3 Eylül 2009 Perşembe

Gürler Ama Yağmaz

Eşel Mobil’in 6 aya çekilmesi, Ek Mesai tartışmaları ve son olarak da Göç Yasası’nın yeniden gündeme getirilmesi ile birlikte, tüm Ağustos ayı boyunca onlarca sendika yüzlerce demeç verdi. Ancak sendikal örgütlülükteki zaafiyet bir kez daha ortaya çıktı: GÜRLER AMA YAĞMAZ

UBP Hükümeti icraatlarına CTP-ÖRP’nin kaldığı yerden devam ediyor. Bir önceki hükümetin yapmaya çalışıp başarısız olduğu Eşel Mobil’in sulandırılması başarı ile uygulamaya kondu. Yine bir önceki hükümetin gündeme alıp seçimler nedeniyle geçiremediği “Göç Yasası” aynen ve hiçbir değişikliğe uğramadan Meclis gündemine getirildi. Yine bir önceki hükümetin “ana sorun” olarak tespit edip binbir yöntemle çözüm aradığı ek mesailer meselesi, UBP’nin despot anlayışı ile ama sonuçta aynı mantıkla “çözüme kavuşturuldu”. Kamu emekçileri açısından bakıldığında UBP’nin icraatları ile CTP-ÖRP’nin icraatları arasında hiçbir fark yok. Çünkü parça parça yürürlüğe konulan icraatlar, AKP tarafından hazırlanan paketin içinden çıkıyor. Uygulayıcı CTP de olsa UBP de olsa paket aynı olunca icraatlar da aynı oluyor.
Kamu emekçilerine yönelik kapsamlı bir saldırı ile karşı karşıyayız. Amaç krizin bedelini biz çalışanlara ödetmektir. Bu uğurda kamusal olan ne varsa yıpratılmakta, sermayeye peşkeş çekilmekte ve örgütlü kamu emekçilerinin kazanılmış haklarını geriletmek için girişimlerde bulunulmaktadır. Bu noktada eşel mobilde veya ek mesailer sürecinde yaşanan gelişmeler, örgütlü gücümüzün direnme potansiyelini açığa vurması ve daha sonra gelecek saldırılar için hükümeti rahatlatması anlamında ÇOK DAHA BÜYÜK bir risk taşımaktadır. bugün bu saldırılara göğüs geremezsek, yarın maaşlarımızın azaltılması, 13. maaşın kaldırılması ve emekli ikramiyesinden vergi alınması gibi uygulamalar karşısında da çaresiz kalacağız. Üstelik hükümet tarafından yayılarak, çeşitli sözde ilerici kurum ve kişiler tarafından desteklenen “memurun asalaklığı, beleşçiliği, tembelliği” yalanı da bu vesile ile yeniden canlandırılmıştır. Bu koşullar altında sendikalarımız; bırakın hükümete karşı durabilmeyi veya toplum önünde kamu emekçilerinin onurunun zedelenmesini önlemeyi, kendi üyeleri arasında bile yeterli bilinçlenmeyi sağlayamayan hantal ve bürokratik yapıları ile gerilemektedirler. Bu gidişin sonu kamuda sendikasızlaşmadır! Hali hazırda %50’nin altında olan sendikalaşma oranı yakın bir gelecekte dibe vurma eğilimi göstermektedir. Sendikalar ise bu sürece bildiriler, basın açıklamaları ve hamasi söylemlerle yanıt vermeye çalışmakta ancak yetersiz kalmaktadırlar.
Ağustos ayı içinde özellikle ek mesai konusunda, en haklı olunan noktada bile kendi üyelerine derdini anlatamayan sendikal model ciddi sarsıntılar geçirmekte olduğunun sinyallerini verdi. Yaşananlar, bölgelerde, iş yerlerinde örgütlenemeyen (ya da örgütlülüğü üye yazmaktan ibaret anlayan) aşırı merkezileşmiş ve basın bildirileri yolu ile medyaya bağımlı sendikal modelin krizidir.
Ek mesailer konusunda haklı bir eyleme girişen Güç-Sen, kendi üyeleri arasında yüksek bir uyum yakalasa da, işyeri sendikacılığını en büyük zaafiyeti ortaya çıkmış ve eylemler sadece gümrük çalışanlarından onay alabilmiştir. Bu noktada Güç-Sen’in yanında durmaya çalışan Kamu-Sen ve KTAMS’ın birçok dairede emekçilerden onay almaması, doğru politikaları bile üyesine yayamaması merkezi, bürokratik sendikacılığın sonucudur. Ağustos ayı başında Güç-Sen ile başlayan ve hemen ardından sağlık alanında örgütlü KTAMS, Kamu-Sen, Sağlık-Sen, Tıp-İş, K.T. Hemşireler ve Ebeler Sendikası tarafından da ilerletilen eylemler açıkca başarısız olmuştur. Ağustos ayı öncesinde “yetkili sendikalar” tarafından hükümetle yapılan görüşmelerin fiyasko ile sonuçlanacağı zaten belliydi. Hükümet bu görüşmeleri “enkaz devraldık” söylemini yaymak için kullanmaktaydı. Ancak sendikalar buna rağmen hükümetin bu politikasına göz yumdular. Ta ki UBP hükümeti Eşel Mobil ve Ek Mesai saldırısını düzenleyene kadar... Bu saldırının en çok can acıttığı yerler olan Sağlık ve Gümrük’te geliştirilen “normal mesai dışında görev kabul etmeme” eylemleri doğru eylemlerdi. Hükümet eğer mesailerden şikayetçiyse o zaman emekçiler de mesai yapmazdı. Ama sendikaların tüm demeçlerine ve hamasi söylemlerine rağmen 4 Ağustos ve 28 Ağustos’ta gerçekleştirilen eyemler cılız ve etkisiz kaldı. Üstelik gerek gümrüklerde gerekse de sağlıkta yapılan eylemlerin olumsuz sonuçları kamuoyu tarafından hükümetin değil sendkaların hanesine yazıldı. Bu başarısızlık da kendi üyesi ile dahi iletişime geçememenin doğal bir sonucu sayılmalıdır.
Süreç takip edildiğinde hükümetle yürütülen ısrarlı görüşmeler, hükümetin saldırılarından sonra girişilen eylemler, parça parça ama etkisiz grevler, eylemler devam ederken ısralı görüşme talepleri, hükümetin isteğini kabul ederek geri adım atılması ve görüşme sağlamak için eylemlerin dondurulması, hükümet “dondurma”yı yeterli bulmayınca yine eylemlerin başlatılması ve en sonunda eylemlerin kaldırılarak hükümetle görüşülmesi şekindeki süreçte yalpalayan sendikalar olmuştur. Görülmüştür ki üyesi ile bağları kopuk bürokratik sendikacılık, bir alandaki sorunu diğer alandaki üyesine anlatamamaktadır. Basın bildirileri yolu ile gürlemekte ancak fırtına olup yağamamaktadır. Bu nedenle demokratik ve bağımsız bir sendikacılığa her zamankinden çok ihtiyacımız vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder