toplum projesine dayanaklık edebilecek süreklilikte aktivizme veya sosyal-kültürel bir alternatif ekonomik pozisyona sahip değildirler. Bu anlamda bilimsel sosyalizmin “kendi özel çıkarlarını savunurken aslında toplumun genel çıkarlarını savunan” sınıf olma ayrıcalığına sahip olmadıkları gibi, “toplumun tüm diğer kesimlerini de özgürleştirmeden kendileri özgürleşemeyecek olan sınıf” da değildirler.
Bu durum verili bir gerçektir. Yani Kuzey Kıbrıs asalak bir kapitalist kesim tarafından idare edilen, küçük, zayıf ve örgütsüz bir işçi sınıfına sahip, en genel anlamıyla bir küçük burjuvalar ülkesidir. Kültür düzeyinin görece yüksekliği de bundandır.
Bunu “somut koşullar” diye niteleyip, bir de bu “somut koşulların somut tahlilini” yapan birçok sol-sosyalist kesim doğrudan ve dolaysız bir şekilde küçük burjuva sosyalizminin batağına saplanmakta, Proudonculuk yaparak, “yaraların sarılması” söylemi altında kısmi ve geçici çözüm önerileriyle verili düzenin restorasyonuna girişmektedir. Halkla içiçe olmak, haklı anlamak söylemi her ne kadar gerçek anlamı bu olmasa da, Kıbrıs pratiğinde buraya vardırılmakta esnafcı, öğrencici, memurcu versiyonlarıyla pek de birbirinden farklılık göstermeyen küçük burjuva sosyalizminin fraksiyonlarına ayrılmaktadır.[3]
Bu durumda yapılması gereken “ne olursa olsun sosyalizm” diyerek intihara kalkışmak olmadığı gibi, “verili durum budur, öyleyse biz de bir tanesini seçmeliyiz” yanlışına düşmek de değildir.
Kuzey Kıbrıs’ta Marxsit olmak bu koşulların içerisinde Marxsist duruşunu koruyabilmek demektir. Tamam da bu ne demektir?

İrade mi idare mi? Ziyade…
Kıbrıs, hemen hemen tüm tarih kitaplarında rastlanabilecek bir ifade ile, tarih boyunca işgaller, ve dış güçlerin karışmaları sonucunda bu günlere gelmiş bir coğrafyadır. Yani Kıbrıs’ta dış koşulların belirleyiciliği herhangi bir  dünya ülkesinde olduğundan çok daha fazladır. Ancak bu demek değildir ki iradenin ve voluntarizmin Kıbrıs özelinde hiçbir manası yoktur.
Koşullar karşısında irade her zaman belli bir özerkliğe sahiptir. Ancak ne yazık ki verili iç ve dış koşullarda “marxsist irade”nin özerkliği sınırlıdır. Bunun için bunu bilerek hareket etmek zorunludur.
AB, ABD, Yunanistan, TC, İngiltere ve hatta İsrail gibi global ve bölgesel güçlerin Kıbrısla ilgili planları söz konusudur. Ve bunlar yetmezmiş gibi dünya çapında marxism gerek teorik gerekse pratik anlamda daha yeni yeni toparlanmaktadır. Ve bu toparlanma henüz daha enternasyonal dayanışma noktasına gelmediği gibi devrimci kaynamaların olduğu ülkeler de (henüz) yoktur. Bu durumun bizi ilgilendiren yanı enternasyonal dayanışma boyutudur.
Verili dışa bağımlı, dünyadaki gelişmelerden etkilenen yapımız bu olumsuz durumla daha da kötüleşmekte, yozlaşmaktadır. TC alt emperyalizmine entegre olmayı savunan solcularımız olduğu gibi, AB emperyalizmine yaltaklık etmeyi sosyalizm sayan, veya “emperyalistler arası çelişkiden faydalanıp, emperyalistleri kullanabileceğini” zanneden solcularımız da vardır. Özne işçi sınıfının yokluğunda ilerlemenin motorunu dış dünyaya atfetmek marxism midir?
Bu koşullarda Marxsist olmak bir kabus gibidir…
Bu durumu bilen, gören ve anlayan; gerek AB-TC, gerek Federasyon-Konfederasyon-Entegrasyon, gerek özelleştirme-kamulaştırma, gerekse Kıbrıslılık-Türkiyelilik dayatmalarına boyun eğmeyen marxist-sosyalist-solcu bireyler olduğu gibi, marxsizmi seçmemiş varlığından habersiz ancak verili seçenek(dayatma)lerle tatmin olmayan bir kesim de mevcuttur.
Ayrıca verili statükonun halk genelinde yarattığı sıkıntı ve hoşnutsuzluktan dolayı çeşitli kesimler üzerinde kitle çalışması yapmak da mümkündür.
Bu bağlamda marxsitlerin Kuzey kıbrıs’taki konumlanışı ekonomik içeriği asla göz ardı edilemese de asıl olarak kültüreldir. Ve kültürel olduğu kadar da siyasidir. Yani hoşnutsuz kesimler üzerinde kitle çalışması yapabilmenin ön koşulu ekonomik konumlanış değil, kültürel ve siyasi bir netleşmeden geçer.
Marxsit sol, veya oluştuğu zaman kendisine vereceği isim her ne ise, kültürel farklılığını tüm diğer sol kesimlere karşı netleştirmeli ve kendisini ortaya koymalıdır.
Marxsist sol kültürel ve yaşamsal (günlük pratik) konulardaki duruşundan dolayı diğer sosyalist kesimlerden farklıdır. Ve bu farklılığını gözle görülür bir duruma getirebilmek için kültürel ve yaşamsal (günlük pratik) anlamda bir netleşmeye mecburdur.
Altını çizerek belirtmek zorundayım bu farklılık halktan kopmak ve halka karşı netleşmek anlamında alınamaz. Ve böyle anlaşılamaz. Bu marxsit sol ve tüm diğer sol kesimler arasındaki farklılıktır. Bu, ikisinin ayrı yolların yolcusu olduğu anlamında bir netleşmedir. Ve Marxsist solla halk arasındaki ilişkiler konusuyla uzaktan yakından alakası yoktur.
Söz konusu kültürel netleşme tek tek bireylerin altından kalkabilecekleri bir görev değildir. Bu daha genel anlamıyla; var olan sol kurumlarla ilişkilerinde eğreti duran, geçmişte bazı yaşanmışlıkları (deneyimleri) bulunan ancak tüm olumsuz yaşanmışlıklara rağmen kimliğini ve onurunu koruyabilmiş bireylerle, verili alternatifleri (dayatmaları) içine sindiremeyen ve yeni arayışlar içindeki genç solcuların birlikte başarabilecekleri birşeydir. Bu bir kez başarıldığında özne işçi sınıfının yokluğundan dolayı çalışma alanı olarak seçilecek yer tüm toplum olmalıdır.
Tüm toplum söylemini açmamız gerekir. Tüm toplum üzerinde aynı anda ancak tek tek kesimlere yönelik, koordineli ve örgütlü bir özel çalışmadan bahsediyorum. Yani gençlik, esnaf, öğretmen ve memur üzerinde, hizmet sektörü üzerinde ayrı ayrı ama aynı anda ve tek elden yürütülecek özel çalışma alanları. Bir zamanların ifadesiyle “en dar kesimler üzerinde en genel kitle çalışması.”

Alternatifini söyle Alternatifini…
Bunu başaracak olan kadro biraraya gelmelidir. Bunun araçları düşünülebilir ve uygulanabilir. Bir dergi ve/veya bir kültürel ortam bu aşamada başlangıç da olabilir. Gerekli olgunluğa erişildiğinde özel kesimlere yönelik kitle çalışmaları bir harekete veya partiye de dönüşebilir…
Ama acil olan ve tüm bu noktalara gelinmeden başarılması gereken Marxsist solun kendi arasında bir araya gelme, kültürel ve pratik; bu anlamda ve bu başarıldığı oranda da siyasi ve ekonomik netleşmesidir. Ve bu esas gerekliliktir.
Son olarak kültürel-yaşamsal (günlük pratik) bir kalkışma demek, yüksek politika (high politics) yapmak demek değildir. Bilindiği gibi high politics partiler, örgütler, devletler düzeyinde yapılan veya yapılmayı hedefleyen makro politikalarla ilgili bir kavramdır. Siyasi-ekonomik veya kültürel oluşu değil makro düzeyde oluşudur önemli olan. Sol kesimin makro politikalara daha çok ilgili olması da anlaşılır birşeydir. Bütünü değiştirmeden parçaların değişemeyeceği, sistemsel yapısal sorunların aşılması gerektiği ve verili statükonun tüm olumsuzluklarla oluştuğu ama aynı zamanda dönüp bu olumsuzlukları yeniden ve sil baştan ürettiği bir gerçektir.
Ama low politics demek, kendini mikro düzeyde ufak soruncuklarla ve bu sorunları onları yaratan en genel ilişkilerden soyutlayarak ilgilenmek üzere sınırlamak demek değildir. Parçanın bütünle ilişkisi gözetilerek somut ve küçük hedefler doğrultusunda büyük başarılar kazanılması hedeflenmelidir.
Marxsizmi marxsizm yapan, solu sol yapan adalet, ahlak, onur ve namusa verdiği özel önemdir. Evet eşitlik ve özgürlük de vardır. Ama adalet, ahlak ve onur yani en genel ve en özel anlamıyla insan. Birey.
Bu yüzden sol adına konuşan veya sol için politika üretmeye çalışan herkes kendisini bu ölçütler ışığında sınamalı ve yeni kültürün yaratılması ve savunulması birincil amaç olmalıdır. Bu koşullarda yapılabilecek olan da budur. Zaten yapılması gereken de budur.
Kültürel ve günlük anlamda içi doldurulmamış bir sol ya iflah olmaz maceraperestlerin bir kuruntusu ya da şaşaa isteyen budalaların avuntusu olur.


[1] Kıbrıs’ta İç ve Dış Etkenler (Niyazi Kızılyürek), Yanılmayı Çok İsterdim (Özker Özgür), Dünyada Bir Ada (Alpay Durduran), Geçmişi Unutmadan Geleceğe Bakmak (A. H. Tahsin), Dizleri Titreyenler (Fuat Veziroğlu). Ayrıca bkz. Avrupa, Radikal ve Evrensel Gazetelerinin K. Kıbrıs’la ilgili haberleri.
[2] Bu noktada iki şeyi belirtmemiz gerekiyor:
(a) “Kuzey Kıbrıs’ta Marxistlerin politikalarını üzerine dayayacakları bir sanayi ploreteryası yoktur” dedik. Bu “Kuzey Kıbrıs’ta Marxistlerin somut politikaları olduğu” anlamına gelmez. Yani Kuzey kıbrıs’ta Marxistler hedef ve politika eksikliğinden de muzdariptirler.
(b) Kuzey kıbrıs’ta hafif sanayide çalışan, daha genel anlamda ve hizmet sektörünü de kapsayacak şekilde özel sektörde çalışan emekçiler sendikasız ve örgütsüzdürler. Bu durum sendikların ayıbı olduğu kadar Marxsitlerin de zaafıdır. Ve sendikaların ne kadar havada kalan bürokratik yapılar olduğunu görmemizi gerektirmektedir.
[3] Tabii “inadım inat işçi sınıfı vardır” diyen “esas marxistleri” de unutmamak lazım. Onlar var olmayan birşeyi varmış gibi kabul etmekle bu işi doruğuna vardırmış gerçek hayalcilerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder