Kıbrıslı Türkler
olarak içerisinde sıkıştırıldığımız cendereye ne isim vereceğimiz konusunda
sıkıntılar yaşıyoruz. Yıllardan beridir bastırılan, söylenmesine izin
verilmeyen, duyulmaz görünmez kılınan bir kelime var aslında bu konuyu tarif
eden: İşgal...
Öyle ki, Kıbrıs’ta
Kıbrıs halklarının sözü, etkisi ve yetkisi olmadığını herkes biliyor. Ancak bu
durumu tarif ederken ısrarla işgal kelimesinden kaçınılıyor...
Bana sorarsanız, işgal
tanımından kaçınılmasının nedeni, “cesaret”le ilgili olmadığı gibi; işgal
tanımını kullananların pozisyonu da “hamaset”le ilgili değil... Bu yüzden belki
de farklı tanımlar kullanan insanlar olarak ilk yapmamız gereken şey,
biribirimize dair önyargılarımızdan arınmak olacak...
***
Ülkedeki durumu
tanımlayış biçimlerindeki farklılık, yani somut durumun somut analizinde farklı
sonuçlara varıyor olmamız nereden kaynaklanıyor olabilir?
Yani aslında hepimiz
aynı ülkeden bahsediyoruz, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve hepimiz barış
istiyoruz... Ama ne hikmetse aynı veriyi analiz edip, farklı sonuçlara
varıyoruz...
Eğer kişilerin
fikirlerinin yaşamlarını şekilendirmediğini, tam aksine fikirlerini
şekillendirenin yaşamları olduğunu düşünüyorsak bu noktada odaklanmamız gereken
de somut gerçeklik olmalı...
***
Dış güçlerin,
özellikle de Kıbrıslı Türkler için Ankara’nın somut bir olgu olduğunu UBP bile
kabul ediyor aslında... Bu da Kıbrıs’ın kuzeyinde bulabileceğimiz en somut
gerçek zaten...
Buradan hareketle şunu
söylememiz sanırım gerçeğe aykırı düşmez; kişilerin ve örgütlerin bu gerçeği
tanımlayışları, gene bu gerçekle kurdukları somut ilişkilerden temelleniyor.
Yani herkes kendi
tanımını Ankara karşısındaki pozisyonuna göre yapıyor...
TC Devleti’nin ordusu
ile, ekonomisi ile, siyaseti ile Kıbrıslı Türkleri şekillendirmesinde hiçbir
sakınca görmeyen kesimlere göre bu tartışma da anlamsız zaten: Onlara göre
yapılması gereken, “anavatanımız”dan gelen her şeye koşulsuz evet demek...
İradenin Kıbrıs
halklarında olması gerektiğini düşünen kesimler ise bu kadar rahat değil...
İrade Kıbrıs
halklarında olmalı, ama değil...
O halde bu durumun adı
ne?
***
BKP Toplumsal Varoluş
Güçleri’ni oluşturan Baraka, DKB ve BKP’nin bu noktada pozisyonu net...
Ülkede yaşananlar,
Ankara’nın iradesince şekillendiriliyor. Ankara karşısında Kıbrıslı Türkler bir
yok oluş süreci ile yüzleşiyor. Özelleştirmeler, Kur’an kursları, ekolojik
talan ve yıkım gibi konuların hepsi de hem moral hem de fiziki anlamda bir
erzoyona yol açıyor.
Bu kısır döngüden
çıkışın yegane yolu ise Ankara karşısında “hayır” deme iradesine sahip
çıkmak...
O ilk “hayır”dan sonra
gelişmelerin nasıl olacağı ile ilgili pek çok tartışma var toplumumuzda. Ancak
bu tartışmaların da net bir şekilde gösterdiği gibi, bu toplum beğenmediği bir
şeye “hayır” diyebilecek iradeden dahi yoksun bırakılmış durumda...
Çünkü böyle bir
irademiz olsaydı, bir şeye “hayır” deyip demeyeceğimizi tartışırken, o şeyi
benimseyip benimsemediğimizden hareketle konuşurduk. Oysa bizim konuştuğumuz
zemin bu değil; “hayır”ın sonuçları...
***
Vesayet tartışması
işte bu noktada gündeme geliyor...
Ankara karşısında
“hayır” noktasında bir duruşu “gerçekçi” bulmayanlar, yani Ankara olgusuna
“uyum” göstermiş olanlar için ülkedeki durumun adı işgal değil vesayet
oluyor...
“Vesayet rejimi”
karşısında kabahati Ankara’da değil, kendi halkında bulunca; işgalcinin
yaptıklarını değil kendi halkının bunu zaten talep ettiğini dillendirince
ortaya bambaşka bir tablo çıkıyor...
Mevcut durumda kendi
ülkemizde söz, yetki ve karar haklarına sahip olamayışımız; bizim bu
haklarımızı bilerek, isteyerek ve kendi gönlümüzle seçtiğimiz bir vasiye
devretmiş olmamızdan mı kaynaklanıyor?
Vesayet söylemi işte
bunu iddia ediyor...
***
Vesayet ve İşgal
tanımları böylesine yüzeysel geçiştirilecek tanımlar değil...
Şimdi seçim süreci
içerisinde “vesayet” kelimesi sol liberal kesimin kendi kitlesine “radikal”
görünme aracı olarak kullanılıyor. Bu söylemin eleştirisi çok daha bütünlüklü
ve çok daha derinlikli yapılmalı...
Seçimden sonra da
yapılacak...
Ancak şu noktada bu
kadarını belirteyim ki; içerik olarak hiç de Ankara’yı rahatsız etmeyen ama
halkımızın gözünde işgal ile eşdeğer tutulan bir kelime pozisyonunda
“vesayet”...
Önümüzdeki aylarda
yaşanacaklar ve tartışılacaklar belirleyecek vesayet tanımının kaderini bu
ülkede... Belki Kıbrıs halklarının bağımsızlık kavgasında önemli bir silah,
belki de Ankara’ya uyum sağlayanların kalkanı olacak...
Ancak şu anda net olan
bir tek şey var ki; BKP Toplumsal Varoluş Güçleri’nin etrafında oluşan enerji,
halkta yansıyan irade ve mücadele azmi bizim dışımızdaki öznelerin de
radikalleşmesine neden oluyor...
Yetersiz de olsa
“vesayet” tanımı çerçevesinde pozisyon alma ihtiyacı hissedilmesi BKP TVG’nin
yarattığı bir olumluluk olarak görülmelidir.
Ve belki de yarın BKP
TVG’nin barajı geçmesi ile kitlelerin “vesayet” tanımını da aşacağının sinyali
olarak değerlendirilmelidir. Bunun için BKP TVG’nin güçlenmesinin sadece bu
ittifakın bileşenlerinde değil, sol liberal kitle partilerinin tabanında
yaratacağı radikalleşme de hesaba katılmalıdır...
Çünkü her tartışma
gibi Vesayet ve İşgal tartışmasının sonucunu da pratik belirleyecektir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder