Bağımsızlık Yolu’nun TC Elçiliği tarafından desteklendiğini iddia eden İzzet İzcan ve Salih Oğuzhan Karahan ile bu asılsız iddiaların yayılmasında ısrar eden Serdinç Maypa’ya dava açıldı(1). Maypa bu duruma isyan ederek, davayı kendisine yönelik bir saldırı gibi lanse etti. Böylece süreç çok ilginç bir tartışmayı tetiklemiş oldu. “Basına dava açmak özgürlükçülüğe sığar mı?” Aslında bu sorunun kendisi bile Kıbrıslı Türk solunda uzun bir süredir kendini hissettiren ciddi bir erozyonun yansımasıdır.
Kullanılmayan Organlar Körelir!
“Kullanılmayan organlar körelir.”
Bu söz Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarc’ın, “Lamarkizm” diye de
bilinen hipotezinin özeti niteliğindedir. Doğa bilim bir yana, günlük hayatta hemen
hepimizin doğrulayabileceği bir deneyimin ürünüdür bu yaklaşım. Spor yaptıkça spor
yapma yeteneğimiz gelişir, bulmaca çözdükçe bulmaca çözme becerimiz ilerler, dans
ettikçe daha iyi dans ederiz, müzik dinledikçe kulağımız bir çok farklı sesi ayırt
eder. Kullandığımız özelliklerimiz gelişir, kullanmayıp ezbere, otomatiğe bağladıklarımız
körelir!
Kıbrıslı Türk solunun geniş bir
kesimi on yıllardan beridir aklını dolaba kaldırmış, kullanmamaktadır.
Otomatiğe, ezbere, yankı odalarının rahatlığına terk edilmiş akıl; kullanılmadıkça
körelmekte, yitip gitmektedir! Bu da solumuzun muhataplarıyla tartışabilme,
argüman üretebilme ve halkı ikna edebilme kabiliyetini dumura uğratmaktadır.
Bağımsızlık Yolu’nun Serdinç Maypa’ya dava açması üzerine “basına dava açmak özgürlükçülük
değildir!” “Hiç basına dava açılır mı?” şeklinde bir tutum takınmak da bunun en
son ve çarpıcı örneği olmuştur!
Ezber şu şekilde çalışmaktadır: “Egemenler ilerici gazetecilere dava
açıyorlar. Bu davalar baskıcı. O halde basına dava açılamaz!” İşte size,
bir kez ezberlediniz mi, ömür boyu kullanabileceğiniz bir reçete! Bu reçeteyi
ezberlediğinizde, bir daha düşünmenize, değerlendime yapmanıza, tartışmanıza,
sorgulamanıza, somut durumların somut tahlilini yapmanıza gerek kalmaz. Böylece
aklınızı naftalinli sandıklarda korumaya alabilirsiniz!
Özgür Basın Onurumuzdur!
Kıbrıslı Türk basını, en azından onun
egemenlerin dümen suyuna girmemiş onurlu kesimi ve gazetecilik etiğine uygun davranmaya
çalışan basın emekçileri uzunca bir süreden beridir ceza davaları ile boğuşmaktadır!
Egemenler sindirmek istedikleri yayın organlarına ve gazetecilere yönelik ceza davası
tehdidini hoyratça kullanmakta, bir çok gazeteci ağır cezada yargılanma tehlikesi
ile burun buruna mesleğini icra etmeye çalışmaktadır.
Toplumsal muhalefetin geniş kesimleri
bu ceza davaları sağanağı karşısında, basın özgürlüğünden yana duruyor. Bağımsızlık
Yolu buna ek olarak basın özgürlüğünün yasal güvence altına alınması için bir
dizi yasa değişikliği önerisini de gündemde tutmaya çalışıyor. “Özel Hayatın ve
Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası”nda kamuyu ilgilendiren konularda haber
yapan gazetecilerin bu yasa kapsamında yargılanmasını önleyecek hukuka uygunluk
sebebinin düzenlenmesi; “Fasıl 154 Ceza Yasası”ndan müfsit niyetli yayınlar bölümünün
(Cumhurbaşkanına hakaret dahil) tamamen çıkarılması; “Askeri Suç ve Cezalar Yasası”nın
Güvenlik Kuvvetleri’nin manevi şahsiyetini tahkir ve teyzif maddesinin ağır ceza
öngörülen bir suç olmaktan çıkarılması, “Bilişim Suçları Yasası”nın mahkemeyi devre
dışı bırakan ve polise geniş yetki veren maddelerinin değiştirilmesi gibi konular
bizim açımızdan acil, ertelenemez ve basın özgürlüğü için temel konular.
Bağımsızlık Yolu sadece yasal düzenlemelerle
ilgili değil son zamanlarda yaşanan Şener Levent, Kazım Denizci ve Ali Kişmir’e
yönelik ceza davalarının hepsinde de aynı tutumu takındı. Devletin savcısını,
polisini ve bütçesini kullanarak gazetecilere ceza davaları açmak kesinlikle kabul
edilemezdir. Bu nedenle bir gazeteciye ceza davası okunduğunda, konunun içeriğinden
bağımsız olarak, bu bizim için bir ifade özgürlüğü meselesidir! Eğer gazetecinin
veya basın kuruluşunun karşısına devletin gücü çıkarılırsa, bu basın özgürlüğüne
yapılmış bir saldırıdır; basını susturma, baskı altına alma ve sindirme girişimidir.
Bu bizim için tartışmasız ve net bir mesele! Peki madem öyledir, basın
özgürlüğünden yana olanlar nasıl olur da bir gazeteciye dava açar?(2)
Yani Basın Her İstediğini Yazacak mı?
Örneğini verdiğimiz her üç davada
da; Şener Levent, Kazım Denizci ve Ali Kişmir ile ilgili kamplaşmalarda,
taraflar memlekette yaygın olarak “sol” veya “sağ” diye kabul edilen tutumlar üzerinden
şekillenmişti. Yani “solcular” bu üçlüye “solcu” oldukları için sahip çıkıyor;
“sağcılar” bu üçlüye “solcu” oldukları için karşı çıkıyordu! “Sağcılar” ortada
bir hakaret varsa bunun mahkemece belirlenmesi gerektiğini, “solcular” da bunun
fikir, düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu söylüyorlardı, hala da bu
eksendedir tartışma…
Bu noktada “sağcılar” kabaca
şöyle bir argüman öne sürüyorlardı; “ne yani, basın özgürlüğü her isteyenin
istediğine hakaret etmesi anlamına mı gelir?” Makul bir insan için bu soruya
“evet” yanıtını vermek elbette mümkün değildir! “Bizimkiler kimseye hakaret
etmez” de pek geçerli bir bir argüman sayılmaz! Oysa bu argümana verilecek çok
basit bir yanıt vardır: “Kendisine hakaret edildiğini, hakkında yalan
söylendiğini düşünen kişi veya kurumların hukuk davası açmak en doğal hakkıdır.
Ortada gerçekten bir hakaret olup olmadığının ortaya çıkmasının en medeni yolu
da budur! Sorun hukuk davası açmak yerine ceza davası açma yoluna gidilmesidir.
Yani kendi meseleniz için devletin kaynaklarını kullanarak, devletin gücünü
arkanıza alarak, devletin kolluk güçlerini seferber ederek yargısız infazda
bulunulmasıdır!”
Bağımsızlık Yolu Oğuzhan
Karahana’a, İzzet İzcan’a veya Serdinç Maypa’ya dava açtığında; kendi avukatını
kendisi tutar, savcı Bağımsızlık Yolu adına duruşmaya çıkmaz, davalılar polis
tarafından tutuklanmaz, davayı kaybetse bile hiçkimse bunun sonucunda hapis
yatmaz, Ağır Ceza’da tutuklu yargılanma riski kimse için yoktur vb. Ceza davası
ile hukuk davasının farkı budur! Fikir, düşünce ve ifade özgürlüğüne zarar
veren şey, hukuk davası açmak değil; trafik, vergi kaçakçılığı, insan
kaçakçılığı, kadına yönelik şiddet vb. konularda kullanılması gereken ceza
davası silahını, fikirsel, düşünsel, siyasal meseleler için kullanmaktır!
Akıncı ve Cenk Hoca Örneği
Bağımsızlık Yolu’nun bu konudaki
tutarlılığı, benzer bir olayda roller değiştiği zaman 2020 yılında sınandı.
2020 Temmuz ayında İngiltere’den
Kıbrıs’a gelmeye çalışan Cenk Hoca isimli bir Kıbrıslı Türk, covid 19 önlemleri
nedeniyle sınırda sorun yaşayınca, Cumhurbaşkanı Akıncı’ya çok ağır
hakaretlerde bulunmuştu. Cenk Bey’in yaşadığı sorunların Akıncı ile hiçbir
ilgisi olmaması bir yana, sosyal medyasında söyledikleri bariz, açık ve net
olarak kabul edilemez derecede ağır küfürlerdi!
Akıncı kişiliğine ve şahsına
yöneltilmiş bu küfürler karşısında hukuk davası açmak yerine, polise şikayette
bulundu ve Fasıl 154’ün “Cumhurbaşkanına hakaret” maddesini kullanarak ceza
davası açılması için girişim başlattı. Bu olaylar yaşanırken Cumhurbaşkanlığı
seçimleri yaklaşıyordu ve Bağımsızlık Yolu da Akıncı’yı desteklemeye
hazırlanıyordu. Ama yıllardır kaldırılmasını savunduğumuz bir maddenin, sıradan
bir yurttaşa karşı kullanılması bizim için kabul edilemez bir şeydi. Parti
Meclisi derhal toplanmaya ve durumu değerlendirerek, gerekirse seçimdeki
desteği çekmeyi konuşmaya karar verdi. Bunu da kamuoyu ile paylaştı(3).
Süreç içinde şahıs özür diledi,
Akıncı şikayetini geri çekti ve konu kapandı. Ancak olaylar sırasında sadece
Bağımsızlık Yolu, “Akıncı rahatsızsa hukuk davası açabilir, ama ceza davası
açılması kabul edilemezdir” yönünde açıklama yaptı ve ifade özgürlüğünü
savunarak sıradan insanlara karşı ceza davası açılmasını eleştirme
tutarlılığını gösterdi. Hem de yaklaşan seçimlerde desteklediği adaya karşı! Bu
yapılmadığında “bizimkiler her zaman haklı, onlar her zaman haksız”
basitliğinde bir tutarsızlığa mahkum olursunuz! Ortaya koyduğunuz argümanlara
siz dahi saygı duymuyorsanız, muhataplarınızın saygı duymasını nasıl
bekleyebilirsiniz?
Özgürlük Sorumsuzluk Demek Değildir
Fikir, düşünce, ifade ve basın
özgürlükleri tüm ilericilerin savunmak konusunda birleştikleri değerlerdir.
Ancak bu özgürlükler, canımızın istediğini yapmak üzere istismar etmek için
kullanacağımız bir kalkan değil, kendi iç tutarlılığı olan ilkesel tutumlardır.
Bu özgürlükleri sadece “bizden”
saydıklarımız için geçerli kabul edip bizden olmayanlar için geçersiz sayamayız.
Bu özgürlükleri sadece aynı fikirde olduğumuz kişiler için savunup farklı
fikirde olduğumuz kişileri bunların dışında tutamayız. Dahası bu özgürlükleri,
canımızın istediğini yapmak ve hiçkimseye hesap vermemek için bir vesile de
kılamayız. Basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, ifade
özgürlüğü; kişilerin her türlü sorumluluktan azade olması anlamına gelmez.
Devlet kolluk güçlerinin bu meselelere taraf olmaması anlamına gelir! Devletin
gücü bizden birilerine karşı kullanıldığında tepki gösterip, devlet gücü bizim
elimizde olduğunda tam tersini yapmak, basın özgürlüğünü savunmak değil; basın
özgürlüğü kılıfı altında kendimizi dokunulmaz kılmaya çalışmaktır!
Dahası ceza davalarının bu
özgürlüklere zarar verdiği ortadayken, hukuk davası ile ceza davası arasındaki farkı
dahi hesaba katmadan, “o da dava, bu da dava”
diye düşünecek bir kıvama gelmek; akıl devre dışı kalınca ne hallere
düşüleceğinin göstergesidir. Oysa hukuk davası argümanı, “hakaret, yalan,
iftira” durumlarından endişelenen kişilere sunulacak samimi bir çözümdür.
İnsanlar basın tarafından
iftiraya uğramak, linç edilmek, hakarete maruz kalmak gibi olasılıklardan haklı
bir endişe duyarken; hukuk davası ile ceza davasını bir tutarak kimseyi ikna
etmek zaten mümkün değildir. Oysa basın demokrasi için olmazsa olmaz bir
unsursa, mahkemeler ve hukuk davaları da öyledir. Basın özgürlüğü adına, dava
açma özgürlüğüne karşı çıkılamaz! Bu liberalizmin bile gerisine düşmektir! Bir
ilkeyi savunmak, tüm bunları göz önünde bulundurmayı ve somut durumlara göre
yeniden düşünebilmeyi gerektirir. Aksi takdirde, yapılan kendine ayrıcalık
istemekten başka bir şey değildir!
“Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır”
Kıbrıslı Türk solunun geniş bir
kesimi on yıllardan beridir aklını dolaba kaldırmış, kullanmamaktadır. Bağımsızlık
Yolu’nun Serdinç Maypa’ya açtığı davanın da ortaya koyduğu gibi, uzun süre
kullanılmayan akıl ciddi oranda körelmiştir. Üstelik akıl körelmesi bununla
sınırlı kalmıyor. Günün sonunda varılan yer; “Ben iyiyim, onlar kötüdür. Benden
yana olmayan ondan yanadır, o zaman o da kötüdür!” gibi abuk sabuk bir düşünsel
garabettir!
Tıpkı bu yazıda görsel olarak
kullanılan Goya tablosunun isminde de söylendiği gibi, “Aklın Uykusu Canavarlar
Yaratır.” Bir yerden sonra baktığınız her yönde düşmanlar, komplolar, hainler,
işbirlikçiler görmeye başlarsınız! Sizin ne gördüğünüz sizi bağlar, ancak
hayatını Kıbrıs’ın bağımsızlığına ve halkların kardeşliğine adamış insanların “TC
Elçiliği’nden fonlandığı” yalanını söylemeye başladığınızda, gerçekle
karşılaşma zamanınız gelmiş demektir. Çünkü gerçekler, sizin aklınız onu
kavrayamıyor diye ortadan kalkmaz!
(1) Salih Oğuzhan Karahan’ın kullandığı mecra Serdinç Maypa’nın yayınıyken, İzzet İzcan’ın kullandığı mecra Radyo Mayıs idi. Radyo Mayıs bu karalayıcı iftirayı, internet ortamında tutarak yayılmasına taraf olmamak için sildi. Bu sebeple Radyo Mayıs’a dava açılmadı. Ancak Serdinç Maypa, yayını tutmayı tercih etti ve Bağımsızlık Yolu da bu asılsız iddianın gelecekte de yayılmasının önüne geçmek yani silinmesini sağlamak için kendisini dava etmek zorunda kaldı. Maypa davasının özü budur…
(2) Burada basın camiasının büyük
bölümünün gazeteci olarak kabul etmediği Serdinç Maypa’nın, gazeteci olup olmadığı tartışmasına
girmiyoruz. Argümanın takibi açısından Maypa’nın gazeteci olduğunu varsayıyoruz.
(3) https://www.bagimsizlikyolu.org/tepedeki-insanlar-siradan-insanlarla-ugrasmaya-baslarsa-ifade-ozgurlugu-ortadan-kalkar/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder