1 Temmuz 2011 Cuma

DAÜ Sürecinden Öğrenmek



KTHY ile yatıp KTHY ile kalktığımız 200’ü aşkın günden sonra sermayenin yeni bir saldırısı ile karşı karşıya kaldık. DAÜ üzerinden yaşanan bu saldırı, toplumsal muhalefetin önceki süreçlerden ders çıkarmaktaki eksikliklerini net bir şekilde gösterdi. Haziran ayının ilk günlerinden itibaren DAÜ üniversite öncesi kurumlarının (ilkokul, kolej ve kreş) Fettullahçı olduğu bilinen Doğa Koleji’ne devredileceği söylentisi hızla yayıldı. Bu söylentilere son noktayı koyan ise 3 Haziran 2011 tarihinde imzalandığı ortaya çıkan “ön protokol”ün tam metninin kamuoyuna sızması oldu. Bu protokol ile resmi olarak ortaya çıktığı gibi; DAÜ’nün parça parça özele devredilmesi sürecine üniversite öncesi kurumlardan başlanıyor, işlem bir satış işlemi olarak değil “işletme devri” olarak “on yıllığına” (bu on yılları Telsim ve Turkcell’den iyi bilmemiz gerek) yapılıyor.

Toplumun neredeyse tamamının, her kesimin kendi gerekçelerini ön plana çıkararak, karşı çıktığı bu olguyu iyice değerlendirmek gerek. Elbette bu “işletme devri”nin ihalesiz yapılması, özelleştirme “hukuğuna” (ne demekse) uygun yapılmaması, söz konusu sözleşmeyi imzalayan “Vektör”ün böyle bir sözleşme yapmaya yetkisinin olmaması gibi konular önemlidir. Bu noktaların önemi, mücadelenin bir kısmının da buraya odaklanarak süreci bu teknik boyutlarla yavaşlatmak ve bir süreliğine durdurmak şansının tepilmemesi anlamındadır. Ancak vurgulamak gerek, bu süreci yavaşlatmak veya geçici olarak durdurmak da toplumsal muhalefeti bilinçlendirmek, toparlamak, örgütlemek ve kararlı bir eylem sürecine sokmak niyeti varsa bir anlam ifade eder. Kısacası zaman kazanmak, kamuoyu oluşturmak gibi hedefler bakımından önemlidir. Yoksa özelleştirme hukuğuna uygun, ihaleye çıkılarak ve “doğru” kişi tarafından imzalanmış bir protokolü de devrimcilerin kabul etmesi mümkün değildir. Tabii mesele devrimcilerin neyi kabul edeceği ile sınırlı da değil. Mesele halkı bilinçli ve örgütlü bir mücadeleye sevk edebilmektir.
Bu bağlamda “ön protokol” vasıtasıyla yukarıda saydığımız usulsüzlükler yanında; müfredatı belirleme noktasında Fettullahçılara verilen yetki, öğretmen kadrosu, özlük hakları ve maaşları ile ilgili sınırsız serbestlikler, DAÜ’nün başka kolej veya ilkokul açamayacak şekilde sınırlandırılırken, yurt, konferans salonu, spor salonu gibi imkanlarının Fettullahçılara sunulması ve Fettullahçıların önündeki yasal engelleri kaldırma sorumluluğunun da DAÜ’ye yüklenmesi (bu engeller kaldırılamazsa DAÜ’nün zararı karşılayacak olması) gibi konular da kamuoyunun bilgisine getirilmelidir. Yaşanan gerçek anlamıyla kamusal değerlerin sermayeye peşkeş çekilmesidir. Ve bu ne sadece DAİ-DAK’ta çalışan eğitim emekçilerinin ne de öğrencilerin/velilerin sorunudur. Sorun neo-liberal taşeronlaştırma aracılığıyla, kamusal kontrolün yitirilmesidir. Böylece demokratik mekanizmalar aracılığı ile kendi değerlerimizi şekillendirmek şansından, kendi geleceğimize yön verme potansiyelinden arındırılıyoruz. Bu bağlamda mesele çalışanları/öğrencileri kat kat aşan bir söz/yetki/karar iktidar sorunu olarak kendini göstermektedir. Kısacası neo-liberal politikaların uygulandığı her ülkede ve sektörde yaşandığı gibi bugün Kıbrıs’ta da Kıbrıslı Türkler sermaye karşısında iktidarsızlaştırılmaktadır. Bu yüzden tüm diğer yanlışlardan bahsedilirken üzerinde ısrarla durulması gereken nokta, neo-liberal dönüşümün küresel niteliği ve halk düşmanı karakteridir.
DAÜ üniversite öncesi kurumlarının Doğa Koleji’ne devrediliyor oluşu, Doğa Koleji’nin Fettullah Gülen cemaatine yakınlığı ile  bilinmesi bakımından ayrı bir tartışmaya da sebebiyet vermiştir. Kıbrıs’ın kuzeyinde TC devletinin emperyalizm adına mutlak otorite konumunda olduğunu herkes biliyor. Bu bağlamda dünyada esen neo-liberal politikaların TC tarafından ülkemize de dayatılıyor oluşu açıktır. TC’de hükümet konumunda bulunan AKP’nin özellikle kendine yakın sermaye gruplarını kayırması da beklenebilecek bir davranıştır. Nitekim elektrikte özel faaliyet gösteren Kalecik’te Aksa, KTHY satışında adı geçen Atlas Jet, bugün DAÜ’de karşımıza çıkan Doğa ve ilerde Kooperatif ile ilgili adı geçen Ülker gibi oluşumların hepsi de yeşil sermaye denilen İslami yapılarla bağlantılıdır. İslami gericiliğe, asimilasyona ve entegrasyon politikalarına karşı çıkmak gerekmektedir. Bu bağlamda Doğa Koleji’nin hem İslami gericiliği hem de dini asimilasyon sürecini simgelemesi bakımından özel bir pozisyonu vardır. Ancak devrimciler açısından net bir şekilde üzerinde durulması gereken nokta, neo-liberal mantığın teşhiridir. İster İslami ister laik olsun, ister yerli ister yabancı olsun, ister özelleştirme isterse taşerona verme şeklinde yaşansın neo-liberal uygulamalara karşı topyekün bir direniş devrimciler açısından yaşamsal önemdedir. DAÜ üniversite öncesi kurumları Suat Günsel’e veya başka bir “Kıbrıslı” sermayedara da devrediliyor olsaydı yaşanan farklı biçim altında da olsa gene neo-liberal bir saldırı olacaktı.
Neo-liberal saldırı dalgasının ilerlediği bazı ana hatları vurgulayarak DAÜ ile ilgili daha net bir tablo çizmeye çalışalım. Neo-liberalizm; deregülasyon (kuralsızlaştırma), sendikasılaştırma, piyasalaştırma, taşeronlaştırma ve özelleştirme gibi beş ana kulvardan ilerlemektedir. Bugün DAÜ’de yaşanan taşeronlaştırmadır. DAİ ve DAK’ta mülkiyet halen kamuda olduğu halde, uygulamada işletme devri aracılığı ile kamunun her türlü müdahalesinden bir arındırma işlemi uygulanıyor. DAÜ ve kurumları daha baştan piyasalaşmış olarak yaşam bulmuştu. Birçok faaliyeti de hali hazırda taşeronlara devredilmiş durumdadır. Bu sebeple de hem özelleştirmeye hem de kapsamlı bir taşeronlaştırmaya elverişli bir zemine sahiptir. Doğa Koleji karşımıza ana taşeron olarak çıkıyor. Bu taşeronun kendi alt taşeronlarına kolej ve ilkokulu parça parça dağıtacağı (güvenlik, temizlik, öğretmenler vs.) kolaylıkla öngörülebilir. Böylesi bir işverenler puzzle’ı yaratıldıktan sonra da emek mücadelesinin (sendikal mücadelenin) bölünerek parçalanacağı ve yok edileceği açıktır. Zaman içinde ana taşeronun mülkiyet hakkını alması ve özelleştirmenin tamamlanması gündeme gelecektir. Ki bu sadece fiili olarak gerçekleşenin yasal olarak isimlendirilmesinden ibaret olacaktır. Sendikalı yaşamın bitirildiği, emekçilerin parçalandığı, kamunun kontrolü dışında bir sermaye cenneti yaratılacaktır.
Bu çizilen tablo sadece DAÜ için değil, Kıbrıslı Türk halkının elinde kalan sayılı tüm kurumlar için geçerlidir. Neo-liberal politikalar sadece emek mücadelesi bakımından değil, Kıbrıslı Türklerin bağımsız bir irade icra edebilmesi bakımından da olumsuz sonuçlar doğuruyor, doğuracaktır. Bu sebeple DAÜ’de yaşananlara direnmek çok önemlidir. Sermayenin her çeşidine karşı (yeşil-laik / yerli-yabancı) emekten yana yani halktan yana bir direniş örgütlemek, bugün kaybedecek olsak bile gelecek için deneyim biriktirmek en temel görevimizdir. Bu görev, neo-liberal saldırı altındaki emekçilerle dayanışma görevi olarak algılanamaz. Bu görev emekçi sınıflar önderliğinde verilecek bir bağımsızlık mücadelesinin olmazsa olmazıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder