1- Seçimlere Kıbrıslı Türklerin katılımı %5,5 civarında kaldı. Bunun katılım oranları üzerinden kurumların meşruluğunu sorgulayanlar için sarsıcı bir sonuç olduğu gerçek! Yıllardan beridir söylüyoruz, seçimlerde oy verip vermemeye sahip olmadığı anlamlar yüklemenin hiçbir karşılığı yoktur. Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılımın düşüklüğü, Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği’ni reddettikleri anlamına gelmiyor. Tıpkı son kktc seçimlerinde katılımın %30’un altına düşmesinde olduğu gibi. Bağımsızlık Yolu bu seçimlere dair PM kararında bunu net olarak ifade etmişti. Belki de bu seçimden çıkarılacak en büyük ders, çocukça beklentilerle dolu anlamsız boykot pratiğinin hiç bir karşılığı olmadığının artık anlaşılması gerektiğidir.
2- Katılımın düşüklüğüne de etki eden bir
diğer nokta, “çözümden yana” rejim partileri CTP ve TDP’nin kurumsal sessizlikleridir.
Birçok CTP’li Kızılyürek için aktif olarak çalışsa da, CTP tabanından Kilim’e
de Karahan’a da oy çıktığı biliniyor. Benzer bir durum TDP için de geçerlidir.
Katılımın düşüklüğüne dair yapılan analizlerde, bu konunun tartışılmaması ve kktc’de
hükümet olma arzusundaki partilerin Avrupa Parlamentosu konusunda susmasının
“barışçılar” tarafından da normalleştirilmesi dikkat çekicidir. Siyasal iki yüzlülüğün
partiler tarafından normalleştirildiği koşullarda, faturayı seçmene kesmek ne
kadar hakkaniyetlidir?
3- Niyazi Kızılyürek’in seçilememesi seçimin
en çarpıcı sonuçlarından biri oldu. Kızılyürek ne kuzeyde bir heyecan yarattı
ne de güneyde daha önceki heyecanı koruyabildi. Esasen Kızılyürek’in siyaseti reddeden,
gündelik politikadan tiksinti derecesinde uzak duran ve teknik bir akademik tavırla
damgalı tutumunun geri teptiğini söyleyebilirim. Benim görüşümce Kızılyürek hem
siyasal bir pozisyon isteyip hem de siyaseti istemeyerek bu sonuca en çok katkıyı
kendisi koydu. Bu sonuçtan katılım göstermeyen Kıbrıslı Türk seçmeni veya AKEL
seçmenini sorumlu tutmak ise çıkarılacak en yanlış ders olacaktır.
4- Siyasete yönelik tutumun bir ucu Kızılyürek
ise, diğer ucu da sosyal medya fenomeni Fidias’tır. Birisi siyaseti reddetmenin
akademik biçimiyse, diğeri onu istismar etmenin en yozlaşmış halidir. Fidias’ın
seçilmesi, kendinden uzak ve günlük dertleri ile bağ kurmayan siyasetçilere sırtını
dönen seçmenin vardığı son noktadır. Bu tür olaylar Ronald Regan örneğinden de
hatırlanacağı gibi daha önce televizyon yıldızları üzerinden yaşanıyordu. Şimdi
sosyal medya çağında olduğumuz için düzey giderek düşmekte bile olsa yaşanan aynı
olaydır! Buradan, oy almak için sosyal medya şaklabanlığı yapmak gerektiği sonucunu
çıkaranlar olacaktır. Tek derdi seçilmek olanlar için bu gerçekten de yararlı olabilir.
Siyaseti halkın özne kılınmasının bir aracı olarak görenler açısından ise tehlikeli
bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz.
5- Seçimlere damgasını vuran bir diğer
olay Neo-Nazi özentisi aşırı sağın her yerde yükselişe geçmesi oldu. Bu
Kıbrıs’ta ELAM’dan ibaret bir olgu değil ve ortalamacı, polemikten kaçan
liberal siyasetin olağan bir sonucudur. Bağımsızlık Yolu seçim öncesi tavrını
açıklarken aşırı sağın yükselişinin kaynağının parlamento olmadığı için, onu
durdurmanın da parlamenter yöntemlere indirgenemeyeceğini vurgulamıştı. Bu ders
seçimden önce de belliydi. Yukardan akademik siyasete tepki aşağıdan yükselen
sosyal medya maymunluğu ve faşizmde yankı buluyor!
7- Kıbrıslı Türklerin bu seçimde oy
verebilecekleri tek faşist siyaset 342 oyda kalan Oz Karahan ve Yeşiller
Partisiydi. Oz Karahan ve temsil ettiği Kıbrıs milliyetçiliği, Kıbrıslı Türk halkının
bu çağrıya en açık olabilecek çözüm çevrelerince kusulup atıldı. Şener Leventli
Yasemin Hareketi ile Kıbrıslı Türklerden 1400 oy alan Oz Karahan, bu seçimde kelimenin
tam anlamıyla Kıbrıslı Türkler tarafından reddedildi. Bunda Bağımsızlık
Yolu’nun aktif kampanyasının da etkisi var. Ama bizi çağıran tek
milliyetçiliğin bu olmadığının bilinciyle, rehavete kapılmayıp her iki
milliyetçiliğe karşı da polemik silahını yukarda tutmamız gerekiyor! Zaten
birbirinin kardeşi niteliğindeki bu milliyetçiliklerin eş zamanlı eleştirisi
olmadan sonuç almak mümkün değildir!
8- Bu seçimde oy kullanan Kıbrıslı
Türklerin, Kıbrıs sorununa en duyarlı olanlar olduğunu söyleyebiliriz. Halkımız
ilerde Kıbrıs sorunu ile ilgili bir karar vereceğinde, onu yönlendirecek en
aktif ve bilinçli kesim de bu 5700 küsur kişidir! Bu seçimin en net sonucu
Kıbrıslı Türk halkının farklı siyasal yönelimleri de içine barındıran
önderliğinin, ezici bir şekilde federasyondan yana tutum takındığıdır!
9- Seçimin en hazin olayı bu seçimde oy
kullanma hakkı olması gerekip de süreci dışardan izlemek zorunda bırakılan
karma evlilik çocuklarıdır! Adaylar içinde Niyazi Kızılyürek ve Hulusi Kilim bu
kesim için söz ürettiyse de, onlara oy veren kitle dahil bu konuda büyük bir
sessizliğin hakim olduğunun altını çizmek gerekiyor. Seçimlere katılımın
düşüklüğü ve faşizmin yükselişi konuşulurken; siyasette cesaret, yırtıcılık ve
cüretkarlığın eksikliğini de hesaba katmanın önemi, bu konu özelinde daha da
görünürdür. Oy verme hakkı gasp edilenler için konuşma cesareti olmadan,
demokrasi de olmaz, katılım da olmaz. Şövenizmin suyuna gitmek sadece şövenizme
yarar sağlar!
10- Liberallerin siyaseti seçimlere
indirgeyen tutumu, halka seçimden seçime oy vermesini ve gerisini
“seçilmişlere” bırakmasını söylüyor! AP veya kktc parlamentosu olsun, katılımın
düşmesinin ve şövenizmin yükselmesinin cevabını bu tutumda aramak gerek! İnsanların
oy verirken özne olmasını, oy verdikten sonra da seyirci kalmasını beklemek
gerçekçi değildir. Yarım özne olmaz, özne olmak her zaman bir bütünsellik
içerir! Günlük hayattan koparılan siyasetin, parlamentodan da kopması; günlük
hayatta boş bırakılan siyasal tutumun faşizm tarafından doldurulması maddenin
doğası gereğidir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder