Hiç kuşkusuz ülkemizde 2009 yılına damgasını vuran en
önemli olay nisan ayında gerçekleşen seçimler olmuştur. Seçim sonuçları sadece
CTP’nin muhalefete düşmesi ve UBP’nin hükümet koltuğuna oturması ile değil, sol
içi ilişkilere etkileri bakımından da belirleyici olayların yaşanmasını
getirdi.
UBP’nin seçimlerden sonra 26 milletvekili ile kurduğu
hükümet, göreve gelir gelmez CTP’den devraldığı neo-liberal ve gerici icraatlara
aynı hevesle devam etmiştir. Dikmen Çöplüğü’nün bölge halkını ve doğayı
zehirleyerek günlerce yanması karşısında; hükümetin yalan vaatler vermek ve
protesto eden kitleyi polis/yargı gücü ile sindirmek girişimi dışında hiç bir
çözüm çabası olmamıştır. Hemen ardından yaz aylarında yükselen gericileştirme
saldırısı dinsel ve şövenist boyutları birbirine paralel kurgulanacak şekilde
ilerletilmiştir. Yaz tatilindeki çocukların Kur’an kursları vasıtasıyla dinsel
dogmalarla tanıştırılması, yeni eğitim yılı için din derslerinin yeniden
zorunlu yapılması, ilahiyat fakülteleri ve imam hatip liseleri açmak gibi
projelerin somutlaştırılması gerici saldırının dinsel boyutunu oluşturuyordu.
Ancak en az dinsel boyut kadar etkili şövenist boyutu oluşturan; tarih kitaplarının
milliyetçi öğelerle donatılarak değiştirilmesi ve sivil faşist örgütlenmelerin
beslenip semirtilmesi de aynı hızla ve bekletilmeden yürürlüğe konacaktı.
Doğaya yönelik umursamazlık (Dikmen) ve halka yönelik dinsel/şövenist gericilik,
neo-liberal bir ekonomik program aracılığı ile emek düşmanlığını da ihmal
etmiyordu. Neo-liberal saldırı; toplumda yeteri kadar bilinmeyen ve yanlış
bilgiler verilerek yaratılan nefret sayesinde hükümete destek yaratan ek mesai
düzenlemesi eşliğinde yürütüldü. Ek mesailer üzerinden toplum nezdinde
yaratılan kamu emekçilerine yönelik düşmanlık; eşel mobil sisteminin
sulandırılması aşamasında hükümetin elinin rahatlamasına yaradı. Ancak Göç
Yasası olarak bilinen; kamu emekçilerinden başlayarak toplumsal emeğin
dizginsiz bir neo-liberal sömürüye açılması yoluyla genel bir sendikasızlaşma,
yoksullaşma ve asimilasyonu hedefleyen yasada süreç böyle gelişmedi. Hükümetin
kurulmasının üzerinden daha altı ay geçmeden meşru, fiili ve militan bir direniş
dalgası ülkeyi sarıverdi. 28 ekim ve 23 kasım direnişlerinde somut şekline
bürünen bu dalga; yeni dönemin karakterini simgeleyen fiili bir olgu, tüm emek
eksenli çalışmaların kendilerini bu duruma göre yeniden örgütlemeleri gereken
somut bir hat oluşturuyordu.
Nisan seçimlerinin bir diğer sonucu CTP’nin muhalefete
düşmesi gerçeğidir. CTP bir süreliğine, yaşadığı seçim yenilgisinin içte
yarattığı sonuçları ile meşgul oldu. Kendi iç meselelerini büyük oranda düzene
koyup UBP’ye yönelik mevcut muhalefet hareketine yaslanmayı içeren bilindik
taktiklerini uygulamaya kalkar kalkmaz da toplumsal bir öfke duvarı ile
karşılaştı. Öyle ya Dikmen Çöplüğü 6 yıllık CTP hükümetleri döneminde de sorun değil miydi? Eşel Mobil’in
sulandırılması ilk kez CTP tarafından gündeme getirilmemiş miydi? Çocukların
Kur’an kursları için Türkiye’ye taşınmasına CTP genel başkanı “ha Kur’an kursu
ha tenis kursu” diyerek destek vermemiş miydi? Göç Yasası’nın temeli olan sözde
Sosyal Güvenlik Yasası’nı CTP geçirmemiş, Göç Yasası’nı Meclis’e ilk kez CTP
getirmemiş miydi? CTP güdümünde olmayan tüm emek yanlısı kesimlerin haklı
öfkesine neden olan tüm bu gerçekler, CTP’nin toplumsal muhalefete sızmasına
engel teşkil ediyordu, hala da ediyor. Ancak toplumsal muhalefetin en ciddi
sıkıntılarından birisi de, mevcut saldırı dalgası karşısında hareketi (hem
fikirsel hem de fiili olarak) sevk ve idare edecek yeterli bilinçle donanmış
yeterli sayıda insana sahip bir örgütlenmenin yokluğudur. Bu yetmezmiş gibi
seçim sürecinde ciddi bir yara alan sol içi ilişkiler de hala sarılabilmiş,
iyileştirilebilmiş değildir.
Bugün yukarıda özetlemeye çalıştığımız koşullarda, 2010
yılının daha da şiddetlenecek siyasi gündemine doğru hızla ilerlemeye devam
ediyoruz. Bunların içinde en önemlileri kuşkusuz “barış görüşmeleri”, Cumhurbaşkanlığı
ve yerel seçimler olacak. “Barış görüşmeleri”nin bir referandumla sonuçlanması
olasılığı hala mevcut. Böyle bir olgu ortaya çıkarsa bunun solu nasıl
etkileyeceği kesin olmamakla beraber mevcut dağınıklık nedeniyle çok iyimser
olmak da mümkün değil. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yerel seçimler için de
aynisini söylemek gerekiyor. Solun mevcut dağınıklığı böylesi politik
gündemlerde olumsuz sonuçların katlanan bir etki yapması ile sonuçlanabiliyor.
Diğer yandan Baraka yavaş ama emin adımlarla büyümeye
devam ediyor. Sol Anahtarı’nın albümü iki ay gibi kısa bir sürede 1200’ü aşkın
dinleyiciye ulaştı. Şimdi ikinci bir müzik grubu hayata merhaba demeye
hazırlanıyor. BTE her geçen gün yeni katılan oyuncularla kadrosunu
geliştirirken, 2010 yılında ilk kez bir Brecht oyununu sahnelemeyi hedefliyor. İzle-Tartış
gösterimleri 7. yılında 100. filme hazırlanıyor. 2009; geçmiş hareketin
eleştirisi üzerinden yolumuzu çizmeyi hedeflediğimiz ilk teorik kitabımızın
basılması, Sol Anahtarı ve BTE’nin olgunlaştırdığı meyvelerin toplumla
paylaşılması, eylemlerde ve protestolarda pankartımız arkasında yürüyen
kitlenin sürekli olarak artması ve toplumsal muhalefet içindeki yerimizin inkar
edilemez bir biçimde kurumsallaşması gibi sonuçlarla bitiyor. Argasdi olarak
geçtiğimiz yıl başlattığımız dosya konularını bu yıl da devam ettiriyoruz.
2010’un ilk dosya konusu: Şiddet! Böylece yeni yıla girerken ülkemizde kültürel
alanın sürükleyici halka olduğuna dair tespitimizin haklılığından kaynaklı
gurur ile buna bağlı olarak artan sorumluluklarımızın getirdiği yük
omuzlarımızı daha da fazla hissetmemize neden oluyor. Bu gururu ve sorumluluğu
taşımak isteyen her omuzu aramıza davet ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder