Mart
ayı içerisinde özel sektör çalışanlarını yakından ilgilendiren bir gelişme
yaşandı. Dev-İş’e bağlı Emek-İş sendikasının Uluslararası Kıbrıs
Üniversitesi’nde örgütlenme girişiminde bulunması üzerine, patron buna baskılar
ve işten atmalarla yanıt verdi.
Yaygın medyada da gayet geniş yer bulan bu
olay, kısaca şöyle gelişti: UKÜ’de aşçı, şoför, temizlikçi ve bahçıvan olarak
görev yapan işçiler, kötü çalışma koşullarından bıkmış durumdaydı. Haftada 40
saat çalışması gereken işçiler 55-60 saatlere kadar zorla çalıştırılıyor ve
fazla mesaileri de ödenmiyordu. Yıllık ücretli izin hakları yasal süreler
dahilinde kullandırılmıyor, baskıcı ve zorba bir yönetim anlayışı
uygulanıyordu. Bunun üzerine sendikalaşmaya karar veren işçiler, Emek-İş’te örgütlenmeye
başladılar. Ancak durumdan haberdar olan patron, iki işçiyi uydurma
gerekçelerle işten durdurdu. Emek-İş sendikası ve bağlı olduğu Dev-İş, durumu
protesto ederek 23 Mart tarihinde 15 dakikalık bir grev gerçekleştirdi. Bunun
yanında çeşitli memur ve öğretmen sendikaları ile kamuda örgütlü işçi
sendikaları durumu protesto eden basın bildirileri yayınladılar. Durumu Çalışma
Bakanlığı’na da şikayet eden örgütlerin bu talebi ile ilgili hiçbir somut adım
atılmadı.
Yaşanan
bu olay gayet öğretici olmuştur. Öncelikle patronların ne kadar çağdaş,
demokratik, örgütlenmeye saygılı görünürlerse görünsünler, işçilerin
örgütlenmesine asla tahammül göstermeyeceklerini bir kez daha gördük. Çünkü
patronların esas kar kaynağı işçilerin ödenmemiş emeğidir ve hakkını arayan
örgütlü işçi, patronların en büyük kabusudur. Öte yandan her fırsatta
sendikalara çatarak, özel sektörde niye örgütlenmediklerini soran hükümetin iki
yüzlü ve demagog tavrını da yaşayarak gördük. Hükümet, yeni hazırladığı Sosyal
Güvenlik Yasası (sözde tek tip sosyal güvenlik) ile maaşların gerçek değeri
üzerinden sigorta yatırılmasını teşvik edeceğini iddia ediyor. Hükümetin hayali
varsayımına göre, çalışanlar asgari ücret üzerinden yatırım yapılmaması için
patrona baskı yapacak ve patron da geri adım atarak yatırımları gerçek maaş
üzerinden yapacaktır. Bu yalana kendisi bile inanmayan hükümet temsilcileri,
Emek-İş sendikasının UKÜ’de örgütlenme çabası karşısında süt dökmüş kedi
suskunluğunu tercih etti. Patronun baskıları ve hükümetin suskunluğu sonucunda
işçiler sendikadan istifa ettiler. Hatta olayı traji-komik bir boyuta vardıran
patron; sendikaya üye olmayan işçilerden bile istifa yazısı aldı.
Bu
olaydan çıkardığımız bir diğer ders ise, kamuda yürütülen örgütlenme
stratejisinin özelde yürütülemeyeceğidir. Sendikalaşmaya karşı acımasız ve
tahammülsüz patronlar karşısında, sendikal çalışmalar yeterli olgunluk, bilinç,
mücadele azmi ve kenetlenme gerçekleşene kadar gizli tutulmalıdır. İşçilerle
gizli toplantılar yapılmalı, bilinç verilmeli, patronun olası ajanlarına karşı
öncelikle dar ve güvenilir bir gruptan başlayarak yayılmak hedeflenmelidir.
Ayrıca her alana yönelik farklı stratejiler geliştirilerek, örneğin UKÜ
örneğinde öğrenciler ve öğretim görevlilerine yönelik de bir çalışma
yürütülmelidir. Sendikanın varlığının ilanı ise grevle olmalı, sendika tanınana
ve görüşmeler başlayana kadar da hiçbir şekilde grev kaldırılmamalıdır. Yaşanan
örnekte gerçekleşen 15 dakikalık grev, kaybedilmiş maçın şeref golü
niteliğinden öte bir anlam ifade etmemektedir.
Öte
yandan, basın yolu ile Emek-İş’e destek veren 16 örgüt, desteğinde samimi ise;
bugünden başlayarak özel sektörde yaşanacak örgütlülük girişimlerini finanse
etmek üzere ortak bir dayanışma sandığı oluşturabilirler. Bu fon yardımıyla
grevde geçecek günlerde işçiler ve aileleri basın bildirilerinin ötesinde somut
bir yardım görmüş olurlar.
Özel sektörde sendikalaşmak
ayrı bir çalışma alanıdır. Bu alanda başarılı olmak; uzlaşmacı ve uysal bir
anlayışa değil mücadeleci, atak, dinamik ve kararlı bir yapıya bağlıdır. Bu
uğurda ne patronlar ne de patronların kuklası hükümetten hiçbir destek
beklenemez. Bu ancak işçilerin kendi öz gücüne ve sınıf kardeşlerinin
dayanışmasına dayalı bir mücadele olarak başarılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder