24 Haziran 2024 Pazartesi

Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır

Bağımsızlık Yolu’nun TC Elçiliği tarafından desteklendiğini iddia eden İzzet İzcan ve Salih Oğuzhan Karahan ile bu asılsız iddiaların yayılmasında ısrar eden Serdinç Maypa’ya dava açıldı(1). Maypa bu duruma isyan ederek, davayı kendisine yönelik bir saldırı gibi lanse etti. Böylece süreç çok ilginç bir tartışmayı tetiklemiş oldu. “Basına dava açmak özgürlükçülüğe sığar mı?” Aslında bu sorunun kendisi bile Kıbrıslı Türk solunda uzun bir süredir kendini hissettiren ciddi bir erozyonun yansımasıdır.

Kullanılmayan Organlar Körelir!

“Kullanılmayan organlar körelir.” Bu söz Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarc’ın, “Lamarkizm” diye de bilinen hipotezinin özeti niteliğindedir. Doğa bilim bir yana, günlük hayatta hemen hepimizin doğrulayabileceği bir deneyimin ürünüdür bu yaklaşım. Spor yaptıkça spor yapma yeteneğimiz gelişir, bulmaca çözdükçe bulmaca çözme becerimiz ilerler, dans ettikçe daha iyi dans ederiz, müzik dinledikçe kulağımız bir çok farklı sesi ayırt eder. Kullandığımız özelliklerimiz gelişir, kullanmayıp ezbere, otomatiğe bağladıklarımız körelir!

Kıbrıslı Türk solunun geniş bir kesimi on yıllardan beridir aklını dolaba kaldırmış, kullanmamaktadır. Otomatiğe, ezbere, yankı odalarının rahatlığına terk edilmiş akıl; kullanılmadıkça körelmekte, yitip gitmektedir! Bu da solumuzun muhataplarıyla tartışabilme, argüman üretebilme ve halkı ikna edebilme kabiliyetini dumura uğratmaktadır. Bağımsızlık Yolu’nun Serdinç Maypa’ya dava açması üzerine “basına dava açmak özgürlükçülük değildir!” “Hiç basına dava açılır mı?” şeklinde bir tutum takınmak da bunun en son ve çarpıcı örneği olmuştur!

Ezber şu şekilde çalışmaktadır: “Egemenler ilerici gazetecilere dava açıyorlar. Bu davalar baskıcı. O halde basına dava açılamaz!” İşte size, bir kez ezberlediniz mi, ömür boyu kullanabileceğiniz bir reçete! Bu reçeteyi ezberlediğinizde, bir daha düşünmenize, değerlendime yapmanıza, tartışmanıza, sorgulamanıza, somut durumların somut tahlilini yapmanıza gerek kalmaz. Böylece aklınızı naftalinli sandıklarda korumaya alabilirsiniz!

Özgür Basın Onurumuzdur!

Kıbrıslı Türk basını, en azından onun egemenlerin dümen suyuna girmemiş onurlu kesimi ve gazetecilik etiğine uygun davranmaya çalışan basın emekçileri uzunca bir süreden beridir ceza davaları ile boğuşmaktadır! Egemenler sindirmek istedikleri yayın organlarına ve gazetecilere yönelik ceza davası tehdidini hoyratça kullanmakta, bir çok gazeteci ağır cezada yargılanma tehlikesi ile burun buruna mesleğini icra etmeye çalışmaktadır.

Toplumsal muhalefetin geniş kesimleri bu ceza davaları sağanağı karşısında, basın özgürlüğünden yana duruyor. Bağımsızlık Yolu buna ek olarak basın özgürlüğünün yasal güvence altına alınması için bir dizi yasa değişikliği önerisini de gündemde tutmaya çalışıyor. “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası”nda kamuyu ilgilendiren konularda haber yapan gazetecilerin bu yasa kapsamında yargılanmasını önleyecek hukuka uygunluk sebebinin düzenlenmesi; “Fasıl 154 Ceza Yasası”ndan müfsit niyetli yayınlar bölümünün (Cumhurbaşkanına hakaret dahil) tamamen çıkarılması; “Askeri Suç ve Cezalar Yasası”nın Güvenlik Kuvvetleri’nin manevi şahsiyetini tahkir ve teyzif maddesinin ağır ceza öngörülen bir suç olmaktan çıkarılması, “Bilişim Suçları Yasası”nın mahkemeyi devre dışı bırakan ve polise geniş yetki veren maddelerinin değiştirilmesi gibi konular bizim açımızdan acil, ertelenemez ve basın özgürlüğü için temel konular.

Bağımsızlık Yolu sadece yasal düzenlemelerle ilgili değil son zamanlarda yaşanan Şener Levent, Kazım Denizci ve Ali Kişmir’e yönelik ceza davalarının hepsinde de aynı tutumu takındı. Devletin savcısını, polisini ve bütçesini kullanarak gazetecilere ceza davaları açmak kesinlikle kabul edilemezdir. Bu nedenle bir gazeteciye ceza davası okunduğunda, konunun içeriğinden bağımsız olarak, bu bizim için bir ifade özgürlüğü meselesidir! Eğer gazetecinin veya basın kuruluşunun karşısına devletin gücü çıkarılırsa, bu basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırıdır; basını susturma, baskı altına alma ve sindirme girişimidir. Bu bizim için tartışmasız ve net bir mesele! Peki madem öyledir, basın özgürlüğünden yana olanlar nasıl olur da bir gazeteciye dava açar?(2)

Yani Basın Her İstediğini Yazacak mı?

Örneğini verdiğimiz her üç davada da; Şener Levent, Kazım Denizci ve Ali Kişmir ile ilgili kamplaşmalarda, taraflar memlekette yaygın olarak “sol” veya “sağ” diye kabul edilen tutumlar üzerinden şekillenmişti. Yani “solcular” bu üçlüye “solcu” oldukları için sahip çıkıyor; “sağcılar” bu üçlüye “solcu” oldukları için karşı çıkıyordu! “Sağcılar” ortada bir hakaret varsa bunun mahkemece belirlenmesi gerektiğini, “solcular” da bunun fikir, düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu söylüyorlardı, hala da bu eksendedir tartışma…

Bu noktada “sağcılar” kabaca şöyle bir argüman öne sürüyorlardı; “ne yani, basın özgürlüğü her isteyenin istediğine hakaret etmesi anlamına mı gelir?” Makul bir insan için bu soruya “evet” yanıtını vermek elbette mümkün değildir! “Bizimkiler kimseye hakaret etmez” de pek geçerli bir bir argüman sayılmaz! Oysa bu argümana verilecek çok basit bir yanıt vardır: “Kendisine hakaret edildiğini, hakkında yalan söylendiğini düşünen kişi veya kurumların hukuk davası açmak en doğal hakkıdır. Ortada gerçekten bir hakaret olup olmadığının ortaya çıkmasının en medeni yolu da budur! Sorun hukuk davası açmak yerine ceza davası açma yoluna gidilmesidir. Yani kendi meseleniz için devletin kaynaklarını kullanarak, devletin gücünü arkanıza alarak, devletin kolluk güçlerini seferber ederek yargısız infazda bulunulmasıdır!”

Bağımsızlık Yolu Oğuzhan Karahana’a, İzzet İzcan’a veya Serdinç Maypa’ya dava açtığında; kendi avukatını kendisi tutar, savcı Bağımsızlık Yolu adına duruşmaya çıkmaz, davalılar polis tarafından tutuklanmaz, davayı kaybetse bile hiçkimse bunun sonucunda hapis yatmaz, Ağır Ceza’da tutuklu yargılanma riski kimse için yoktur vb. Ceza davası ile hukuk davasının farkı budur! Fikir, düşünce ve ifade özgürlüğüne zarar veren şey, hukuk davası açmak değil; trafik, vergi kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, kadına yönelik şiddet vb. konularda kullanılması gereken ceza davası silahını, fikirsel, düşünsel, siyasal meseleler için kullanmaktır!

Akıncı ve Cenk Hoca Örneği

Bağımsızlık Yolu’nun bu konudaki tutarlılığı, benzer bir olayda roller değiştiği zaman 2020 yılında sınandı.

2020 Temmuz ayında İngiltere’den Kıbrıs’a gelmeye çalışan Cenk Hoca isimli bir Kıbrıslı Türk, covid 19 önlemleri nedeniyle sınırda sorun yaşayınca, Cumhurbaşkanı Akıncı’ya çok ağır hakaretlerde bulunmuştu. Cenk Bey’in yaşadığı sorunların Akıncı ile hiçbir ilgisi olmaması bir yana, sosyal medyasında söyledikleri bariz, açık ve net olarak kabul edilemez derecede ağır küfürlerdi!

Akıncı kişiliğine ve şahsına yöneltilmiş bu küfürler karşısında hukuk davası açmak yerine, polise şikayette bulundu ve Fasıl 154’ün “Cumhurbaşkanına hakaret” maddesini kullanarak ceza davası açılması için girişim başlattı. Bu olaylar yaşanırken Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyordu ve Bağımsızlık Yolu da Akıncı’yı desteklemeye hazırlanıyordu. Ama yıllardır kaldırılmasını savunduğumuz bir maddenin, sıradan bir yurttaşa karşı kullanılması bizim için kabul edilemez bir şeydi. Parti Meclisi derhal toplanmaya ve durumu değerlendirerek, gerekirse seçimdeki desteği çekmeyi konuşmaya karar verdi. Bunu da kamuoyu ile paylaştı(3).

Süreç içinde şahıs özür diledi, Akıncı şikayetini geri çekti ve konu kapandı. Ancak olaylar sırasında sadece Bağımsızlık Yolu, “Akıncı rahatsızsa hukuk davası açabilir, ama ceza davası açılması kabul edilemezdir” yönünde açıklama yaptı ve ifade özgürlüğünü savunarak sıradan insanlara karşı ceza davası açılmasını eleştirme tutarlılığını gösterdi. Hem de yaklaşan seçimlerde desteklediği adaya karşı! Bu yapılmadığında “bizimkiler her zaman haklı, onlar her zaman haksız” basitliğinde bir tutarsızlığa mahkum olursunuz! Ortaya koyduğunuz argümanlara siz dahi saygı duymuyorsanız, muhataplarınızın saygı duymasını nasıl bekleyebilirsiniz?

Özgürlük Sorumsuzluk Demek Değildir

Fikir, düşünce, ifade ve basın özgürlükleri tüm ilericilerin savunmak konusunda birleştikleri değerlerdir. Ancak bu özgürlükler, canımızın istediğini yapmak üzere istismar etmek için kullanacağımız bir kalkan değil, kendi iç tutarlılığı olan ilkesel tutumlardır.

Bu özgürlükleri sadece “bizden” saydıklarımız için geçerli kabul edip bizden olmayanlar için geçersiz sayamayız. Bu özgürlükleri sadece aynı fikirde olduğumuz kişiler için savunup farklı fikirde olduğumuz kişileri bunların dışında tutamayız. Dahası bu özgürlükleri, canımızın istediğini yapmak ve hiçkimseye hesap vermemek için bir vesile de kılamayız. Basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü; kişilerin her türlü sorumluluktan azade olması anlamına gelmez. Devlet kolluk güçlerinin bu meselelere taraf olmaması anlamına gelir! Devletin gücü bizden birilerine karşı kullanıldığında tepki gösterip, devlet gücü bizim elimizde olduğunda tam tersini yapmak, basın özgürlüğünü savunmak değil; basın özgürlüğü kılıfı altında kendimizi dokunulmaz kılmaya çalışmaktır!

Dahası ceza davalarının bu özgürlüklere zarar verdiği ortadayken, hukuk davası ile ceza davası arasındaki farkı dahi hesaba katmadan, “o da dava, bu da dava”  diye düşünecek bir kıvama gelmek; akıl devre dışı kalınca ne hallere düşüleceğinin göstergesidir. Oysa hukuk davası argümanı, “hakaret, yalan, iftira” durumlarından endişelenen kişilere sunulacak samimi bir çözümdür.

İnsanlar basın tarafından iftiraya uğramak, linç edilmek, hakarete maruz kalmak gibi olasılıklardan haklı bir endişe duyarken; hukuk davası ile ceza davasını bir tutarak kimseyi ikna etmek zaten mümkün değildir. Oysa basın demokrasi için olmazsa olmaz bir unsursa, mahkemeler ve hukuk davaları da öyledir. Basın özgürlüğü adına, dava açma özgürlüğüne karşı çıkılamaz! Bu liberalizmin bile gerisine düşmektir! Bir ilkeyi savunmak, tüm bunları göz önünde bulundurmayı ve somut durumlara göre yeniden düşünebilmeyi gerektirir. Aksi takdirde, yapılan kendine ayrıcalık istemekten başka bir şey değildir!

“Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır”

Kıbrıslı Türk solunun geniş bir kesimi on yıllardan beridir aklını dolaba kaldırmış, kullanmamaktadır. Bağımsızlık Yolu’nun Serdinç Maypa’ya açtığı davanın da ortaya koyduğu gibi, uzun süre kullanılmayan akıl ciddi oranda körelmiştir. Üstelik akıl körelmesi bununla sınırlı kalmıyor. Günün sonunda varılan yer; “Ben iyiyim, onlar kötüdür. Benden yana olmayan ondan yanadır, o zaman o da kötüdür!” gibi abuk sabuk bir düşünsel garabettir!

Tıpkı bu yazıda görsel olarak kullanılan Goya tablosunun isminde de söylendiği gibi, “Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır.” Bir yerden sonra baktığınız her yönde düşmanlar, komplolar, hainler, işbirlikçiler görmeye başlarsınız! Sizin ne gördüğünüz sizi bağlar, ancak hayatını Kıbrıs’ın bağımsızlığına ve halkların kardeşliğine adamış insanların “TC Elçiliği’nden fonlandığı” yalanını söylemeye başladığınızda, gerçekle karşılaşma zamanınız gelmiş demektir. Çünkü gerçekler, sizin aklınız onu kavrayamıyor diye ortadan kalkmaz!

--------------------- 

(1) Salih Oğuzhan Karahan’ın kullandığı mecra Serdinç Maypa’nın yayınıyken, İzzet İzcan’ın kullandığı mecra Radyo Mayıs idi. Radyo Mayıs bu karalayıcı iftirayı, internet ortamında tutarak yayılmasına taraf olmamak için sildi. Bu sebeple Radyo Mayıs’a dava açılmadı. Ancak Serdinç Maypa, yayını tutmayı tercih etti ve Bağımsızlık Yolu da bu asılsız iddianın gelecekte de yayılmasının önüne geçmek yani silinmesini sağlamak için kendisini dava etmek zorunda kaldı. Maypa davasının özü budur…

(2) Burada basın camiasının büyük bölümünün gazeteci olarak kabul etmediği Serdinç Maypa’nın, gazeteci olup olmadığı tartışmasına girmiyoruz. Argümanın takibi açısından Maypa’nın gazeteci olduğunu varsayıyoruz.

(3) https://www.bagimsizlikyolu.org/tepedeki-insanlar-siradan-insanlarla-ugrasmaya-baslarsa-ifade-ozgurlugu-ortadan-kalkar/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder