Başlığın bir miktar yanıltıcı olduğunu itiraf etmeme izin verin. “Atanmış” nitelemesinin, Ersin Tatar ve Ünal Üstel başta olmak üzere, rejim siyasetçileri için revaçta olduğunun farkındayım. Kendileri bu sıfatı gani gani hak ediyorlar. Ancak gelin bugün iğneyi “kendimize” batıralım! Belki mevcut rejimi anti-demokratik olmakla eleştirenlerin durumuna bakıp, egemenlerin neden “utanmadıklarını” da anlarız!
Bazı partilerin “tek adaylı”
genel kurullarda seçim yapmadıkları biliniyor. Oysa kapalı oy ile seçim, üyeye
“boş oy” atma imkanı sağlar. Bu da seçileceği garanti bile olsa adaylara üyenin
nabzını gösterir! Son yıllarda mantar gibi çoğalan ve “demokrasi” konusunda
mangalda kül bırakmayan Sivil Toplum Örgütleri’ne bakıldığında ise demokrasiyi
mumla arıyoruz… Şirket kurar gibi kurulan, proje yazarak yaşayan ve kariyer
kapısı olarak işlev gören bu kuruluşların; üye sayıları da genellikle yönetim
kurulları kadardır. Böyle olunca genel kurula da gerek duymazlar, seçime de…
Sendikalarımızda ise durum çok
daha vahimdir! Ülkemizde KTÖS, KTOEÖS, Basın Sen, El-Sen, Güç-Sen ve HakSen
gibi bazı istisnalar hariç, delege sistemi ile idare edilen “büyük” sendikalarda,
yönetim kurulları kendi kendilerini “seçerler”, yada daha doğru bir ifade ile “atadıkları”
tarafından seçilirler!
***
Kamuda örgütlü “büyük”
sendikaların uyguladığı delege sistemi şöyle bir şeydir: Üyeler aidat öderler,
sendikanın aldığı kararlara uymakla yükümlüdürler ama yönetim kurullarını
belirlemek için genel kurullarda oy kullanamazlar! Oy kullanma hakkı olanlar, sadece
delegeleridir!
Delegeler kağıt üzerinde, genel
kuruldan önce üyeler tarafından seçilmelidir. Ancak böyle bir seçim hiçbir
zaman yapılmadığı için; boş kalan kotalar, her genel kurul öncesi yönetim
kurulları tarafından doldurulur. Kısacası önce yönetim kurulları delegeleri
atar, sonra delegeler yönetim kurullarını seçer! Hepimiz kktc’deki demokrasi
ile dalga geçiyoruz, bir de genel seçimlerde kimlerin oy kullanacağına
hükümetin karar verdiğini düşünün!
“Bir kişi bir oy” prensibi 1789
Fransız Devrimi’nden beridir demokrasinin en temel ilkesidir. Bu hak önceleri
erkek mülk sahiplerine tanınmış, sosyalistlerin mücadelesi ile yoksullara ve
kadınlara doğru genişlemiştir. “Seçme ve seçilme hakkı” olmadan demokrasiden
bahsetmek mümkün değildir! Ama gelin görün ki bizim kamuda örgütlü “büyük”
sendikalarımızda demokrasinin bu en temel unsuru eksiktir!
***
Kamu-Sen gibi sendikalar delege
sistemi kalkarsa “solcuların”, KTAMS gibileri de “sağcıların” sendikayı ele
geçireceklerini iddia ederler. Bu açıklama sizin için ne kadar tatmin edicidir
bilemem. Ama kendi kendilerini “atayan” sendikacıların; Ersin Tatar veya Ünal
Üstel’i “atanmış” olmakla eleştirmelerinin ironik olduğunu söyleyebilirim.
Delege sisteminin sendika-üye
ilişkilerinde yarattığı sıkıntılara, üyelerin müşteri haline dönüşmesinin
ülkemizdeki irade sorunu ile olan paralelliğine değinmek için burada yeterli
yerimiz yok. Ancak sendikasını bile yönetmekten aciz, giderek yönetme istencinden
de uzaklaşmış üyelerin, ülke demokrasisine sahip çıkmasını beklemenin
absürtlüğünü vurgulamak gerek!
Bir de özel sektörde sendikasız
işçi çalıştırılmasının yasaklanmasını savunan Bağımsızlık Yolu’nun, mevcut
sendikal anlayışı özel sektöre yaymayı değil; onu kökten değiştirmeyi
hedeflediğini; parti programında “delege sisteminin yasaklanmasını” savunduğunu
belirtmemiz gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder