Haftasonu Boğaz Piknik Alanı’nda “Çiğ Köfte”, Pergama’da da “Adana Kebabı ve Şalgam” festivalleri düzenlendi. Söz konusu iki festival, farklı siyasi görüşlerden ve ülkedeki sorunları çeşitli bakış açılarından yorumlayan kişiler arasında tartışmalara neden oldu!
Her durumda apolitik takılan, dünya yansa alevler kendi kapısının önünde gelmeden konuya duyarsız kalan ve kendi “yeme-içme, selfi-story”si dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyen geniş kitleyi bir kenara bırakırsak, bu festivallere ilişkin fikir yürüten kabaca üç gruptan söz edebiliriz.
Birinci grup Türkçülük veya
“kültürel çoğulculuk" adına bu festivalleri onaylayan iki farklı damardan
oluşuyor. İkinci grup ise “yediler bizi bunun içinde” diyerek festivalleri
kınayanlardan müteşekkil... Üçüncü grup tahmin edeceğiniz gibi diğer iki grubun
çıkardığı gürültüde sesi pek duyulmayan veya her grubun diğer gruptan saymayı
daha kolay bulduğu sosyalistler yani biz! Bize sonra geleceğiz…
***
Festivallerin duyuruları ve
haberleri sosyal medyada yayınlanmaya başlar başlamaz, ikinci gruptan işgal ve
asimilasyonun kanıtı saydıkları bu duruma ilişkin şikayetler yükselmeye
başladı. Birinci gruba mensup olanlar ise kendi ideolojik çizgileri
doğrultusunda bu şikayetlere farklı yanıt ve karşı saldırılar yönelttiler.
“Türkçülere” göre bu
festivallerden şikayet edenler zaten “Rumcu”ydu ve onlar “anavatanın hiçbir
şeyini” istemiyorlardı, gitsinlerdi Rum’da yaşasınlardı! “Kültürel çoğulcular”
ise bu tür festivallerin dünyanın her yerinde düzenlendiğine, örneğin Kıbrıslı
Türklerin de İngiltere’de böyle festivaller organize ettiğine dikkat çekerek;
bu tür kültürel olgulardan rahatsızlığın “ırkçılık” göstergesi olduğunu
söylüyorlardı.
Bu festivalleri işgal ve
asimilasyonun göstergesi sayan ikinci grup için, “Türkçülerin” söyledikleri
zaten kendi tezlerini ispat niteliğinde olduğundan, tartışma yeni argümanlarla
zenginleşmedi. O noktadan itibaren doğrudan karşılıklı küfüre bağlandı!
Ama hem birinci grubun “kültürel
çoğulculcu” kanadının maskesini düşürmek hem de “ırkçılık” argümanını
yanıtlamak için YKP Örgütlenme Sekreteri Halil Karapaşaoğlu’nun “yerleşimci
kolonyalizm” kartı devreye sürüldü. Söz konusu çürük teoriyi daha geniş bir
yerde enine boyuna ele alacağız. Konumuz bakımından özet olarak söylenen şuydu:
“anayurdu sömürgeciler tarafından işgal edilmiş bir Aborjine, Amerikan
yerlisine, Kanaklara, Güney Afrikalılara yerleşimcilere karşı çıktığı için
ırkçı diyemezsiniz…”
***
Gelelim üçüncü gruba, yani bize! Biz
bu festivallere “karşı çıkan” ya da “savunanlardan” farklı olarak meselenin
festivallerden öte olduğunu görüyoruz. Tartışma Kıbrıs’ın kuzeyinde değişen
nüfus yapısı ile ilgilidir. Karşı çıkanlar esasında festivallere değil nüfus
yapısına karşı çıkmaktadır. Türkçüler de esasında festivalleri değil nüfus
politikalarını savunmaktadırlar. Bu anlamda “kültürel çoğulcular”ın ciddi bir
kafa karışıklığı içerisinde oldukları ve meselenin özünü kaçırdıkları ise
nettir.
Bu ülkenin sosyalistleri için
mevcut nüfus politikaları kabul edilemezdir. Ancak bu politikaları ortadan
kaldırarak başka politikalarla değiştirme mücadelesine girişmek yerine;
festivallere veya o festivallere katılan insanlara yönelik söylemler
geliştirmek de ırkçılıktır!
Bağımsızlık Yolu “kimlikle
girişin durdurulması”, “yeni çalışma izni verilmemesi”, “kayıt dışı işçi
çalıştıran patrona bir yıllık yatırım zorunluluğu uygulanması”,
“üniversitelerin öğrencilerinden sorumlu tutulması”, “sendikasız işçi
çalıştırmanın yasaklanması”, “katı muhaceret kriterleri getirilmesi” ve çağdaş
bir vatandaşlık yasası yapılması gibi talepler yükseltmektedir. Bu taleplerin
ortak noktası; insanlara düşmanlık beslemeden, ırkçılık ve milliyetçiliğe
kaymadan nüfus yapısının değişimini durdurma kaygısı taşımalarıdır.
Nüfus yapısının değişimi sermaye
lehine uygulanan politikaların sonucudur. Sermayeyi karşınıza alan politikaları
değil, sermayenin sömürdüğü emekçileri düşmanlaştırarak asimilasyonu durdurmak
ise mümkün değildir.
***
“Anayurdu sömürgeciler tarafından
işgal edilmiş bir Aborjine, Amerikan yerlisine, Kanaklara, Güney Afrikalılara
yerleşimcilere karşı çıktığı için ırkçı diyemezsiniz” söylemi ise neresinden
tutulsa dökülen bir mantık safsatasıdır!
Öncelikle bir Aborjin’in veya
Güney Afrikalı’nın uğradığı derin mağduriyetten dolayı hiçbir koşulda ırkçı
sayılamayacağı düşüncesi; tam da Siyonis İsrail devletinin savunacağı bir
saçmalıktır. Değil mi ki Yahudiler tarihin gördüğü en büyük zulme maruz kalmışlardır?
Artık onlara “ırkçı diyemezsiniz!”
Biz sosyalistler biliriz ki
ezilenler de ırkçı olabilirler. Ve hiçkimse için evrensel, ezeli ve ebedi bir
“haklılık” konumu yoktur, olamaz! Böyle bir konuma yerleşmeye çalışanlar da,
tartışmalardan kaçanlar da, çoğunlukla ırkçılar, yobazlar, faşistlerdir!
***
“Kıbrıslılar” ile Türkiye kökenli
insanların ilişkisine yukarıdaki benzetmeyi yapanların şunun yanıtını vermesi
gerekiyor: Aborjinlerin arabalarına işgalcileri mi benzin koymaktadır?
Kanakların yaşlılarına işgalcileri mi bakmaktadır? Güney Afrikalılar marketten
alışveriş yaparken karşılarına çıkan sendikasız kasiyerler işgalcileri midir?
Amerikan yerlilerinin evleri inşa edilirken çalışanlar ve ölenler işgalcileri
midir?
Veya konuya tersten bakalım: Suat
Günsel Aborjin, okulunda Asgari Ücret karşılığı çalışan insan işgalci öyle mi?
Hacıali Amerikan yerlisi, fabrikasında tavuk parçalayan insan işgalci öyle mi?
Serhat Akpınar Kanak, maaşını ödemediği öğretmen işgalci öyle mi? Ahmet Noyan
Güney Afrikalı inşaatında çalışan insan işgalci öyle mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder