28 Aralık 2009 Pazartesi

Biz Bu Karanlık Yolun Sonunda Doğacak Güneşi Görüyoruz

2009 yılı geride kaldı. “Kamu Emekçisi”nin yayın hayatına “merhaba” dediği yıl olan 2009 aynı zamanda biz emekçiler açısından önemli bazı gelişmelere de sahne oldu:
Öncelikle sermaye çevreleri ile içli-dışlı neo-liberal bir parti olan CTP; emekçi kesimlerde yarattığı hayal kırıklığının da etkisi ile hükümetçilik oyununda devre dışı bırakıldı. Ancak yerine getirilen parti olan UBP; aynı neo-liberal siyaseti daha sert araçlarla uygulayan bir faşist parti olduğunu kısa sürede gösterdi.

2009 yılının ikinci yarısı; CTP tarafından gündeme getirilen neo-liberal uygulamaların, UBP tarafından hayata geçirilmesine sahne oldu. İki yıldır kamu emekçilerine artış veremeyen CTP'den sonra UBP de aynı politikaya devam etti. Eşel-Mobil sisteminin sulandırılması ve Göç Yasası'nın geçirilmesi ise CTP-UBP ortaklığının en bilinen örnekleri. Ancak doğaya yönelik talan, asgari ücretteki komik artış ve özel sektör çalışanlarının sömürüsü için sermeye dostu icraatlar da aynen devam etti. İki hükümet dönemi arasındaki tek fark; birisinin cicili bicili sözler ve yalanlara yaslanması iken; diğerinin polis copu ve pazu kuvvetinden beslenmesidir.
2009 özel sektör çalışanları ile kamu çalışanlarının birbirinin düşmanıymış gibi sunulduğu; özel sektör çalışanlarının kamu çalışanlarına karşı kışkırtıldığı ve ne yazık ki kamu çalışanlarının da bu duruma TEPKİ GÖSTERMEDİĞİ bir yıl olarak yaşandı. Birçok kamu emekçisi, emekçi olduğunun bile farkında olmadan, haklarında yaşanan gerilemeleri sineye çeken kara cehaletin içinde kaldı ve hala da orada kalmaya devam ediyor. Küçük hesaplar, ufak çıkarlar uğruna kendi sınıfsal çıkarlarını, uzun vadeli refahını ve toplumsal kurtuluşunu umursamayan bu durumun oluşmasında elbette en büyük kabahat sendikal yaşamı yöneten-yönlendiren bürokratlarındır.
Kamuda CTP'nin üstün zekası ile yaygınlaşan sözleşmeli ve geçici personel çalıştırılması uygulaması; UBP tarafından hızla benimsendi. Sözleşmeli çalışanlara kamu emekçisi olarak dahi bakmayan sözde sendikalar da bu duruma çanak tuttular. Partizanlık yapılmasına, kamuda çalışan emekçilerin bölünmesine, düşük haklarla personel çalıştırılmasına el veren bu durum, özelleştirmeci, neo-liberal tüm hükümetlerin aynen devam ettireceği bir uygulamadır. Her gelen hükümet bir öncekinin geçicilerini(sözleşmelilerini) durdururken kendi geçicilerini (sözleşmelilerini) işe alacak; emek hareketi bölünecek, eylemler zayıflayacak ve kadrolu çalışanlar AYNI İŞİ YAPAN DİĞERLERİNE GÖRE BELEŞE YAŞAYAN ASALAKLAR olarak lanse edilecektir. Geçici-sözleşmeli personel alımı en başta o koşullarda çalıştırılan insanlara sonra sırasıyla, topluma ve kadrolu çalışanlara zararlıyken; sermayeye ve sermaye partilerine yararlı bir uygulamadır.
2009 kadın emekçilerin haklarında hiçbir ilerlemenin yaşanmadığı tüm diğer yılların benzeri olarak geçti. Toplumsal cinsiyet eşitliğinden dem vuran onlarca örgüte ve buna saygılı olduğunu söyleyen sendikalara rağmen; hiçbir talepte, hiçbir eylemde, hiçbir mücadelede toplumsal cinsiyet eşitliği söylemine dayalı bir perspektif çizilmedi.
Tüm bunlar olurken sendikal cephede öğretmen sendikaları ve birkaç küçük ama onurlu sendika dışında hiçbir kıpırdanma yaşanmadı. Sendikalar bürokratikleşmeye, yozlaşmaya, partileri için çalışmaya kısacası “partilerin memur kolu” olmaya devam ettiler. Delege sisteminin kaldırılması, bağımsız sendikacılığın hayata geçirilmesi, demokratik temelde bir sendikal bütünleşmenin hedeflenmesi gibi konular sendika binalarının kapısından içeriye girmedi, giremedi...
Özellikle Göç Yasası mücadelelerinde emekçilerin kararlı, onurlu, direngen bir çıkışla mücadeleye beklenmedik bir ivme katmaları ile sendikalar da sürüklenmek durumunda kaldılar. 28 Ekim ve 23 Kasım tarihlerinde yaşanan eylemler sendikal tarihimize altın harflerle girdi. Binlerce emekçi polis barikatlarını deldi, gerektiğinde polisle çatıştı ve emeğin onurunu işbirlikçilere ezdirmeyeceğini dosta düşmana gösterdi. Ancak kamu emekçilerinin büyük bir kısmının sendikası olmasını, sendikalı emekçilerin dahi hatırı sayılır miktarlarda greve katılmamayı seçmesini fırsat bile UBP; tutuklamalar, davalar ve baskılarla hareketi baskı altına almaya çalıştı, hala da çalışıyor. Meşru, fiili ve militan direnişin anlamını bilmeyen aksine uzlaşmacılıkla damgalı bürokratik sendikalar da her göz korkutmada bir adım geri atmayı marifet saydılar.
2009 üç beş kamu emekçisi tarafından başlatılan; bağımsız, sendikalar üstü, militan bir yayın olan Kamu Emekçisi'nin hayata merhaba dediği yıl oldu. Kamu Emekçisi ilk çekirdeğini hızla genişleterek bugün üç büyük kentte otuzdan fazla iş yerinde dağıtılan bir yayın haline gelmiştir. Her ay hazırlanmasında kolektif bir çabanın ortaya konması, periyodunun aksamaması, 1000 gazetenin bize yetmez hale gelmesi gibi olumlulukları bir tarafa bırakıp kendimizi de eleştirmek gerekmektedir. Ulaşılabilecek daha çok işyeri ve emekçi olduğu halde belli bir aşamadan sonra bu arayışın duraklaması, parasal sıkıntılarımızı aşmak için potansiyelimizi sonuna kadar kullanmak için girişim yapılmaması, bölge toplantıları düzenlemek hedefimizin zorlanmaması, baskı ve sayfa sayısını arttırmak gibi ihtiyaçlarımızı ertelemek gibi kusurlarımız vardır. 2009 sona ererken bu kusurlarımızı 2010 taşımamak kararlılığındayız. Kamu Emekçisi, doğruyu söylemekle yetinmeyi hedeflememektedir! Kamu Emekçisi savunduğu fikirleri hayata geçirmeyi, mevcut sendikal yapıyı mevcut sendikaların dönüştürülmesi yoluyla dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bu da mümkündür!
Bir yandan faşist-işbirlikçi UBP hükümeti, diğer yandan neo-liberal CTP muhalefeti ve bunların sendikalar içindeki askerleri, üstelik tüm kurumsal ağırlığı ile üyeyi ezen, üyeye söz hakkı tanımayan bir bürokratik kibir ile boğuşuyoruz. Ama biz bu karanlık yolun sonunda DOĞACAK GÜNEŞİ GÖRÜYORUZ!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder